Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Çarşamba, Ocak 30, 2008

ŞUBATTA GÜN AZ MASRAF ÇOK

Bizim jenerasyondaki genç arkadaşlarımın anası ve babası! Nasıl hesaplama yapmışlar. Hepsi Şubatta doğmuş. Veya bu ay doğanlar bana arkadaş olarak rasgeldi. Hoş bende bu ayın bebesiyim. Demek ki dahi ve deli burcu olan KOVA lar birbirimizi çekmişiz. DEE! Hiç birimiz dahi değiliz. Deli, çatlak kategorisi daha yakışıyor. Hatta cuk oturuyor.

Kış geldi DE ne geldi? Şu eski reklamdaki gibi (şimdiki gençler hatırlamaz. Biraz anlatmaya çalışayım. 5 katlı asansörü olmayan apartmanın alt kattakiler don gömlek feryat ediyor. “söndür kaloriferleri yanıyoruuuuz!” üst kattakiler de yorgana sarılmış vaziyette “yak şu kaloriferi donuyoruuuuz!”

Zavallı kapıcı da 5 kat arasında koşturup duruyordu. En sonunda dili dışarıda. “çatıya izocam kaplattık. Alt kattakiler pişmiyooo, üst kattakiler donmuyoo. Benimde koşuşturmaktan ayaklarım şişmiyoooo!”

Vay beee! İzocam yöneticileri bunu okusa bana bikaç çuval para vermesi lazım. Resmen reklamı aynen yazdım. Ne hafıza? (eskileri hatırlıyorum da yeniler nanay. Ehtiyarlık alameti mi acaba!)

Kış günleri zorlu geçiyor. Sobamı veryansın yakıyorum. Evden çıkmıyorum. Yine de üşüyorum. Kızım gibi kaloriferli evde oturanlar da yanıyoruz diye cıbıl dolaşıyor.

Bahçemdeki limon ağacı, bana hava durumunu gösteriyor. Yaprakları haşır huşur sallanıyorsa, hava soğuk diye tumba yatak işime geliyor. Güneşe kanmıyorum. Bahçeye çıkınca soğuk ısırıyor. Zaten kıllı, büyük, bal sever, kış uykusuna yatar (anımıl) ayı kardeş gibi bende aynı kışı geçirmeyi seviyorum.

Üşüdüğümden çarşı Pazar hak getire her tür ihtiyacımı telefonla sipariş ediyorum. İyice tembel teneke oldum. Evimi yardımcım derleyip topluyor. Bana da yan gelip yatmak kalıyor.

Yaz gelse de kabuğumdan çıksam. İpek böceği bile yararlı iş yapıyor. Ben işe yaramayan kozada yaşıyorum. Yazın deniz ve mehtap, insanlar ve kalabalık. En önemlisi kızım ve torunum var. Bu sene ece yüzer. Koşturur. Beraber yüzeriz.

Anlamadım yafuuu! Bu sene odunum bana yetmedi. 1.5 ton aldım. Bana mısın demedi. Yinede tam ısındım diyemem. Ya odunların ısıtası yok, ya da ben çok üşüyorum. Üst üste giyinmekten nefret ettiğim için ince giyiniyorum. Hah nerede kalmıştık? Yine dağıldım. Enteresandır. Uykuya dalarken yazacaklarım aklıma öyle güzel geliyor. Tam uykuya geçerken güzelcene yazıyorum. Da kalkınca hepsi püüüf! Gidiyor.

Arkadaşlarıma sesleniyorum. Neden 12 ay varkene hepiciğiniz şubat ayında doğdunuz kine?
Ayın 1 den başlıyor. Sonuna kadar hemen her hafta birinin doğum günü var. 13. gün benim. DE yıllardır hiç aynı gün doğana raslamamıştım. Korodan arkadaşımın da aynı günmüş. İnanmadım kafa kağıtlarımıza baktık. Şimdi ikimiz beraber kutlayacağız. Bence iyi oldu. İlk defa masrafları ikiye bileceğiz. Yaşasın cimriliiik!

Şimdi işin yoksa hediye seç. Hayatımda en zorlandığım işin başında gelir. Kime ne alayım? Her sene aynı kişiler. Geçen sene ne aldığımı da unutuyorum. Not etmiştim. O notu da kaybettim. Haydi nolcak şimdi.

Bu soğukta çarşıya çık. Herkesin zevkini düşün. 1 de aynı hediyeyi alma durumu var. En önemlisi cep durumu. En ucuzu 50-60YTL oluyor. Saydım bizimkiler tam 8 kişi. Al bakalım. Çarp, böl, topla, çıkar. Yıkım arkedeşleeee!

Bu mevsimde burada açık hediyelik satan da yok. İlle giyim kuşam açık. Gömlek neyim alsam, fular neyim alsam. Hele erkeğe ne alınır? Onda sınıfta kalıyorum. Sokaklarda arkadaşın bedenine benzer adam arıyorum.

Adamları zorla dükkana sokup, ölçüyorum. Bazen gülüyorlar. Bazen de tersleniyorlar. Bize de alsana diyen bile çıktı. Olduuuu! Gözlerim dollduu! Tek sen eksiktin. Diyemiyorum. DA kem kümle idare ediyoruz.

Hayır eğer şikayet ediyorsam namerdim. DE aylardan şubatı atlasak hiç fena olmayacak. Diğer aylardaki doğum günleri o kadar önemli değil. Almasam da oluyor. (bu laf kavgada söylemez. Yaşasın kötülük.)

Şubat hediyelerinin parasını anca diğer aylarda ödeyebiliyorum. Kartlar öyle diyoooooo!
1 de şubat yaza denk gelseydi. Ne iyi olurdu. Hem ucuz yollu hediye bulunurdu. Hem de çeşit bol olurdu. Acaba bu ayı yazdaki mayısla değişebilir miyiz? Zira mayıs pek yarayışlı ay değil. Okullar açık, havalar tam ısınmıyor. Yani ilgililere duyrulur. (aklım daha beni idare eder. Korkmayın kafayı filan yemiş değilim. Sadece kalabalık geldiler.)

Doğum günü şarkısına da takık vaziyetteyim. “hepi böörttdey tuuu! yuuuu!” şunun Türkçesi de var “ iyi ki doğdun filan”

Kimin olduğunu bilmiyorum. (okursa bile telif hakkı istemesin.) bence en güzel doğum günü şarkısı var. Onu söylemekten keyif alırım. Sözlerini kendime göre değiştiririm.

Kaldı mı o eski tat, o eski haz.
Ne çabuk geçti ömür denen bu yaz.
Sen daha yolun başındasın.
Her şeyin güzeli iyisi sana kalsın.

Yağmur yağsın güneş açsın
Gökkuşağı düşsün başına.
Gül biraz mutlu ol, çünkü sen
Giriyorsun yeni yaşına.


Bunu çoook eskiden beri söyleriz. Kim yazdıysa eline sağlık DA bu şarkının esası bence asla böyle değildir. Sözleri unuttukça, yerine göre uyduruyorum.

İster bu ayda doğun ister başka ayda. Beni kim okuyorsa doğum gününüzü kutluyorum. Bu şarkıyı da sizlere söylüyorum. Artık bestesi de sizin hayal gücünüze kalmış. Nasıl isterseniz öyle seslendirin.

Minik not. Ayın 13.de de bana söyleyin canımcıklarım.

SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Ocak 24, 2008

HAYAT BİZİ HOYRATÇA HARCAMA

Yaşamda ne kadar koşturmalar içindeyiz. Mesela, faraza, örneğin, (sevgili ve sayın Hakkı Devrim beyefendiden ve Türk dil kurumundan, geçmişteki yazdıklarım ve gelecekte yazılarımdaki mahsuscuktan yaptığım imla hatalarının, yazım kurallarını katledişim için çooook özür dilerim.) Üüüf! Bu kadar uzun cümleyi kurmak bile hatalarla dolu.

Efendiiiim! Yine alıştığım gibi içimi dökeyim. Bu nedir kardeşim? Nasıl 1 koşturmayla günler geçiyor. Sanırsınız ki ben çalışıyorum. Nerdeeee! Emekli baayaan olaraktan gün bana yetmiyor.

Artık hepiniz biliyorsunuz. Uykucu Davut olduğumdan öğlen 12den evvel kalkamıyorum. Sabahları uyurgezer olduğumdan 2-3 arası kendime geliyorum. Hani benim gibi tembel 1 adamcağız bakkal dükkanı açmış. Uykudan kalkıp, keyfinin gelmesi saat 3 buluyormuş. Eh öğleden sonra dükkan açtığından satış yapamıyormuş. Mahalle sakinleri o zamana kadar ihtiyaçlarını öteki bakkaldan alırmış. Hanımı da kızarmış. “şu işi yapıyorsan sabahtan uyansana be adam” dedikçe sevgili kocası da “öğleden sonra dükkan açanın müşterisi olursa satış yaparım” dermiş. Sonraları bu deyiş darb-ı mesel olmuş.

Ben de aynen öyle durumda olduğumdan gün hemen bitiyor. Ne eve hayrım oluyor. Ne dışarı işini yapabiliyorum.

Bugün erkenden uyandım. Sobamı yaktım. Çayımı koydum. Müziğimi açtım. Ohh! Keyfim yerinde. Oturdum pc başına. Sizlere yazmaya başladım.

Hava güneşli olunca sokaklar beni çağırıyor. Geç de olsa yürüyüş olsun diye çıkıyorum.

Dün çarşıya yürüdüm. Yurdumun güzel insanları çok matrak. Cadde boyunca tanıdığım esnafla sohbet ediyorum.

Burada da dilenciler yerleri paylaşmışlar. Eğer kazanç kapısına girersen dayağı yiyormuşsun. Her gün köşedeki bakkala gelen dilenci, bozuk paraları bütünletmeye geliyormuş. Eh kısa günün karı 150-200 YTL. Nasıl ama? İyi para! Vergisi yok, algısı yok. Çarp günlük parayı aya. Eşek yüküyle para.

Ama aç gözlülüğünden cami önüne gidince ağzını burnunu düzeltmişler. 5 gün işe çıkamamış. Adam 5 günlük kaybım çok oldu diye bakkala dert yanmış.

O kadar oku. 30 yıl çalış. Emekli ol. Ayda bu kadar para alamıyoruz. DA o iş zor be agam. Ben kaçamam da acemilikten yerimi bilem bulamam. Dayağı yer otururum. Yine de maaşıma talim etmek iyidir diye düşünüyorum.

Yoldan yürüyen anne çocuğunu nasıl hırpalıyor. Çocukta 3-4 yaşında var yok. Kulağına asılıp kızıyor. Bebe ağlıyor. Dayanamadım. Anneye bağırdım. O yaştaki bebe sözle anlar. Şiddet neden? Sen öyle büyüdün diye o damı dayakla büyüsün. Hatun ne dese beğenirsiniz? “sana ne akşamları kocam beni dövüyor. Ben de onun çocuğunu dövüyorum.” Çocuk üvey mi dedim. Yooo! Çatır çatır doğurdum. Hoppala hasan dayı şeyim seyridi. Al bir kaya nereye dayarsan daya. Şimdi kime ne dersin. Bu mantıkla olan anneye.

Bugün kızım torunumun resmini çekip yollamış. Üstünde mavi örülmüş etek vardı. Görünce eskilere gittim. O eteği rahmetli annem kızım için örmüştü. Kızımın giysilerinden bazılarını özellikle annemin ördüklerinden saklamıştım. Rahmetli annecim örgünün profesörüydü. Bende o yok ama kızım ona çekmiş. Nasıl güzel örgü yapıyor. Hatta danteli bile becermiş.

Ece doğunca anamın ördüğü patikleri giymişti. O zaman anama deseydim ki “bunları ilerde ahunun kızı giyecek” kimse inanmazdı. Eğer kızımda saklarsa valla ecenin bebesi bile giyer.

Herkes aileden kalma mücevherat saklar. Bizde de örme bebek eşyaları aile yadigarı olaraktan saklanacak. Hoş kızımın oyuncaklarını da koca torba saklamıştım.

Saçını annesi gürleşsin diye kesti. Yakışmış ama değil mi? Demek ki anası da bu yaşlardaydı. Anamın ruhu şad olsun. Ona da malum oluyordur. Bizi görüyordur diye düşünüyorum. Kolundaki çantasını bırakmıyor. Tıpkı bana çekmiş. Süslü kokoş.


Torunuma baktıkça senelerin nasıl koşarak geçtiğini görüyorum. Daha yapacaklarımı yapamadım bile. Hayat geçiyor.

Yaşamımızda sağlık en önemlisi. Mutlu muyuz? İşte bu. Ööleeee ağlama duvarına dönmek olayları azaltmıyor. Sadece yıpranıp, hayatımızın boş yere harcanmasına sebep oluyor.

Haydi bu yazıyı okuyunca yüzünüze kocaman gülücük kondurun. Şarkı söyleyin oynayın ne biliiim! Değişik bişey yapın. Gülücükleriniz eksik olmasın.

SEVGİYLE KALIN

Cuma, Ocak 11, 2008

BAŞLIKSIZ YAZI

İçim yazı yazmak istiyor. Aklım karmaşa içinde. Normale döndüğünü görebilecek miyim acep. Ne zaman doğru dürüst oldu ki.

Her sabah uyandığımda değişik olaylar, değişik haberler. Üzüntüyle vurdumduymazlığımıza, kaderciliğimize ne biliiiim 1 sürü şeylere kafayı takıyorum. Diyarbakır’daki ölen ana baba kuzuları içimi acıtıyor. Gözlerim domur domur yaşlarla o evlerin acısı, yaralı olanların ailelerinin yaşama umudu ile tanrıya yakarmaları. Aynı vatanda, aynı bayrağın altında yaşayıp bu kavganın nedenini, şehit bebelerinin yüzlerini unutamıyorum.

Kazalardaki ölen yaralananlar, cinnet halinde birbirini acımadan doğrayan vuranlar. Her gün programlarda bağıran, kavga edenler, kayıplarını arayanlar. VS.VS.VS. öylesine çok ki! Hangi birini sayayım.

Doğanın katledilmesi, suyun bilinçsiz tüketilmesi, hayvanlara acımama, VS.VS.VS.

Uykudan öğleden sonra 15 de kalkınca demek ki afyonum patlayana kadar bu olaylarda tuz biber ekiyor. En iyimser halimle de olsa bazen gülüyorum ağlanacak halimize.

Burada balık çiftlikleri denizlerimizi rezil ediyor. Güzelim kıyılar kullanılamıyor. Yıllardır kaldırılması için uğraş veriliyor. DA… Dün aynı çiftliklerdeki 1 gecede 400 bin çupra balığı ölmüş. Sebebi belli değil. Basından öğrendiğim kadarıyla bir kısmı kasalanıp piyasaya verilmiş. Umarım asparagas haberdir. DE …

Her olayda olduğu gibi necip vatandaşımızın duyarlılığı gözümü yaşarttı. Yerel tv den gösterdi. Adamlar mangalı yakmışlar. Çupraları dizmişler. Ooooh! Cazır cuzur pişiriyorlar. Afiyetle yiyorlar. Hemi de yerken kameraya poz veriyorlar. Çok iyi 1 şey yapmanın mutluluğuyla gülüyorlar.

Su ürünleri yetkilileri, denizlerden sorumlu amcalar (bunu ben de anlamadım da öyle kocaman kocaman laflar ediyorlardı.) balıkların ölüm sebebini bulamamışlar. Sakın yemeyin diyolaaar!

Peeeah! Benim canım vatandaşıma wat fayda? Öyle bir yiyor ki.! Adamlardan geçtik. Balıklar sahilde ölü ölü yatıyorlar. Tavuklarda çiğ balığı (daha pişirmeyi akıl edememişler.) yiyorlar. O tavukları DA kesip biz yiyoruz. Alın size ikili bulmaca. O tavuğu yesek balıktan nasibimizi de alır mıyız.? Tümden vitamin deposu. Balık, tavuk, yumurta. Bak gariiiiii! O kader vitamin bizi bozar be agam…

Bizlere 1 şey olmaz mantığıyla, eyidis, meyidis. Frengi mirengi, salgın hastalık neyim bize vız gelir de tırısa gider.

Hasan dayı derler buranın eski zamanın en hızlı zampingi var. Takvim yaşı 81 emme gönül yaşı ben diyeyim 35 siz deyin 45. gönlü hala güzellerde. Karısı öleli bin sene olmuş. 2 çocuğu var. Torunları var. Mal bölünecek diye dayıyı evlendirmemişler.

Her gün evinin kapısının önünde oturur. Gelen geçen hanımlara bastonuyla işaret eder. Şimdiki gençler gibi öyle peşrev filan da bilmez. Önce yemeğe gidip hediyeler almalardan. İltifatlardan da haberi yok. Doğrudan “gel evlenelim. Evim, bahçem, mandalinlerim vaaaa! Hemi de …….vaaaa! hemide direk gibi” bunu duyan bayanlar kah güler, kah çığlıklanır, kah da kızar. Senelerdir kendine kısmet arar. Önceden sahi sanıp gelen hatunlar bile olmuş. Çocukları “aman etmeyin o bunak ne yaptığını bilmez kanmayın” demişler.

Zamanla dayının şöhreti bayanların arasında duyulunca kimsenin dayıyı salladığı yok. Bazen gençler dayıya takılır. Bu yaşta sen kadını netcen? Ölürsün. O da elleşmeyin bene onlar mikrop bilem olsa bağa zararı olmaz. Ölünce kadınlar yusunlaaa! Mezere onlar koysunlaaa! Bene 1 avradı çocuklar çok görüp duruuuu!

Bana da talip olduydu. Bende dayı ben bulaşıcı mikroplu hastayım. Evlenirsek sana da bulaşır dediydim. “senin o mikrobunu yudarın gariii” demez mi?

Hangi yaşta olursa olsun. Eğer kendimize göre uygun ortam varsa mikrop, hijyen vız gelir. Evvel Allah hakkından geliriz. Mantığını düzeltmemize imkân yok.

Bu arada karşı komşumun bahçesi harika mandalin ağaçlarıyla doluydu. Aman zaman demeden o güzelim ağaçları köklediler. Kendi tapulu malları. Keyif onların DA iki kocaman ev yapmaya başladılar.

Öylesine çabuk ilerliyor ki. İkinci kat bile çıktılar.. 2 kardeş evleri olmasına rağmen, ihtiyaçları olmamasına rağmen yeni ev yapıp bi dolu paraya kiraya vereceklermiş.

Kapıdan çıkıp da beton yığınını gördükçe ne diyeyim. Hele o ağaçların üstünde meyvesi yıkılıyodu. Onları toplatıp 3 kiloluk torbalara koyup sattılar. Anlayın artık parayı nasıl sevmiyolar. Hoş para denilen o illeti sevmeyen var mı?

Özümde parayı sever. DE o kadar rahat yaşayacağım param olsa. Bahçeme kıyıp da ev derdine düşmem. Nasıl olsa istediğim hayatı dolu dolu yaşıyorum. (onların yaşamları da normal çizgiyi aşmayan, tipik ev yaşamı. Ne dışarıda yemek, ne gezme ne keyif. Sadece ye iç uyu.)

Yine kalbimi bozdum. Kötü düşünmeye başladım. Komşunun derdi beni gerdi. Benim onlar kadar param olmadı. Yine de kendimce en güzel, en keyifli hayatı yaşıyorum. Parayla satın alınamayacak dostlarımla harika yaşıyorum.

Canlarım! Bu gün dereden tepeden yazdım. Fikirlerim bitti. Hatta yedeklerimi bile kullandım. Biraz ara verip aklımı şarja takayım. Kırmızı lambam yandı.

SEVGİYLE KALIN

Salı, Ocak 01, 2008

2008 YILINI DA GÖRDÜM, BAŞIM GÖĞE ERDİ.

Şükürler olsun. Yeni yılın ilk yazısını yazıyorum. DA nerden başlayım. 1 karar verebilsem… Neyse beynimin içinde dolanıp duran zıpır fikirlerimin itişmesiyle önden sıraya girebilenden başlayım.

Bayramı yarı iyi, yarı hasta geçirdim. Allah’ıma şükürler olsun. Arayanım soranım dostlarım. Gerek telefonla, gerek evime gelerek benimle bayramlaştılar. DA kış uykusunu bile doğru dürüst uyutmadılar. Yinede 2 arada ,1 derede uyudum.

Gezer misin o kadar? Selimiyelere gitmeler. Sokakları arşınlamalar. Hiç farkında değilim. Üşütmüşüm. Kafadan müsellem olduğumdan ki ne kadar üşüse vız gelip tırısa gidiyor. Üşütük kafaya soğuk neylesin. Vücidimin böbrek nahiyesini üşütmüşüm. Netice olarak çoğunlukta hatun kişilerde olan idrar yolu iltihabıyla tuvaletle çok samimi oldum.

Onu iyi edelim derken. Torunum ECE hastalandı. Yavrum bizi bayağı üzdü. Uzakta olduğumdan aklım orda. Her gün 1000 telefon. (abartıyı da hiç sevmem deeermişiiim) annesi helak oldu. Hastaneler, iğneler, tahliler. Baba gece nöbetinde eceye baktı. (anne dinlensin ki gündüz dinç olsun)

Hastalığın adını koyamadılar. Bağırsak enfeksiyonu ama virüsün adı ne? Meğer aynı arazları gösteren hastalık bebeklerde salgın olmuş. Neyse ki 5 günde toparlanmaya başladı.

Aman kardeşim biz büyükler hasta olunca derdimizi kendimiz çözüyoruz. Bebeler çok zor. Zavallılar dile getirip de şuram ağrıyor diyemiyorlar. Allah dünyadaki bütün çocuklara sağlık versin.

İşte onun hastalığı, kendi hastalığım derken. 1 gecede vücidim foos diye kabardı. Hem uyuz gibi kaşınıyorum. Hemde biber gibi etlerim yanıyor. Bütün bedenimde on yüz milyonlarca iğneler batıyor. Ne ızdırab anlatamam.

Deri doktoru. “ne bu stres kardeşim? Sıkıntıdan dökmüşün. Vücidimiz makine gibidir. Arıza oldu mu 1 yerden patlak verir. Biraz daha boşverci ol. 1 psikoloğa git” dedi. Ba ba baaa! Ülen psikolog beni dinlese Manisa yakın diye hemen transfer eder. Deeermiişiiimm!

Sürüyle merhem verdi. Ah ah ah! Bütün vücidime sürdümde sırtıma kimseyi bulamadım. Keşke evde 1 fert olsaydı. Bak hiç olmasa ilaç sürerdi diye düşündüm. Komşulardan yardım aldım. 3 gün gelip sürdüler. Hastalığım geçince DE amaaaan! Boş ver. Bak 3 günde geçti. Eh bütün diğer günlerde evde 1 ferdi çekebilmek zor. Diye o engin düşüncemden vaz caydım.

Yılbaşı öncesi evde otururken resmen şeytan beni dürtükledi ki! Bazen iyi dürtüklüyor. En olmadık işler yapıyorum. Sonrada “üleeeen! Neden yapıyoooon?” diye şaş kalıyorum.

Ne diyordum. Hah. Yılbaşı öncesi gün. Sabah kahvaltımda kuşum aşkım elimden ben ne yersem onu yer. Yine peynirimi didikliyordu. Baktım gagası uzamış gibi geldi bana. Bi güzel kuşu avucumun içine aldım. Küçük makasla gagasının ucunu kestim.

Sakın hayvanları koruma ve sevme dernekleri üstüme şarlamayın. Eyyy! Hayvanseverler! Benim kadar seven az bulunur. Emme dedim ya şeytan dürttü. Ayrıcana da 1 yerden duymuşluğum var gibi geldi bana. Gagasını taşına sürtse de uzarmış diye.

Zavallıcık nasıl ciyyyyk ciiyyyk! Bağrınıyor. Baktım haydaaaa! Gagası kanıyor. Nasıl üzüldüm. Ben ağlıyorum. O ciyyykliyor. Küçücük kuştan gelen kan azda olsa beni çook üzdü. Önce kanını durdurdum. Sonra peynir verdim. Baktım yiyemiyor. Eyvah açlıktan ölecek veya korkudan ölecek diye alesta bekledim. Neyse ki aradan yarım saat geçti. Hem yemini yedi. Hem de suyunu içti. Ona “ yavrum eğer 1 daha böööle 1 şii yaparsam elim kırılsın. Çatlak anan özür diliyor” deyince anlamış gibi elime kondu. Öpüştük barıştık.

Aynı gün kuşla uğraşmam bitti. Sobamı yaktım. Aklıma boruların tıkanabileceği geldi. Yine 1 yerlerden duymuştum. Yanan sobaya naftalin at. Boruları ve bacayı temizler. Evdeki yuvarlak hazır naftalinlerden 4 (yazıyla da DÖRT) adet cayır yanan sobaya attım.

Amanıııınnnn! Bir alevler sardı. Koca kuzinenin her tarafından alevler fışkırıyor. Tavana kadar alev. Tam 4 kere alevle sobanın içi patladı. Korkumdan kuşumu alıp dışarı fırladım. Ev yanarsa yansın diye. Camdan bakıyorum. Acep ne zaman ev tutuşcak diye.

Hızını alana kadar gümbür, patır, çatır diye yandı. Koca soba kıpkırmızı renge döndü. Öylesine ateş çıktı.

Sonra gittikçe hızı kesildi. Evime girdim. Canımcıklarım. 1 daha mı? Töbeler töbesi… asla naftalin atılmıyacakmış. Öğrendim.

Aynı gün bu kadar şeytana uymak bana yetti de arttı bile. Olmayan aklımın bütün kepenklerini kapattım. Sadece ye, iç, uyu, hiç bişeye dokunma moduna girdim.

Yılbaşı günü de gece 10.30 a kadar uyudum. Sonracığıma kendimi sokaklara attım. Eh sabah 7 ye kadar 3-5 mekan dolandım. Bütün arkadaşlarımla gır gır şamata yeni yıla girdim. Hoş bize her gün yılbaşı her koro çalışması sonu aynı fasıllarla meşklerle sabahı buluyoruz. DA yinede yeni yıl diye saat 12 de zıplayıp çığlık atmak, kutlamak, dellenmek, çok eğlenmeye çalışmak, ertesi günü ruh gibi dolanmak, adet olmuş.

Ne olursa olsun! Yeni yıl; yeni umuttur. Bütün aksilikler eski yılda kalsın. Yeni yıl taaaa! 31-aralığa kadar hepimize önce sağlık, mutluluk, huzur, barış, kardeşlik, sevdiklerimizle, bol kazançlı günler getirsin.

Her yıl başında bu dileklerimizi yinelemek kadar güzeli var mı? Demek ki yaşıyoruz.

SEVGİYLE KALIN