Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Pazartesi, Ekim 29, 2007

CUMHURİYETİMİZ HEPİMİZE KUTLU OLSUN

Yazıma nasıl başlamam gerek? 1 türlü kafamı toplayamadım. Yaşadığımız son hadiseler bizleri hem üzdü, hem de birleştirdi diye düşünüyorum.

Şehitlerimizin üzüntüsü içimizi acıtıyorken hayat devam ediyor. Rahmetli anneannemin bir lafı vardı. Zaten milletimiz Nasrettin hoca torunları olarak her zaman hazırcevap ve nüktelerimiz vardır. “oğulsuz oldum ağladım da öğünsüz olamadım.” Haklıydı. Acılarla yaşamaya devam ediyoruz.

Bu aşamada bütün insanlarımız aynı duyguları aynı şekilde yüreklerinde yaşadı. Her il, ilçe, kaza, köy, mahalle, nerde yaşıyorsa. Bayrağını kapan sokağa çıktı. Her gün ayrı yerlerde ama aynı duygularla meydanları doldurduk.

Bizim özümüzdeki kötü günlerde tek yürek olma özelliğimiz olduğu sürece sırtımız yere gelmez.

Dünde Bodrum’da yürüyüş vardı. Kışın buranın nüfusu azalır. Yazlıkçılarla kışı büyük şehirlerde geçirenler gider. Biz bize kalırız. Havalar yağmurdan sonra güneşlik olduğundan kahvelere gideriz. Temiz havada, deniz kenarında çayımızı içerken gazetemizi okur, eş dostla sohbet ederiz.

Üst kattaki komşumun kızının düğünü başladı. Dün deveyle kız evine ağırlık geldi. Çeyiz sandığıyla oğlan evinden hediyeler, helva, ekmek getirdiler. Sandığı deveden indirince ki her ucunu tutan para aldı. Bende aportta bekledim. Hemen saniye farkıyla üstüne oturdum. Bahşiş almadan da kalkmadım.

2 şer davul zurna. Bizim bahçe değil, mahalle inledi. Öğlen 12’de düğün başladı. Yemekler ikram edilirken rakılar ortaya çıktı. Bodrum için içkinin saati ve yeri yok. Beni bile öğlen üzeri 1 bardak rakı içirmeyi başardılar.

Uzun senelerin sonunda buranın oyunlarını öğrenebildim. Bu yörenin oyunu 2 çeşit. Kızlar ayrı, erkekler ayrı figürlerle oynuyor. Bende ayrıca bayılıyorum. Davulu duyarımda oturur muyum? Sokakta başladım. (sokağımız dar olduğundan araba trafiği yok. Sadece bisiklet ve motor geçebildiğinden, bize özel oluyor.) attım kendimi ortaya.

Saat 15’de teröre hayır yürüyüşü için garajda toplandık. Ellerimizde bayraklarımız. Yürüyüş başladı. DA. O ne kalabalıktı öyle. Minicik bebelerden tut, yürümekte zorlanan bastonlu dede ve ninelere kadar herkes bütündü.

En çok şaştığım da bu kadar insan meğer kışın burada yaşıyormuş. Belediye meydanında millete bedava bayrak dağıttılar. Görüntü öylesine güzel ve coşku doluydu ki. Ağlayanlara rastladım. Zaten duygulanmamak mümkün değil.

Ben ki! 2 satır yürümem üşenirim. O yolları nasıl yürüdüm, farkında değilim. Barış meydanında toplandık. Çeşitli konuşmalardan sonra marşlar söylendi. Bayrak denizinde en son 10. yıl marşıyla dağıldık. Saat 17’de bizim koro arkadaşlarıyla çay bahçesinde oturduğumuz sırada 1 grup insanla tanıştık. Hepsi eğitimli, aklı başında insanlardı.

Tanıştım ki KANALTÜRK üyeleriymiş. BİZ KAÇ KİŞİYİZ diye sloganları vardı. Bende cep telefonuyla üye olmuştum.

Onların üyeleriymiş. Bize bileğimize takmamız için üstünde “BİZ KAÇ KİŞİYİZ” diye yazı yazan bileklikler hediye ettiler.

Biz cumhuriyetimiz kurulduğundan beri; Türk, Kürt, Ermeni, Süryani, doğulu, batılı, hepimiz bu yurt topraklarında kardeşçe yaşadık ve de yaşayacağız.

Hele bu günlerde buna daha çok sıkı sarılmalıyız. Birlik ve beraberlik için sıkı sıkıya kenetlenmeliyiz.

Benim umarım, bu biz kaç kişiyiz sayısını yükseltmek. Demokrasimize sahip çıkmak.

Saat 18.30 da koro çalışmasına gittim. 3 saat çalıştıktan sonra, Yorgun ve uykusuz evime geldim. Tek amacım. Battaniyeme gömülüp, televizyona az bakmak. Veeee! Erkenden uyumak…

Wat fayda! Eve döndüğümde eğlence devam ediyordu. Sokağa dökülmüşler. Aynı enerjiyle oynuyorlardı. Ellerinden kurtulamadım. 2 kadeh de rakıyı yuvarlayınca, battı fiş, yan goooo! Dedim. Ülen ne oynama kiii! Peeeeeh! Sabah 2 yi ettik.

Bu gün (29-Ekim) erkenden uyanamadım da süründüm. Bayram töreni için Atatürk’ün heykelinde saygı duruşu, çelenk koyma, bayramı kutlama.

Gece de hepimiz marinada toplanıp, cumhuriyet yürüyüşüne ellerimizde bayraklar ve fener alaylarıyla katılacağız. İskele meydanında toplanıp bayramımızı havai fişeklerle ve marşlarla kutlayacağız.

Geçirdiğimiz şu zor dönemde demokrasinin ve cumhuriyetin önemini daha iyi anladık. Onlara sahip çıkmayı daha bilinçlenerek, aynı yürek olarak gördük.

Umarım değil eminim! Yine bu cennet yurdumuzda birlik ve barış içinde kardeşçe yaşamaya devam ederiz. Demokrasi, cumhuriyet, laiklik kolay elde edilmedi. Kıymetini bilelim.

Hepimizin CUMHURİYET BAYRAMI KUTLU OLSUN.


SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Ekim 25, 2007

CANIM YURDUMUN BARAJ SORUMLUSU OLDUM

Ne kadar beni aşan konular varsa onlara maydanoz olmaya pek meraklıyım. Dünya olarak küresel ısınmaya kafayı takmış durumdayız YA! Maydanoz yazarınız olarak ilgilenmek boynumun borcudur. Yaşamımı değiştirdim. Banyomu kokana kadar bekliyorum. Titremeyi göze alıp termosifonu yakmadan, soğuk suyla yıkanıyorum. Bulaşıklarım yosun tutana kadar makinede bekletiyorum. Evimde al başlı kurtlar gezince temizleniyor. Suya sabuna dokunmuyorum. Elektriklerimin hepsini kapatıp sadece televizyon ışığıyla oturuyorum. Gün battı sevgi yattı yapıyorum.

Bütün bunlar kocaman yalan olsa da suyumu bilinçli tüketici olarak idareli kullanıyorum. (nasıl cümle amaa! “Bilinçli tüketici” peeeeeehh!) bahçemdeki çiçeklerim yaşamaya çalışıyor. İpi topu 5-6 saksım var onları bilem idareli suya alıştırdım.

Sonbaharın takvim ay olarak ucu geldi de kendi nerdeee? İlkokulda 12 ayı öğretirken her 3 ay bir mevsim derdik. Şimdi hepsi birbirine karıştı. Bebeler öğretmenlere de inanmayası geliyor.

Geçen hafta sabaha karşı öyle yağmur yağdı ki! Yer gök birbirine girdi. Vallah billah sevinçten uçtum. Sonracığıma o yağmurlar 1 hafta sürdü. Metürülüşden öğrendiğim kadarıyla( öğrenmenin yaşı yoktur. Şimdide siz öğrenin. “biz zati biliyoruz. Esas sen yeni öğrendiğin için yuf olsun” diyebilirsiniz. İzin veriyorum.)

Meğer öyle seller giderse toprağa faydası olmuyormuş. Hani ormanları yaka yaka bitirdik ya! Ağaç olmadığı için erozyon oluyormuş. Daha çorak arazi kalıyormuş. Emmeee! Çisil derler ya hani aptal ıslatan yağmur dediklerinden. Aha da öyle yağarsa hem toprak emiyormuş. Hem de yeraltı kaynakları beslenip, barajlara su birikiyormuş. Yaaaaaaa! Neymiş efendim? Öğrenmenin yaşı yokmuş…

1 hafta yağmur yağmur şarul şurul yağdı. Sanki beni duyuyormuş gibi. “yavaş yağ, toprağımızı götürmeee, beni ıslatan yağmur ol (aptal ıslatan değil, abdal ıslatan olarak algılıyorum) dellenmeee! Yavaş sindirerek yağsana yafuuu!” dedimse de beni tınmadı. Amanın küstürüp gitmesin diye “yağ da nasıl yağarsan yağ” diye ucunu koyverdim.

Şimdi araya reklamlar alalım. Yağmur başladı ev telefonum nanay oldu. Günde 300 kere çalışıyor 500 kere kesiliyor. Arızaya bildirdim. Wat fayda sevgili telekomcular grevde ya karşımda 1 Allahın kulu yok ki derdimizi anlatalım. Cepteki kontürlerin canına okudum. Aslında arıza çok basit. 1 yerde kısa devre var. Devre gidip geliyor. Sözüm ona bütün telefon kablolarını geçen yaz başında yenilediler. DE değişen ne oldu?

Teller evlerin arasından geçip duru. İçinde kötülük olsa, el at bir kabloya bedavaca konuş. Ödesin adamcıklar. Bakar mısınız kötü düşüncelere? Ama cici çocuk olduğumdan yapmama imkan yok DA işin ne kadar kolay yapılacağını söylüyorum.

Telekom en sonunda yalana da başladı. Yağmurdan evden burnumu çıkarmadım. 121 deki teyp ne dedi bilin miii? “aboneyi evde bulamadığımızdan arızanız giderilememiştir. Lütfen ………… numarayı arayın randevu alın.” Hadi buyur buradan yak.

Len gelen giden yok, o numarada kimse yok. Santralda bile kimse yok. Telekom diye 1 daire bilem yok. Yoklar içinde kaldım. Dellencem. Hava açsa bilirim yapacağımı.

Bugün güneş çıktı. İş başa düştü. Evdeki kabloyu takip ederek, terasa çıktım. Anaaaaaaaaaaa! Gördüğüm manzarayı anlatayım.

Bizim anasını sevdiğim yeni hat döşeyen gardaşlarım. Ne kadar tel varsa hepsini 1 yerde toplamışlar. Ucuna da huni gibi 1 şey bağlamışlar. Hepsini getirip teras demirine sabitlemişler. Buraya kadar her şey normal DE o ağzı açık huni var ya ağzını gökyüzüne dikmiş. Havaya bakıp duru.

Yaz mevsiminde kuru havalarda sorun yok. İlk yağmur başladı YA! O huninin içi cöllüm su içinde. 1 de fırtına var ki! Rüzgar estikçe huni sallanıyor. Benim telefon çalışıyor. Duruyor su devreyi kesiyor. Bütün mesele buymuş.

O kabloları döşeyen arkadaşları hayır dualarıyla andım(!) kabloyu söktüm. Huninin içinin suyunu boşalttım. Ağzını yere doğru eğdim. Bağladım iş bitti. Şimdi telefonum canavar gibi çalışıyor. “Oğlum Hurşit! Kendi işini kendin yap” derlerdi. DE öyle değildi galiba. Tamamen salladım. Uymadı ama osssun.

Reklam arası bitti. Yağmurlar yağdı ya! Barajlar ne kadar doldu kine? Su çoğaldı mı? Meterolojiye telefon ettim. “Yağmurlar devam edecek mi? Barajların durumu ne? Yeraltı kaynakları beslendi mi?”

Karşımdaki adamın ses tonundan, deli miyim yoksa çok duyarlı vatandaş mıyım? Çözüttüremedi. Yinede sağ olsun cevapladı. DA pek tatmin olduğumu söyleyemem.

Gözüm havadaki bulutlarda, kulağım televizyonda, su ve baraj durumları ne durumda? Yakinen ilgileniyorum.

Allah bana akıl fikir dağıtırken ben nerdeymişim? Çok merak ediyorum.


SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Ekim 22, 2007

BUNUN ÜZERİNE NE SÖYLENEBİLİR Kİ

İçimiz, ciğerimiz yanıyor. Giden evlatlarımız, o ana baba kuzuları, ne desem nasıl desem. Eminim vatanımızdaki yaşayan her vatandaş, her ev acılar içinde. Bu bu bu....

İçimdeki acıyı, kalbimin ağrısını, feryatlarımın desibelini, öfkemin şiddetini, çaresizliğimin kızgınlığını kelimelere dökemiyorum.

Elimden gelen sadece bütün şehit düşen evlatlarıma, Mehmetlerime dua okumak. Rahmet okumak. O acılı evlerin yangınlarını yüreğimde yaşıyorum. Ana olarak Allah kimseye evlat acısı göstermesin.

Siz şehitlerim! Gözünüz arkada kalmasın. Bu VATAN, bu MİLLET daima bütün olarak, birlik olarak sizin koruduğunuz bütün değerlere sonuna kadar sahip çıkacaktır.

MEKANINIZ CENNET OLSUN.


Sevgiyle kalın demek içimden gelmedi.

Cuma, Ekim 19, 2007

HAMAMA DEYİP BURSA’YA GİDENLERDENİM

Bayram dedim, seyran dedim, gene günlerimi lay lay lom geçirdim. Zaten özel günler bende kaşıntı yapıyor. Bendenize her gün bayram olduğundan farkına varamıyorum.

İlk günü evden dışarı çıkmadım. Kendimce büyüğüm ya! (büyük müyüm, küçük müyüm? Genç miyim, yaşlı mı? Karar versem daha istikrarlı olacağım. DA akıl nanay fikir cicoz olduğundan devamlı değişkenlik içindeyim. Bedenimle aklım, devamlı tadilatta olduğundan 1 türlü düzen tutturamıyor.)

İkinci gün canım dost dediğim arkadaşa saat 11 de kahvaltıya gittim.( bayram bile olsa, uykumdan kesemem.) öğle üzeri, beni ayarttılar arabaya doluştuk. Söke yolundaki mağazalara alışverişe gittik.

Meğer uzun zamandır, şöööööle arabayla uzun yola gitmeyeli hani olmuş. Söke de işimizi bitirip, Selçuk’a geçtik. Ben arkadaşın eşine “canımsın! Ciğerimsin!” sayhalarıyla Efes Meryem anaya gitmeyi kabul ettirdim.

Amanın öyle kalabalık ki! Müzeye girmeye kuyruk almış başını gitmiş. Bebeler ( dediysem 2 genç oğlan) mızırdanıyor. “Beklemeyelim acıktık, ne var burada? “ üleeen! Hemen teyze olarak kesin ve de haşin tavrımı koydum. “beni bırakın, otostopla dönerim.” Ba ba baaaa! Blöfe baaaak! Bir görseler yandığımın resmidir. Gelen otobüsler dolusu turist. Kimle nereye döneceğim.

Ama haklarını yemeyim. İyi çocuklar… Kaderlerine razı oldular. Zaten turnike halinde içeri giriyorsun. Bende torunum arabada ağlıyor kıtırını attım. Sıradan değilde önden girdim. Zavallı turistler ne bilsin benim zorda kalınca boyumca kıtır attığımı.

Dönüşte ortaklarda çöp şişin başına resmen göçtük. Anam babam! Orda da kalabalık. Servis neyim hak getire. Öyle acıkmışız ki! Hepi topu 2 garsonun elindeki şişleri kapacağız. DA bizden önce oturanlar, öyle alesta bekliyorlar ki! Sıkıysa sipariş sırasını şaşır… Seni şiş yerine onlar yerler.

Bağırış, cırlama, kendi ekmeğimizi kapma mücadelesinden sonra, karnımız doydu. Yüzümüz güldü, keyfimiz geldi.

Ortaklarda beni götüren ailenin eski tanıdıklarının çiftliği varmış. Hazır gelmişken ziyaret edelim dediler. Boynum kıldan ince. Nereye götürürlerse gideceğim.

Vay anasını sayın seyirciler. Bir çiftlik ki akıllara ziyan. İçinde her türlü ağaç, hayvan var. Bize 1 sofra kurdular ki! Peh peh peeeeeeh!

Kendi elleriyle yaptıkları; o canııım zeytinyağının içindeki nefis zeytinler. İnek sütünden yapılmış, halis mulis beyaz peynirler. Tavuğun hemen kıçından alınan yumurtalar. Tereyağın muhteşemliği. Arılarının yaptığı bal..

Kendimce nasıl pişman oldum. Ne vardı öyle şişleri göçürecek? Emme bilemezdik ki. Hoş Anadolu insanının nasıl evine geleni yemeden yollamayacağını unutmuşuz.

Zannetmeyin ki hepsinin tadına bakmadım. Çatlayacağımı bilsem de yedim. Hem de nasıl göçürdüm.

Yav biz şeherde 1 çuval para veriyoruz da, bütün gıdaların hormonlusunu yiyoruz. Aradaki lezzet farkı olamaz böylesine güzel…

Süt verelim dediler. Beraber ahıra gittik. İneklerin memelerini makineyle sağıyorlar. İlk gördüm diyebilirim. İnekle arama belli mesafe koydum. Tam seyrediyordum. İnek MÖÖÖÖÖ! Demesin mi? Boş bulundum veya korktum ne biliiim! Arkaya doğru sıçradım.

Bilin bakalım ne oldu? Ahırda tezeklerin üstüne kıç üstü oturdum. Sütü sağan ev sahibi gülmekten yıkılıyor. “Şeher hanımı ineği ne bilsin. Emme eyicene belledi gariiiii! Heç unutmaz.”

Altımın kirlendiğine mi yanayım? Rezil oldum ona mı yanayım? Arabaya nasıl oturacam ona mı yanayım? Kokuya mı yanayım?

Demokraside çareler tükenmezmiş. Evin hanımının şalvarı imdadıma yetişti. Sütleri de aldık. İneğin altından halis su katılmamış. Süt. Bana 5 kiloluk şişe. Arkadaşıma 5 kiloluk şişe. Onlar kalabalık tüketirler de ben?? Tek kişiyim. Yoğurt yapmasını bilmem. İçsem bitiremem.

Aklıma Cleopatra geldi. Neyim eksik diye, süt banyosu yaparım dedim DE, evimde küvetim yok. Tasla döksem vücidime yarayışlı olmaz. O Cleopatra ise ben de SEVGİPATRA olsam ne yazar?

Evde onu pişirecek büyüklükte tencerem bile yok. 3e böldüm. Pişti. Sokağımdaki komşularım ve kediler, süte doydu. Bayağısını da sütlü tatlı yaptım. Hala bitiremedim.

Pişkinlik bende diz boyu olduğu için; peynirden, zeytinden, yumurtadan, ayvadan, nardan istedim.

İyi ki gitmişim. Hem şirin insanlarla tanıştım. Hem de ucuz yazlık terlik buldum aldım. Şimdi taze bu yılın mahsulünden zeytinyağı almak için tekrar gideceğiz.

Onları çok sevdim. Bu sevmenin yiyeceklerle ilgisi yok. Desem deeeee! ( ne kötüyüm yavvv!) Sabah kahvaltıdan sonra bunları yaşayacaksın deselerdi. “hadi ordan layyn! Derdim.

Hastane maceram var. Onu da sonra anlatırım.

SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Ekim 10, 2007

KARMAŞIK DUYGULAR İÇİNDEYİM

Sarı yaz mevsimi başladı. Deniz ve hava ılıman, gün batımı harika. O kalabalıklar gitti. Bodrum bize kaldı. Tam keyif zamanı. Bütün yazdan kalan işlerimi bitirdim. Evimde canımın istediği gibi tembellik yapıyorum.

Çok yakın komşumun kızının düğün hazırlığı var. Bizim bahçede 3 gün yemek verilecek. Kınası düğünü, derken buranın düğünleri yıkım bence. Çeyiz serilmesi, deveyle ağırlık gelmesi, davullar çalması, saz ayrıca saz gelmesi. Eski adetlerin bozulmadan uygulanması öyle hoş ki! Mesela kına gecesi gelin ve arkadaşları “devren” dedikleri bildiğimiz bindallı elbiseyi giyiyorlar. Kına töreni sonrası kıyafet değişiyor. 3 gün bütün burada kim varsa öğlen ve akşam yemeklerini düğün evinde yiyor. Aşçı 3 gün için 950 ytl. Alıyor.( acil durumda kalırsam, bu mesleği düşünebilirim.) erzak da düğün sahibinden. Zor işler bunlar zorrr!

Akşamları dizilerim başladı. Her gece favorilerimi seyrederken, mis gibi çayımı hazırlıyorum. Keyif saatlerim başlıyor.

Zaten 2 kuruşluk keyfimiz var diyordum. Bir günde 13 şehit. Ertesi gün 2 şehit. Aman tanrım! Bu nedir? Bu nasıl bir acıdır? Bu nasıl yanan ateşler? Bu nasıl tahammül edilmez acıyla kıvranan aileler? Bu nasıl yitirilmiş umutlar?

Her gün gazetelerin 3. sayfasındaki vurdulu, kırdılı, ölümlü haberleri okuyup birkaç saniye vah dediğimiz bile olmuyor. Artık vaka-i normalden sayılıyor. Kiminin kafası atıyor. Töre, möre, köre, şööööle, kim kimi tutarsa yere yıkıyor.

İnsanlar normalde cinnet vaziyetinde geziyorlar. Dün pazardan dönerken, mahallede 2 kadın resmen saç baş kavga ediyordu. Sebebi de çocukları oyunda dalaşmış. Annelere şikâyet edince büyükler kapışmış. Çocuklar birlikte duvarın üstüne oturmuş onları seyrediyor. Şimdilerde kimseyle dalaşmaya da gelmiyor. Daaan diye b..k yoluna gidiyorsun.

Peki bizim Mehmetçiklerimiz… Doğunun sarp dağlarında sivil halkın güvenliği için, canları uğruna resmen savaş veriyorlar. Her asker yollama zamanında, davullarla ellerindeki kınalarla, arabalarla, Türk bayraklarıyla, dualarla askere yollanan evlatlar.

Hepimiz kendimizden biliriz. Ekonomik yapımız ne olursa olsun. Evladımızı yetiştirmek için ne özveriler, ne çabalar harcarız. Onlar büyüyene kadar nasıl zor günler geçiririz. Her ana babanın en büyük ideali. Kızsa okusun, mutlu evlilik yapsın. Erkekse, yine okusun, iş güç sahibi olsun. Veeee! Vatan görevi olan askerliğini yapsın. Bir de evlenip de mutlu olursa değmeyin ana babanın keyfine.

Sadece 15 şehit değil, şimdiye kadar ki yitirilen evlatlarımız sadece aileleri yıkıyor. Olay olunca Vaaayy! Oooooyyyy! Sayhaları atıyoruz. Ertesinde hepimiz normal hayatımızı yaşıyoruz. Ateş düştüğü yeri yakıyor.

O gencecik çocukların resimlerine bakamadım. Utandım. Sade vatandaş olsam da içimde kopan fırtınaları, ağzımdan çıkamayan feryatları, dile getiremediğim duygularım için UTANDIM…

Yurdumun doğusunda kıyamet koparken, bizler hala Türkbükündeki sosyete iskeleleri yıkılmasın. Pop stardaki şarkıcılar detone olmadan şarkı söylesin. Kadınlar feryat figan yardım istesin. Şıkıdık şıkıdık oynasın. Daha ne bileyim ne kadar umursamaz hallerimiz varsa hepsi devam etsin. Mehmetçiklerim ölüyormuş. Timsah gözyaşlarıyla dövünüyoruz.

Aslanlarım! Sizler bizim için canınızı ortaya koyuyorsunuz. Terör her millette var. Bu uğurda nice uğraşlar veriliyor.

Şehit Mehmetçiklerimizin ailelerinin acısını yüreğimde duyuyorum. Halen askerliğini yapan Mehmetçiklerimi de sağ salim evlerine dönebilmeleri için bütün kalbimle dua ediyorum. Unutmayın ki! Türk milleti olarak sizlerin arkasında duacıyız. Beraberiz.

Yakınlaşan şeker bayramınızı da kutluyorum. Hepinize hayırlara vesile olmasını diliyorum.

SEVGİYLE KALIN

Cuma, Ekim 05, 2007

KOYMA AKIL KUŞLUĞA KADAR OLURMUŞ

Yazın yorgunluğu mu? Gün dönümü mü? Akıl yine gitti. Aslında unutkanlık ve acayiplik hep var da suçu sezona, güne, ota, moka yüklüyorum. Yaptığım işlerin hangisini anlatayım.

Son zamanlarda benim için güzel de esnafa kötü huy edindim. Valla bilerek, kasten yapılmış şeyler değil. Alışverişe çıkıyorum. Ne alırsam parasını ödemeden yürüyüp gidiyorum. Uzun zaman burada yaşamanın faydasından bütün herkes tanıdığı için, çoğunlukla arkamdan seslenmiyorlar. Sonraki alışverişte kibarca hatırlatıyorlar. Bütün pişkinliğimle “neden seslenmiyorsunuz? Ya unutursam ne olacak?” “abla biz unutmayız. Sen de itiraz etmezsin. Biliriz ki mutlaka ödersin. Keşke paramız senin gibilerinde kalsa” şu Bodrum’u gel de sevme. Hala anlayış var. Bu dalgınlığım bütün çarşıyı kapsıyor. Pazar dahil. Büyük şehirde yap da göreyim. Eşek yüküyle sopa yersin.

Geçen gece gezmeye gittim. Aradan saatler geçti. Çantamdan sigara alacağım ki! Evimin anahtarı yok. Aman zaman derken yok Allah yok. Hemen benim sokağımdaki taksi durağını aradım. Şoför arkadaşı eve yolladım. Baktı VE anahtar kapının dışında takılı, kapıda açık. “Ne yapayım” diye soruyor. Kapıyı kilitle ve anahtarı benim bildiğim sota yere koy dedim.

Kipaya büyük alışverişe gittim. Arabayı doldurdum. Kasaya yanaşcam. Bir bey benim arabamı çekiştirip bağrınıyor. Bende sıkı sıkı tutuyorum. Bir gürültüdür gidiyor. Oranın güvenliği geldi. Meğer ben adamcağızın arabasını almışım. Üstüne de kendi aldıklarımdan koymuşum. Adam dediysem yaşlı ve asabi. Belki de asker emeklisi. (bunu kafadan salladım) kasanın önünde ikimizin arabasındaki aldıklarımız birbirine karışmış. Bizi yan tarafa aldılar. Önce ayrışın sonra kasaya gelin sıra çok dediler. Adam kızar ben gülerim. O daha çok kızar. Ben daha çok gülerim. Aldıklarımız ayrıştırdık ama bende 1 sürü azar işittim. Bu GENÇ yaşımda bu dalgınlık olur muymuş? İşte adamcağıza şarlamamak için en güzel bahanem bu GENÇ lafıydı.

Buzdolabım bozuldu diye taktım. Gece bakıyorum tık yok. Gündüz bakıyorum saat gibi çalışıyor. Yav bu dolap geceyle gündüzü nasıl biliyor? Neyse servisini çağırdım. Yalnız servis ve orda çalışanlar artık beni çok iyi tanıdıkları için. Hoş görüyorlar. Çocuklar geldi. Dolabın her şeyine baktılar. Meğer hava serinleyince kendisi otomatik olarak termostatını ayarlarmış. “şimdi 25 lira servis alalım mı? Aklın başına gelsin” dediler. Ağlanmaya başladım. En acınaklı yüz ifademle. Para verecek yerlerim ağğğğrıyoor, bağğğırıııyoor, dedim. De almadılar.

Çok sevdiğim arkadaşım kalp krizi geçirmişti. Üzüntülü günler geçirdik. Allahtan iyileşti. Umarım uzun yıllar sağlıkla yaşar. Ortak arkadaşımızı yolda gördüm. Ona hastalığından bahsettim. O da üzüldü. Aman telefon edelim de bende geçmiş olsun diyeyim dedi. Hemen sokakta BEN aradım. Ön görüşmede dediklerime bakın. “canııııım! Yanımda X bey var. Senin hastalığından bahsettim. O kadar (aklımdakiyle ağzımdaki tezata dikkaaat!) sevindi ki, oh oh dedi. Zavallı arkadaş da “Aaaaa! Sevinilir mi ayol yazıklar olsun!” yanımdaki arkadaş telaşla elimden telefonu aldı. Kırk yeminlerle öyle olmadığını, üstelik krizi kendi de geçirdiği için daha çok üzüldüğünü. Benim ne kadar abuk olduğumu bildiklerini falan söyledi. Bir zaman benle konuşmadılar ama eski dost olduğumuz için sonradan güldük.

Torunumla kızım daha bendeydi. Öğleden sonra kızım kendi odasında uyuyordu. Ben de eceyi salonda arabasında uyuttum. Ve uyanmasın diye yatağına yatırmadım. Bende salonda uyumuşum. Kulağıma çocuk ağlaması geldi. Uyandım. Yatak odasına gittim. Ecenin yatağına baktım çocuk yok. Büyük panikle uyuyan kızıma çığlıklandım. Ece yatağında yok nerde acaba ? kızım uyku sersemi öyle fırladı ki” ne yaptın çocuğuma? Biz deli gibi salona geldik ki! Kız arabasında mışıl mışıl uyuyor. Ben kızı arabada uyuttuğumu unut. Anasının aklını tepelere sıçrat. Kızım “eh aneeee! Olur da bu kadarı olmaz” dedi. Hiç yoktan elimiz ayağımız titredi. Panik olduk. Bir yerde iyi oldu. Zırp diye uyandık.

Cadde üstünde markete girdim. Gençten çocuğa önce aval baktım. Ne alacaktım diye ona sordum. O da şaş vaziyetinde bana baktı. Hah sigara dedim. Bu sefer ben ne sigarası içiyordum? Sordum. Çocuk hepten şaş kaldı. Bakışları korkuya dönerken gülmeye başladım. Gözüme ilk ilişen abuk marka sigarayı alıp çıktım.

Bunlar aklıma gelenler. Şimdi bunları okuyup da ne salak demeyin. Etrafıma bakıyorum. Herkes üç aşağı beş yukarı benim gibiler. Hepimiz yaptıklarımızı anlatıyoruz. Yok aslında birbirimizden farkımız. Ama biz menapozlu hatunlarız…

SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Ekim 01, 2007

RAMAZAN BİTİYOR,ANCAK KUTLUYORUM

Koskoca yaz nasıl geldi geçti. Anlayan varsa beri gelsin. 5 ay kızım ve torunum geldi gitti. Ayın 20 günü burada, 10 günü İstanbul’da. Ece (artık millet ezberledi. Torunumun adı oluyor.) mayıstan eylüle kadar 10 defa uçakla seyahat etti. Canısı babası, onu yazlıkta bol denize girsin, iştahı açılsın, mamalar yesin ki! Bu ayrı sorun. Meyve ve sebzeyi yemiyor. Hele domates! Ağzına sürmüyor. Hamur işi, et, pilav, makarna… Sevdikleri bunlar. Her şeyi iyi hoş da yemek yedirmek için aklınıza gelen ne türlü numara varsa yapıyoruz. Öyle ki! Denize girdiğimiz plajın personelini özellikle aşçısını, tencere kapaklarıyla bando yaptık. Nasıl gürültü anlatamam. Selamsızlar bandosu onların yanında filarmoni orkestrası gibi kalırdı. Ece yine de yemedi ama çok eğlendi.

Ecoş geldiğinde emeklemeyi bile beceremiyordu. Kuşum aşkım ona önce emeklemeyi öğretti. Atıyorum sanmayın. Yerde kuş yürüyor, o gidiyor. Sonraları da yürümeyi öğretti. Hoş bunun karşılığında Ece kuşun boynundan yakalayıp halıya 3-4 kere vurdu. Eyvah zavallı kuşum beyin kanamasından gidecek derken, o da alıştı.

Hele bir gün kuşun kafesinden tutup yere indirdi. Kafes ecenin kafasına düştü. İkisi de çok korktu. Tabi ki sular yemler etrafa saçıldı. Ece yemleri ağzına atmaya başladı. Biz anasıyla koşuştuk. Panik olan bizlerdik. Kuş Ece’nin tepesine kondu. Cırlak sesle “ECEEEEE! ECEEEEE!” diye feryatlandı. Bizimki de kahkaha atarak ellerini çırptı.

Kızdığımız insanlara “kuş beyinli “deriz. Hiç alakası yok. Valla! Bizden akıllılar. 1 kere Ecenin çocuk olduğunu anladı. Onunla resmen oyun oynadı. Kızın bezi değişirken yerinde durmadığı için, kuşum alnına konuyor ve onu oyalıyor. Görmeniz lazım. Kameraya çektik. İnanmayanlara belge olsun diye saklıyoruz.

Torun yürümeye başlayınca evin şekli değişti. Her eşya tepelerde, her şeyim karmankarışık. Olsun. Canı sağ olsun. Yavaş yavaş konuşmaya da başladı. Tadından yemelik oldu.

Bütün yaz sezonunda, gelen gidenlerden telef oldum. Hele bir arkadaşım beni çok gerdi. Hiç 1 şeyden memnun olmadı. Acıların kadınını oynadı. İçime darallar geldi. Allah’tan bende kalmadı. Artık mutsuz insanları çekemiyorum. Hepimizin ne dertleri var da oturup saç baş yolmuyoruz. Zaman içinde sorunlar çözülüyor veya çözülemiyor. Onun için peşinen ahhh! Vaaah’ etmek yersiz.

Yaş kemale erince ( bu lafa da sinir oluyorum. Gönlüm hala deli fişek.) yeni sloganlar buldum. “farım açık, yolum açık…” sekretin de faydası mı oldu bilmem.

Bu sene sezon erken bitti. Buralar bize kaldı. Sarı yaz başladı. Hava limonata gibi, deniz bardaktaki su gibi. Sahillerde pek kimse yok. Tam kafa dinleme zamanı.

Kızım evine kesin dönüş yapınca, kendi eski yaşantıma döndüm. Hemen uykularım öğlen 12 yi buldu. Geceleri de okuyabiliyorum. Uykucu turşucu özüm yine yatay vaziyetine geçmiş bulunmakta.

Bu arada mübarek ramazan da geldi. Oruç tutanlar için davul çalınınca keyif alıyorum. Ben tutamıyorum. Bütün iç organlarım açlıkta ters sinyal veriyor. Sevgili doktorum da orucu kesinlikle yasakladı. Her ne kadar tutamasam da top zamanını bekliyorum. Pideye bayılıyorum. 1 de hiç aklım ermez. Sadece ramazan zamanında güllaç satarlar. Yahu bu tatlı sadece ramazanda mı yenir? Mesela ben onu deli gibi severim. Diğer zamanlarlarda büyük marketler dahil ara ki bulasın?

Şöööööle bol sütlü, arasında Antep fıstığı, üzerine nar taneleri, gül suyu dökülmüş ağzımıza layık güllaç olsa da yesek. Valla daha yazarken ağzım sulandı.

Geçmiş yılın birinde ramazan zamanı bolca alıp stok yapmıştım. Lakin bayatlamıştı. O tadı yakalayamadım. Sevgili güllaç üreten kardeşlerim! Şunu her zaman yapın yaaaaa! Benim gibi sevdalıları alır.

Tam iftar zamanı oluyor ya! Her evde koşturma, çorba dumanları tütüyor. Topu bekleme, kalabalıkla oruç açma. Ne keyif… Evde yalnız olunca yemeğimi o sofraları hayal ederek yiyorum. (burada acındırak yapmış bulunuyorum. Yani demek istiyorum ki! Beni iftara davet edin yafuuu!)

Aha da bayram yaklaşıyor. Hoş bana her gün bayram da, canım seyahat istiyor. Tatil özledim.

Bana şımarık demeyin. Yaşadığım yer ayrı, tatil ayrı. Bakalım erenlerin sağı solu belli olmaz. Kafam eserse 4-5 gün bi yerler kaçarım.

Canlarım hepinizin ramazanını kutluyorum. Hava sıcakladı. Denizde çimmeye gidiyorum. Öpüldünüz efeeeeeeeeem!

SEVGİYLE KALIN