Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Pazar, Mayıs 28, 2006

GELEN POSTALARIMI AÇIYORUM. VALLAAA YAAA!

Anacıklarım sizden öyle ilgi görüyorum ki! Benim yazdıklarımı yakinen takip ediyorsunuz. Bazen sitem ediyorsunuz. Okumuyorum sanıyorsunuz. Koca bir yalan! Okumaktan keyif alıyorum. Bazen yanlışlarımı çıkarıyorsunuz. Bazen sevdiğiniz şiir ve yazılarınızı yolluyorsunuz. Onları yayınla diyorsunuz. Ya canlarım bu köşe bana ait. Sadece ben yazabilirim deeerrrrmiiişiiim! Ama valla billa yayınlayamıyorum. Özür dilerim. beğenmediğimden değil, yerim dar!

Artık şöhretim yurt dışına da taşmış. Türki cumhuriyeti memleketlerinden de mektuplar geliyor. Hele geçen gün taaaa! Elin Amerika’sının kanada’sından Alim beyin mektubu beni duygulandırdı. Canım Alim beyciiiim! Yaşını yazmamışın beni nerden buldun da okuyorsun. Sevindim yaaaa! Bir de tiryakim olmuşun. Seni çook öpüyorum. Taaaa! Kanada’ya kadar uzanır benim sevgilerim. Medeni halini de yazmamışın. Öhööm! Öhöööm! Belli mi olur? Kızın kısmeti nerden çıkacağı belli olmaz. Şaka bir yana, ordakilere bahusus selam ederim.

Tarsus’tan yazan Sevim kardeşim. (soyadlarını yazmıyorum. Belli mi olur? Belki kızarlar.) her güne bir yazı istiyorsun. Yavrum bu boyacı küpü mü? Aslında yazmaktan son derece keyif alıyorum. Ama artık iş kadını da oldum. Arkadaşla ortak JAVA motorları satmaya başladık. Bu arada koro çalışmaları devam ediyor. 8- TEMMUZ’da kalede konserimiz var. Ona da hız verdik. Bir de deniz sezonu açıldı. Ben manyak derecede deniz aşığı olduğum için, girmeden duramam. Hadi bakalım? Bu kadar işin arasında yazı yaz… seni de kırmamaya çalışacağım.

Şimdi ayrı ayrı hepinizi burada yazamam. Aynen “bakırköyden hale, lale, tüm mahalle.” dedikleri gibi. Sayamadıklarım için özür diliyorum. Hepiniz benim için gönlümde açan ayrı ayrı gülistanlarsınız. (rahmetli Zeki Müren aklıma geldi.) sanki tombaladan çeker gibi, postamdan seçerek yazmaya çalışıyorum.

Sivas’tan yazan Halil İbrahim kardeşiiiim! Sen ne diyoon yaa! Benim yazılarımdan yalnız olduğumu bilerek, beraber yaşayalım diyooooo! (evlenelim değil yaniiii) yok yaaaa! Anan güzel mi? bak kardiiiiş! Ben kafama göre yazarım. Şimdiye kadar benim ne çatlak, patlak, çılgın, olduğumu anlayamadın mı? Bak torunum oluyor diyooooom! Yaşlandım diyoooom! Böyle çok mutluyum diyooooom! Her yazdığıma göre kısmetim çıksaydı, ohooooo! Yine de bu düşüncelerinin olması için seni kınamıyorum. Şayet evlenelim deseydin belki düşünürdüm (!) beraberliğe yokum diyoooom…

İstanbul’dan bir kızımız yazmış. Aman ismimi yazma evdekilerden zılgıt yerim diyor. Ayol o isimden bir tek sende mi var? neyse evinde bilgisayara babası olmadığı zaman gizlice giriyormuş. Benim yazılarımı okumazsa uyuyamıyormuş. Bak seeen! Ya benim yazılarım uyku ilacı oluyor. Ya da çok eğleniyor. Hadi ben ikincisini algılayım. Yahu bu zamanda evde oturan kızdan neden PC saklanır ki! Acaba çetleşir de, namusu mu kaçar? Aslında o da doğru. Ya bu zamanda yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal… yasakları koyarak iyice arzu uyandırmaktansa, ona doğrusunu anlatmak en iyisi. Bak canım! Gerçekten çetleşirken dikkatli ol. Bu sanal dünyada olanlar hepsi hayal. Öyle düş kırıklığına uğramanı istemem. Yazdığın kadarı ile okula da gitmiyorsun. Evde canın sıkılıyor. Kendini geliştirmek için kitap oku. Eğer istersen sana kitap yollarım. Bana adresini ver. Ne tür kitap okumayı istersin? Söz sana yollayacağım.

Azerbaycan’dan yazan mehveş kardeşim. Bir de yazdıklarını gobat gobat okuyabileydim. Buradaki Azerilerden yardım aldım. Öyle içten yazmışın ki! Çocuğunu alıp buraya gelmek istiyorsun. Bence bu konuyu bir iyi düşün. Buraya gelen arkadaşların vardır. Onlardan sor soruştur. Bana gelmek istiyorsun. Hayatım ben her gelmek isteyene evimi açamam. Bunun imkanı yok. Sen çocuğunla orda daha mutlu olacağına yemin edebilirim. Buraya aldanıp gelme!

Tekirdağ’dan yazan ramazan! Sen de benden iş istiyorsun. Ailenle sıkıntı içindeymişin. İnan buna çok üzüldüm. Fakat ben ne yapabilirim. Körün değneği olsa kendine yapar. Bu maalesef büyük bir sorun. Sevin yine de şanslısın. Eşin çalışıyormuş. İyi ki 2 çocuğun var. böyle çalışmadan 7-8 çocuk yapanlar var. senin namına dua edeceğim. Elimden bir şey gelmez. Umarım tez zamanda işlerin yoluna girer.

Sevgili okurlarım…. İnanın yolladığınız tüm mektupları keyifle okuyorum. Yazmaya devam edin. Hepinize birden cevap veremem. Lakin hepinizi seviyorum. Veeee! Şapırdak, şupurdak öpüyorum…

SEVGİYLE KALIN

Cuma, Mayıs 26, 2006

YAŞLANDIKÇA ANAMA BENZEYİP GİDERİM

Rahmetli anacığımın sağlığında ne çok kavga ederdik. Anacım ne bulursa, lazım olur diye evin içinde bir yerlere tıkıştırırdı. Bir odayı sırf istediği gibi ıvır kıvırını saklasın diye ona tahsis etmiştim. Çarşıdan alınan poşetlerin hiç biri atılmayıp, bayağı büyük poşet köşesi olurdu. Çeşitli ipleri saklar, onları ucu ucuna ekler yumak yapardı.

Hayatım boyunca evimizde yardımcı kadın oldu. Onunla anneme çaktırmadan bazı eşyaları ve sakladığı lüzumsuz ıvır zıvırları atardık. Vallahi hepsini bilirdi. Kıyameti koparırdı. “ Hepsi bir gün mutlaka lazım olur, dursun” derdi. Bende gencim ya! oldum olası fazla eşyayı sevmem. Japonların ev döşemesi bana çok uygun. Ne kadar az eşya, o kadar kolay iş… tembellik içime işlemiş. Mutfak malzemem takım olsun. Makinelerim tamam olsun, yeter. Öyle şatafatlı koltuk, kanepe, masa gibi ıvır zıvırlar olmasa da olur. Hoş evde yerlerde oturmuyorum. Kendime kolay gelecek gibi eşyam var.

Annem ölünce, evi 3 günde attım, attım, attım… neler vermedim ki! Millet bayram etti. O canım halılar, yorganlar, bir ev eşyası verdim ki! Yeni bir ev donanırdı. Helal olsun. Güle güle kullansınlar. Ev bayağı hafifledi. Bir de senelerdir hiçbir şeyi atamadığım için, o içimdeki atma zevkini tatmin ettim.

Bu zaman içinde, bazı aradığım şeyleri bulamıyorum. Aklıma geliyor ki, atmışım. Haydi yeni baştan parayla satın alıyorum. Mesela bende poşet toplamaya başlamışım. Valla hiç farkında değildim. Bir ara baktım ki! Torba köşesi aynen anam zamanı gibi dolmuş. Ayıklayıp atayım dedim. Ne oldu biliyor musunuz? Hepsi lazım olur diye tekrar iç içe koydum. Eskiden yoğurt kaplarını anam saklar, ben atardım. Bir ara bahçeye çıktım ki! En az 15 tane çeşitli büyüklükte yoğurt kaplarını yıkamışım ve saklamışım. Onları ne için kullanacağıma dair hiçbir fikrim yok. Çiçek böcek ekecek halim yok. Zaten yeşillikten sadece sulama dışında anlamam. Hangi bitki ne zaman ekilir? Nasıl bakılır? Eh! Birkaç çiçek hasbelkader diktim. Şimdilik sağlıkları iyi, umarım tutar. Ama isimlerini bile bilmiyorum. Eeeee! Durum böyle oluca o yoğurt kaplarını ne yapacağım ki? Yine de atamadım iyi mi?

Bir de ip takıntım oldu aynen anam gibi… yolda belde bulduğum ipleri uç ucuna bağlıyorum. Bir torbada saklıyorum. Kızıma sık sık kargo yolluyorum. İp lazım oluyor. Bulamadım. Geçen gün hani bir yerimiz ağrırda bandaj yaparız ya! o bandajı pakette sardım. Anlayın artık. Anamı nasıl anmam? İşte demek ki her şey lazımmış. Dün arkadaşa hediyelik eşya gelmiş. Süslü ipleri vardı. Resmen istedim. İp topluyorum, ablalar! Ağabeyler!

Pet şişeleri de atmamışım. Buzdolabının yanı boş şişe doluydu. Eh lazım olur diye 4-5 tanesini ayırdım. Gerisini ATTIM… gerçekten attım. Kızım hamile ya! ona tülbentten küçük mendiller yapacağım. Yalandan burnum pinokyodan bile uzun oldu. komşuya verdim o yapacak. Nerde bende o beceri? Kenarlarına renkli kukalar lazım oldu. evde var getireyim dedim. Anaaaaa nerde var? attıydım ben onları, hem de koca bir torba… tekrardan çarşıdan satın aldım. Ekseri attıklarımı yeniden satın alıyorum.

Veeeee! Huyumda benzemeye başladı. Eskiden her şeye karışma diye ben kızardım. Şimdi ben her şeye karışıyorum. Hatta kızım da çoğu zaman kızıyor. Yetiştiğime yetişiyorum. Yetişemediğime de şapkamı atıyorum. Ah Halide anam ah! Demek ki bu çarkmış. Zamanla huyumuz değişiyormuş. Sana benzeyip gittim. Buna bazen kızıyorum, bazen de seviyorum. Yani karışık duygular içindeyim. Her ne şekilde olursa olsun, seni seviyorum. Rahmetle anıyorum. Bak torununun kızı oluyor. Sana zaten malum olmuştur. Sen kızları seversin. Umarım hayırlı, uğurlu, ayağı kademli evlat olur. Yine içlendim.

SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Mayıs 20, 2006

KUPAYI NASIL KAPTIK, ASLAN CİM BOOM!

Bu sezonu da tamam ettik. Maçlarla koca kışımız geçti. ama seneler sonra son haftaya kadar şampiyon belli olmadı. Evimde dijitürk var. maçları arkadaşlarla seyretmek yerine, kebapçıda büyük ekran seyrettik. Hem de FB maçını fenerlilerin arasına, 5 tane hasta CİM BOM lu… bizim için fener maçı önemliydi. GS nasıl olsa gelip gelecekti. Bir yandan tıkınıyoruz. Bir yandan içiyoruz. Bir yandan da yürekler Selanik, maçı seyrediyoruz. Son 15 dakika uzatmada nasıl oldu da kalbim durmadı? Bitmedi gitti…

Hakem bitiş düdüğünü çaldı. Hemen arabaya koştuk. Çalıştırdık. Camdan eşek kadar GS bayrağını açtım. Fenerliler bizi dövmeden son sürat kaçtık. Hiç bu kadar heyecan duymamıştım. Birden bütün bodrum sarı kırmızıya boyandı. Davullar, bayraklar, fişekler…

3 hatun nasıl deli gibi hem bağırıyoruz. Hem de turluyoruz. İskele meydanında toplandık. Halaylar çekiliyor. Her kafadan başka ses; bağırış, çığırış gırla gidiyor. Tanıdık tanımadık yüzlerce kişiyle öpüştük. Sokak faslı bitince arkadaşın barına gittik. Sarı kırmızı balonlarla süslenmiş. Artık tam cozuttuk. Ben ki! Yüksek volümlü müziği kaldıramam, deli çıkarım. GS uğruna çılgınlar gibi dans ettim. Sabah çorbasını da deniz kıyısında güneşin doğuşunu seyrederek içtik. Paçavra vaziyetinde eve geldim. Bu kadar kudurmanın sonunda 2 gün evde iptaldim.

Bu sevincimizin üstüne kabus gibi çöken, danıştay’a saldırı oldu. bu nasıl bir mantıktır. Fikirler konuşarak değil de cinayet işleyerek savunulur? Her gün gazetelerde okuyoruz. Aslanlar gibi Mehmetçikler, siviller, bebeler, halk ölüyor. Her ölümün düştüğü yer, alev alev yanıyor. Siz beni hayatı hep toz pembe görüyor. Günleri lay lay lom nerde çalgı? Orda kaldı. Sanmayın. Hepiniz gibi ben de olayları yaşıyorum. Hayatın pahalılığını en iyi bilenlerdenim. İşsizliğin ne olduğunu en yakın biliyorum. Günlerin getirdiği olayların karşısında duyarsız olmak, kendi hayatını yaşamak, dangalaklığın dik alasıdır. Ehh! Bende bu kadar dangalak ve vurdum duymaz olamam. İnanın içim yanıyor. Nerelerden nerelere geldik. Bizden geçti de Allah evlatlarımızı, torunlarımıza iyi günler göstersin. Okumuş, belli seviyeye gelmiş adamlar öyle kolaylıkla yetişmiyor. Ama birkaç saniyede de yok ediliyor. Ne kıymetlilerimiz gitti. Bunları hepimiz biliyoruz. Acaba o terörü yapanlar nasıl bir beyine sahipler ki! Gözleri hiçbir şeyi görmüyor. Allah sonumuzu hayır etsin demekten başka yapılacak bir şey yok.

19-mayıs gençlik bayramını da kutladık. Ama önce danıştaydaki ölen ve yaralananlar için, teröre lanet etmek için aynı gece Atatürk heykelinin önünde toplandık. Bayağı kalabalıktık. Mumlar yaktık. Çiçekleri atamıza sunduk. Onun için saygı duruşunda bulunduk. İstiklal marşımızı bayraklarımızla söyledik. Atatürk’ün gençliğe hitabesini hep bir ağızdan okuduk. İnanın nasıl tüylerim ürperdi. Ağladım. Bu ağlamanın içinde; kaybolan değerler, yitip giden kıymetler, yakılan canlar, yıkılan evler, Atatürk’ün emanetinin geldiği sonuçlar……… Hepsi vardı…

Evimin kapısına koskocaman 2 bayrak asmıştım. Bir haftadır Türk bayrağı ile GS bayrağı dalgalanıyor. Bayram yürüyüşüne (okulların kendi programlarından sonra, gece) elimde yine bayrağımızla beraber arkadaşlarla katıldık. Önde bando arkada bizler yani halkın kendisi… marşlar söyleyerek yürüyoruz. O coşkuyu, o içlerdeki heyecanı yaşamak ve görmek lazımdı. Belki 2 saat yürüdüm ve ayakta durdum. Bana mısın demedim. Başka zaman olsa nerdeee? Ben her şeyden şikayet etsem de, pahalılık desem de, adaletsizlik desem de bu yurdumu çook seviyorum. Halkımı seviyorum. Bence dünyanın en güzel cennetinde yaşıyoruz. Ne kadar kıyım yapsak da bitiremiyoruz. Bizim en güzel tarafımız, iyi ve kötü günde tek yürek olup onu yaşamamız. Makineleşmiş bir toplum değiliz. Bir de şu her şeyde kavgalar çıkarmasak, birbirimizi hasım değil de taraftar görsek, silahı kullanmasak, daha hoşgörülü olsak, sevinçlerimizi yasa döndürmesek, akılcı hareket etsek vallaaa bizi kimse tutamaz! Tadından yenmez… yine de ne olursa olsun TÜRKÜM demekten gurur duyuyorum. İyi ki Atatürk bizlere bu hakları vermiş. Zira şimdi size yazamaz, kapalı kapılar ardında kafeslerden bakardım. ATATÜRK’ün büyüklüğü düşündükçe daha iyi anlaşılıyor.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!!!

SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Mayıs 15, 2006

HAYVANLARI SEVİYORUZ MU ACABAAA! PEEEEEEH! SEN ÖYLE SAN…

Hani AB ye giriyoruz? Hani hayvan seviyoruz? Hepsi koskocaman bir palavraaaaaa! Bu yaşıma geldim. Bodrum’a gönül verdim. Hala yerlisi… sen yabancısın, ben yerliyim hesabını güdüyor. 35 senemi verdim. Bu yarımadayı seviyorum. Özellikle Bodrum’u seviyorum ama yaşayan yerlisi bu yaşantıyı burnumdan getiriyor. Bir laf vardır. “kendine Müslüman” diye işte bodrumlulara o yakışıyor. İster beni dava etsinler, ister çamur atsınlar vız gelir tırıs giderrrrr!

Benim bahçede beslediğim bir köpeğim var. işin aslını bütün yalınlığıyla anlatıyorum. İçinde hiçbir yalan dolan yok… bu köpeği arkadaşımdan aldım. Evimin bahçesinde kulübesinde besliyorum. Tek kusuru var. ezan sesiyle ona eşlik edip uluyor. Demek ki! Akp ye üye olmuş. (İşin latife kısmı) hayvan o kadar akıllı ki! Keşke bir insan o akıla sahip olsa diye dua ettiğim çok anlar olmuştur. Şimdi bu sokak köpeğini arkadaşımdan ödünç aldım. Zira evimin sokağına araba girmiyor. Eskiden ve de gençkene kimse peşime takılmazdı ve de emin şekilde kaldığım pansiyona dönerdim. Kızım buralarda büyüdü. Hiç aklıma kötülük gelmezdi.. ama devir devran değişti. O eski bodrumlu eşeğe binerken, mersedese binmeye başladı.. toprağından ne olur diyen altın buldu. Hepsi tembellik edip, yerlerini yabancı dediğimiz dışardan gelenlere verdiler. Para ve mülk sahibi oldular. Zaten olan mülklerini de kat be kat üstünde verip, rayici yükselttiler.

Bu memleketi sevmem demek yerlisini de sevmem demek değil ki!! Hala ben 35 senedir bunu yıkamadım: YERLİ ve YABANCI….Bunu daha içlerine sindirememişler ki! Kendi kabuklarında hala yaşıyorlar. Zannediyorlar ki! Dünyanın merkezi biziz. Her şeye muktediriz. (şu anda gecenin daha doğrusu sabahın 5 i ben bu duygularımı sizle paylaşmak zorundayım.)

Arkadaşımın köpeği KARAMEL bende yaşıyordu. Yaşıyordu diyorum. Zira o bilinen egoizm, benbilirimcilik, kendine Müslümancılık galebe çaldı. Yaşadığım evin yanında o kadar çok evde beslenen köpek var ki! Ama benimki sorun oluyor neden mi? hepsi birbirine akraba, hepsi aynı k….ba sı…yorlar… birbirlerini şikayet edemezler. Tek yabancı ben kalıyorum. Eeee! Vur abalıya misali, hemen şikayet ediyorlar.

O kadar kızgınım kiiii! Köpeğim ne varmış? Ezanda uluyormuş… uluyorsa ne olur? Ezan 24 saat mi sürüyor? yok efendim sinirleri bozuluyormuş. Yok yaaaa! Sanki benim sinirimi bozan hiçbir şey yok. Bir de o kadar korkaklar ki! Beni şikayet edip, kapalı perdeler arkasına saklanıyorlar. Eğer gerçek insansanız, benim karşıma geçip meramınızı anlatın. Kaçak güreşmeyin. Zabıta geldi de be oldu? 50 kere gelse ne olur? Siz biyerlerinizi yırtarsınız, ben haklı çıkarım.

Köpeğin boynunda özel tasma vardı. Havlamasın diye, yurt dışından gelmişti. Onu da almışlar ki, zabıtalar gelince iyice havlasın diye. Bakar mısınız? Neticede köpek yerine gitti. Benimde içim gitti. Şimdi sanıyorlar ki! Biz şikayet ettik de gitti. Hahaaaaaayyyt! Arkadaşım “cahille çuvala girme, onlar duvar gibidir anlamazlar. Biz kültürümüzle, insanlığımızla onları boğalım.” Dedi ve köpeği götürdü.

Hayvan sevmeyen, insan da sevmez… bunlar mahallenin Ali kıran, baş keseni olduğunu sanıyorlar ama çoooooook! Yanılıyorlar. Bir Bodrum’ a rezil oldular. Burada millet birbirini tanıyor. Hele hayvan severler ayağa kalktılar. Bu memlekette ki köpek sayısı başka yerde yok. Tabi ki köpektir. Havlar da ulur da. Bizlerin de köpeği var. (gelen zabıta bile söyledi. Benimde evde var. bunlar normaldir diye.) işte insan var, insancık var…

Daha fazla sinirimi oynatmayım. Sabah oldu. ne güzel horozlar, kuşlar ötüyor. Sevginin önemini bilmeyen insanlar, kazandıklarını zannederek güne başlayacaklar. Yaşasın KÖTÜLÜK…..kahrolsun İYİLİK… sloganıyla yaşayacaklar… vah yazık kere yazık onlara…… Tanrı size iyilik yapmayı bile nasip etmemiş…


SEVGİYLE KALIN

Pazar, Mayıs 14, 2006

ANALARIMIZI KUTLAYALIM

Her sene mayıs aynın ikinci Pazar gününü anneler günü diye kutluyoruz. Bir zamanlar hatırlıyorsam jarvis diye bir kız anası ölünce çok ağlamış, her gün mezarına kapanıp, ben nolacaaam şimdi? Demiş. Bakmışlar ki kız kendini telef ediyor. Bari anası öldüğü günü anneler günü yapalım da, hayır işleyelim. Hem kız sevinsin. Hem de bütün millet hediye alsın. Çarşı ekmek yesin. Demişler de kim demiş onu bilmem. Belki anası 26 haziranda ölseydi o gün olurdu. Yine de şükretmek lazım. Ya şubat 29 da ölseydi. Bak gariii sen şu işe? 4 yılda bir anamızı hatırlardık. Analarımız uzun sene bekleyip, iki hediye, çiçek alacak diye ömürleri biterdi.

Ben beni bildim bileli bu tip özel günlere bir türlü akıl erdiremedim. Hele yurdumuzda o kadar özel gün var ki? Hangisini kutlayacağımızı şaşarız. Özel haftaları saymıyorum. Bu özel hafta ve günleri seneye dağıtsan, normal sıradan gün kalmıyor. Tabii bazı günlerin önemini hepimiz bilemiyoruz. Mesela katma değer vergisi ödeme günü. taşıt pulu ödeme son günü. Şimdiyse en gündemdeki gün. Banka kredi kartı ekstresini ödeme günü. (bence bu en önemlisi. Atladın mı? yandığının resmidir.) şu günlerde hayvanları koruma günü de var. Köpekleri canlı gömen biz, bazı hayvanları (horoz, köpek, deve) dövüştüren biz, tecavüz eden biz, ayıyı kızgın tepside ayaklarını yakarak oyun öğretip para kazanan biz, sokak hayvanlarına türlü işkence ederek eğlenen biz… Ammaaa! Önemli gün gelince bar bar bağırıp, SEVİYOOOOZ! Deriz.

Enteresan günün birisi de ne diye sormayın? (Sorsanız ne olur ki!) sevgililer günü… sanki bütün sevgili olanlar bunu kutlamalı. Unutanlar yandı gülüm keten helva. Sevgilisi olan bir türlüüüü! Olmayan bir türlüüü! Olanların o günü mutlaka kavgayla biter. Hediye beğenilmez. Arkadaşı daha güzel kutlamıştır, kıskanılır. Aslında bütün bunlar çarşıya bereket gelsin diye konmuş. Bir de en sinir olduğum gündür. Ne yani! Benim sevgilim yok, hediye alamıyorum diye, karalar mı bağlayım. Triplere girip isteri krizinden hastanelik mi olayım. Benim başka aşklarım olamaz mı? en önemlisi sevmeyi bilemem. Sevgiyle bütün etrafımdaki canlı cansız varlıklarla mutlu olamaz mıyım? Peeeeh! Bu yuvarlak kafada sivri akıllar benim oluyor. Bütün yazdıklarımın arkasında aslanlar gibi duruyorum.

Şimdi gelelim fasulyenin faydasına! Yaniiii! Anneler gününe: bence anneleri kategoriye ayırmak lazım. Anne vaaar! Annecik var… Doğurup tohumuna para mı verdik diye sokağa atanlar… Kendi aşk keyfini yaparak çocuk peydahlayıp, öldürenler… Yuvaya verip, eli para tutunca sahip çıkanlar… Öz çocuğunu işkenceyle, öldüresiye dövenler… Çocuğu için hayatını feda edenler… Organını, kanını canını hiç düşünmeden verecek olanlar… Yemeyip yedirenler, giymeyip giydirenler… Daha bu örnekleri Rapunzel’in saçları gibi uzatabilirim. Sizce hangisi bu günü hak ediyor?

İnsan en iyi kendini bilirmiş. Yine kendimden yazacağım. Rahmetli anacımın tek veee pek kıymetli çocuğu olarak, son derece mutlu hayat yaşadım. Herkesin annesi kendine kıymetlidir. Emmeeee! Benimkisi bambaşka bir anaydı. Ölesiye şartlarını zorlayıp bana ultra hayat yaşattı. O zamanlar bunun farkında değildim. Ne zaman bende anne oldum. Anamın ne kadar fedakar olduğunu anladım. Umarım kızıma iyi ana oldum. Çoğu zaman abartıyorum. Biliyorum… elimde değil ki! Yılların alışkanlığını şimdi frenliyemiyorum. Onun hem ayaklarının üstünde durmasını, hem iyi vatandaş olmasını, kişiliğinden asla ödün vermemesini, kendini ezdirmemesini, iyi eş, iyi ana olmasını verebilmek yıllarımı aldı. Resmen kanaviçe gibi işledim. Her zaman derim. Ben seni ben değil, el beğensin, o da olmazsa yer beğensin. Eğer beni utandıran evlat olursan. Seni silerim. 3 gün ağlarım. 4. gün saçımı boyarım. Derdim. Yapacağımdan mı? Yoooooo! Ama bir takım normları almak lazım. Çok sevmek, her şeyine evet demek, şımartmak demek değil. Yalnız önemli olan şu var. Evladımın üzülmesi, mutsuz olması, tamir edilmeyecek kadar hata işlenmesi karşısında, gerçekten hayatım bitse de katil olurum. Şu yaşımdan sonra mapus damlarında yatmışım ne gaaam!

Amma da ahkam kestim. Yine kendimi tutamadım! Siz uçtun dersiniz. Anacımla çok yakın ve iyi ilişkiler yaşadık. Kızımla yine öyleyiz. Bir laf vardır. Şimdi toparlıyamıyacağım. Sallayabilirim . “insanlar! Ailesinden gördüğünü işler.” Meali böyle bişeydi. Yani aile görgüsünün çok önemli olduğunu anlatır. İyi aile çocuğu neden demişler? İşte bunun için…

Sevdiklerimizi hele analarımızı; tek bir günde değil, her gün hatırlayıp görüşmeliyiz. Teknoloji ilerledi. Telefon vaar! Bilgisayar vaar! Arayın canımcıklarım! Hatırlarını sorun? Gönüllerini, hayır dualarını alın. Biz kızımla her gün en aşağı 3-5 kere görüşmezsek biyerimiz eksik kalıyor. Şimdi o da anne olacak… beni daha iyi anlayacak.

Hak eden, etmeyen ne kadar analarımız varsa, hepsinin bu günü hayırlı uğurlu olsun. İyi ki anasınız! Siz ana olmasaydınız bizler şimdi size seslenemezdik. Hayattakilere uzun sağlıklı ömür, ölmüşlere de Allah’tan rahmet diliyorum. Bütün anaların ellerini muck muck öpüyorum.

SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Mayıs 10, 2006

BUNUYOR MUYUM ACABAAA!

İstediğim kadar gençlik taslayım. Vücidim özellikle beynimin o güzel kıvrımları artık beni dinlememeye başladı. Hani hepimiz okumuşuzdur. Agatha Christie romanlarında Hercule Poirot diye bir dedektif vardı. Belçika’lı soğukkanlı ve son derece zeki bir adamdır. Her kitapta işlenen cinayetleri araştırır. En sonunda beynindeki GRİ hücrelerinin yardımıyla olayları çözer. Hayatta çözülmeyecek cinayet yoktur der. Eğer olsaydı, benim şimdiye kadar birkaç tane cinayetim ve leşim olurdu. Hoş beni zorlarlarsa yine de düşünebilirim. Hele yaşlanınca kaybedilecek bişey kalmıyor. Daha kolay cinayet işleyebilirim. Leşim olabilir. İlgililere duyrulur. Ortaokuldan beri o romanları okudukça, benim gri hücrelerimin adedini merak ederdim. Gençkene oldukça bol miktarda olduğuna inanmıştım. Bir kere övünmek gibi olmasın. Acil çözümleri üretirim. Detaycı olduğumdan her işin en ince detayına kadar düşünür, planlar ve kotarırım. Organize yapmakta üstüme yoktur. (ne olacak bu kendini beğenme, ukalalık, narsizm, megalomanlık?) kızıma hep derdim ki “ seni ben değil, elalem övsün. Önemli olan odur.” Beni de millet pohpohluyor. Onu da biliyorum emme ille de kendimi beğenmesem çatlarım. Hatta o gri hücrelerin renginin bende siyah (abartıya bakın! Ennn zekiii demek oluyor.) olduğunu düşünürdüm. Ne bileyim? Gri demek yaşlı demek gibi geliyordu. Hani derler ya! insanların şakakları kırlaşmış, grileşmiş. Onu çağrıştırırdı.

Aslında eski kondisyonumdan pek bişey kaybetmedim. Fakat her geçen seneler ezip de geçiyor. Yaşama karşı verilen savaş, bende bir hoş yani aciyiip gerilikler yaptı. Şimdi olmadık unutkanlıklarım oluyor. Sizle paylaşmazsam çatlarım. Benim sizlerden başka kimim var? delidir ne yapsa yeridir diye beni çekiyorsunuz. Gelelim yaptığım bunaklıklara:

Geçen gün arkadaşa telefonda X bankasında buluşalım dedim. Bende Y bankasına gidip beklemeye başladım. Sonra kızcağız “nerdesin bekliyorum.” Bende bekliyorum filan dedik. Meğer değişik bankalarda bekleşiyormuşuz. Haklı olarak kızdı. Söyleyen benim, onun suçu yok ki!

Bu sene grip aşısı olmayı ihmal ettiğim için, bütün kış grip ve laranjitten kurtulmadım. İçtiğim soğuk likitlerden boğazım asla iyi olmadı. Geçen gün gene kötüydüm. Sağ olsun canım arkadaşım suda eriyen ilaç getirdi. Suya koyacağım ilacı sigara tablasına döktüm. Suyu da boş içtim. Güler misin? Ağlar mısın? Duuuur ! daha bitmedi. Burnum tıkalıydı. Açıcı damla aldım. Burnuma değil de, ağzımın içine sıktım. Tadı nasıl acıymış, buruştum. Burnum açılmadı ama, bağrınmaktan sesim açıldı. Kuşumun yem kabını bahçede üflerken, kabuğundan minicik parçası gözüme kaçtı. Yıkadım olmadı. Sildim olmadı. Ovuştururken iyice kabuk arkaya kaçtı mı? gözüm kıpkırmızı yanıyooor! Haydi eczaneye gittim. (sanki göz doktoruna kıran girmiş gibi.) mahallemizin fedakar eczacısı, benim gözü usturuplu yıkadı. (Usturubu nasılsa?) kabuk çıktı. Adamcağız dedi ki! “yaramaz çocuk gibisin. Ağzına, burnuna, gözüne bişeyler tıkmazsan rahat durmuyorsun.” Haklııı! Bunlar bu hafta içinde hastalıkla ilgili bunamalarım. Gelelim başka bunaklıklarıma…

Çamaşır makinem bozuldu diye adam çağırdım. Panik halindeyim. Şimdi bir çuval para gidecek. Neyse ki eski tanıdığım tamirci geliyor. Zaten bütün Bodrum beni nasıl tatlı kaçık olduğumu biliyor. Adamcağız makineye çekap yaptı. Bişey bulamadı. Birde çalıştırayım dedi. Fişin olduğu yerde havluluk var. üstü kapalı. Onu açtı ki! Anaaaa! Fiş takılı değil…. Meğer temizliğe gelen kadın, banyoyu temizlerken fişi çekmiş. Üstüne de havluları asınca, al sana makine arızası. Ne diyeceğimi şaşırdım. wat fayda? Neyse ki adamcağız alışık. İçinden kızsa bile, olabilir dedi. Ayak parası aldı. Bu da bana ders olsunmuş.

Televizyon uzaktan kumandası çalışmıyor. Piline baktım, değiştirdim, yine tık yok. Gene aldım tamirciye götürdüm. O gece kalkıp, elle kanal değiştirdim. Ya nasıl kolaylıklara çabucak alışıyoruz. Kalk düğmeye bas, otur. Her beş dakkada bir kalk otur. Anam ağladı. Eskiden ilk siyah beyaz televizyonları nasıl keyifle seyrederdik. Hoş o zaman tek kanal olunca, zaplama keyfi yoktu. Sonra özel televizyonlar çıkınca, gönüllü kalkıp değiştiriyorduk. Vay beee! Nasılda tembelliğe alışıyoruz. Tamirci kumandaya baktı. “abla bu TV kumandası değil ki! DVD oynatıcısı. TV kapalıyken bu çalıştırmaz ki!” al bakalım buradan yak… popoma bakarak, kös eve döndüm.

Bunları size çoğaltabilirim. Yaptıklarımdan roman çıkar. İyisi mi burada keseyim de benim ne kadar dağıldığımı görüp de daha fazla rezil olmayım.

Bana söylesenize yaaa! Tek ben miyim? Yoksa sizlerde de böyle akım karışıklığı oluyor mu? Akım derken, b……m diyor musunuz? Bir gariplik var ama çözemedim. Demans mı? bunama mı? alzaymer mi? yoksa gri hücrelerim direk beyaza mı döndü? Bana yazın canımcıklarım.. ne yazcaksınız? Kime yazcaanız? Sen kimsin? Ben nerdeyim? Hööööööö?

SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Mayıs 06, 2006

HIDIRELLEZİ KENDİMİZCE ŞEYETTİK

Kendimi bildim bileli her 5-mayısta hıdırellezi kutlarım. Bu hıdırellezin kutlama etkinlikleri her yerde farklı oluyor. Hangisini olmayan aklımda tutacağımı bilmem. Her sene de farklı kutlarım. Sadece gül dalına asılanlar demirbaş olarak durur.

Mesela bu sene, önce uzuuun! Bir mektup yazdım. Kime diye sormayın. Tabi ki tanrıya…içimden ne geliyorsa, ne istiyorsam yazıyorum. Yalnız eski yazdıklarımı sakladığım için biliyorum. Kağıtların ebadı küçük takvim yaprağından başlamış. Giderek büyümüş. Derken A 4 kağıdının önü arkası doluyor. Hem de en ufak boy yazıyla. Yani kargacık burgacık derler ya! aynen öyle. Bundan şunları çıkarıyorum. 1-Yaş ilerledikçe istekler de çoğalıyor. 2- istekler olmayınca, üst üste birikim oluyor. 3- aile büyüyünce kendini unutup, ailen için daha fazla şeyler istiyorsun. 4- bunların hepsi birden olup, devamlı zamlı istekler oluyor.

Bugün oturdum. Yine her zamanki gibi A 4 kağıdına yazdım. İki yanı doldu. Annnaaaa! Baktım bitmedi. Demek ki bu yıl abarmışım. Ama eski yazdıklarımı okuyorum. Çoğu olmuş bile. İnsanoğlunun yaşadığı sürece istek ve beklentileri bitmiyor. O iş bitti. Sıra para koymaya geldi. Çok komik yaaa! Hani şimdi tedavülden kalkan 1 milyonluk kağıt para var ya. Onun üstüne önce 1 milyar yazmışım ( resmen yazıyla) o olmamış, 500 milyar demişim. O da olmamış. En son 1 milyon dolar yazmışım. Aynı paranın üstüne mavi kalemle, yeşil kalemle, kırmızı kalemle bütün bu para birimlerini yazmışım. Okuyunca yılların enflasyona nasıl yenildiğini anlıyorsun. Lakin 1 milyon dolar sabit kalmış. Ehhh! İyi para! Demek ki azla yetinen kadınım peeeeeah! Sonra hııııııımmmm! Hah! Yazılı dualarım var. onları da ilave ettim. Bahçemde gül ağacım var. Tomurcuk pembe gülün sapına iğneledim. Resmen sap ağırlıktan büküldü. Tabi ki benim ev her zamanki gibi şenlikliydi. 4 arkadaşım evlerinde gül olmadığı için bana geldiler. Hepimiz kendimize göre dallara isteklerimizi salladık. Kırmızı kese dikmek lazımmış. Eeee! Kumaş yok. Kırmızı fularım vardı. Hemen arkadaş kesip, kafa hesabına göre minik keseler dikti. Öyle şık filan sanmayın. Beyaz iplikle, teğellenmiş dandirik keseler. Neyse gece operasyonlarımız bitti.

Sabah güneş doğmadan saat 4 de bir arkadaşın görevi, bizi uyandırmaktı. En zor ben kalktım. Resmen süründüm. Bahçedeki yapılanları toplayıp, onlara götüreceğim. Yalnız millet kafasına göre asmış. Eeee! 4 tane gül ağacı var. hava karanlık. Uyku sersemiyim. Nereye astınız ulan bulamıyorum. Bahçeyi söylenerek talan ettim. Kendiminkini özenle koydum da onlarınkini aynı yere koymuşum. Yani anlıyacağınız istekler karıştı. Neyse deniz kenarına gittik. Yazdıklarımızı, niyetlerimizi denize atacağız. Haydi bir kavga! Mektuplar karışmış. Tekrar okundu. Ayrıştı. Bu sefer birbirininkini başını dahi olsa okudukları için, hepsi bana hücum etti. Nerdeyse beni denize atıyorlardı.

O saatte sadece biz deliler dışarıdayız sanıyordum. Aman kardiiiş! Yarı bodrum kadınları ordalar. Hiç erkek yok. Bu hıdır ve ilyas efendiler bizi daha çok seviyor. Mektupların içine taş sardık. En uzağa atan seviniyor. Nedenini çözemedim. Kumlara ayrıcana da sopayla istek resmi yaptık. Dalga alıp götürsün diye. Kardeşim o saatte deniz bile uyuyor. Ne dalgasından söz ediyonuz yaaa!

Ertesi günü öğleye kadar uyuduk.( benim normal kalkış zamanım.) evde oturulmazmış. Haydi bakalım kahvaltıya gidildi. Bilin bakalım nereye? Yakın canııım! Milas’ı geç Bafa gölüne gel. Orda köy kahvaltısı veren harika bir yer var. gölün üstüne iskele yapmışlar. Göl üstü kahvaltı. İşte oraya gittik. 4 hatun rejim kelimesini unuttuk. Sadece yedik.

Hazır buraya kadar gelmişken Milas’ın roman köyü, dibekderesi var. oraya gittik. Geçen sene kent tv deyken hıdırellezde çekim yapmıştım. Beni tanıyorlar. Aman kardeşim! Ne eğlence, ne eğlence…. Bu işi esas romanlar biliyor. Bizi gördüler. Hemen masayı bahçeye attılar. Ne kadar saz varsa ortaya çıktı. Zaten hepsi başlı başına bir virtiyöz. Epten çalarlar be yaaa! Gacılar da nasıl göbecik atarlar… küçük şorşaklar (çocuklar) potansiyel dansöz. Saat 4 oldu. mezeler geldi. Davullar çalıyor. Bir saz takımı ki peeeeeh! Ortaya ateş yakıldı. Millet üstünden atlıyor. Ben korkarım atlamam. Benim için özel minicik çıra yaktılar. Onun üstünden atladım. Öyle çalıyorlar ki. İnsanın kanı kaynıyor. Ne oynadık, ne oynadık. Hıdırellez bahane, oynamak şahane…yedik içtik. Akşam yola çıkıp, leş vaziyetinde yorgun ama mutlu evlerimize dağıldık. İyi ki hıdırellez oldu. hem dileklerimizi yazarak resmen deşarj olduk, hem de oynadık, güldük deşarj olduk. Bunu sık sık yapsak diyorum. Tek kusuru sabah karga b…kunu yemeden uyanmak. Ehh! Bu kadar kusur kadı kızında da olur. Diiiimi! Amaaa!

SEVGİYLE KALIN

Cuma, Mayıs 05, 2006

BİR ZAMANLAR MAZİYE BAK! NE KADAR ŞENDİK

İstanbul’da torun alışverişinden fırsat bulup da gece bir yemeğe gidemedim diye hayıflanacaktım. Kuzenim emrivaki yapıp beni evden sürüyerek çıkardı. Onlarda yemek yiyip, kafa çektik. Tabi ki! Ailenin büyükleri içmeye başlayınca ne olur? Mazi gözümüzde canlanır. Vay efendim! Eskiden ailecek neler yapardık? Kimlerle gülmüş, kimlerle ağlamıştık. Yitilip gidenler, aileye yeni katılanlar falan filan. Tam seroş muhabbeti…

Laflarken kuzenimin bekar günlerine döndük. Ankara’daki bekar evini konuştuk. Veeeeee!!! Bana harika bir sürpriz yaptı. Şimdi çoook eskilere geriye döneceğim. Bunun adına “background” diyorlar.

Ben eskiden de söylemiştim. Konya ilk öğretmen okulunun 1966 mezunuyum. Ankara’da yaşayan ailemin tek çocuğu, ilk torunu olarak pek kıymetliydim. (şimdide değişen bir şey yok. Aynı naz niyaz devam ediyor.) ilk defa yatılı okula gidince, intibak etmem çok zor oldu. Haftada bir 2 saat çarşı iznine çıkardık. Ben o izinde okuldan kaçmaya karar vermiştim. Bunu da en samimi arkadaşıma söylemiştim. (adı Nimet’ti Polatlı’lıydı. Bana 3 sene bebek gibi baktı.) o arkadaş öğretmene beni ispiyonlamış. Öğretmenim (edebiyat öğretmenimdi. “Gülsevin Çiçekli” ) izine çıkarmadı. Beni sosyal kollarda öyle görevler verdi ki! Kaçmayı unuttum. Eğer öldüyse, Allah rahmet eğlesin. Onun sayesinde öğretmen oldum. Bende hakkı çoktu. Bu arada ben de sınıf geceleri sunardım. Cumartesi geceleri resmen Konya eşrafı seyretmeye gelirdi. Küçüklüğümden beri özel olmayı, aktif olmayı, sahne olayını sevmişimdir. Okulda son sınıfta da öğrenci başkanlığı yapmıştım. 1964-66 arasında bayağı değişiklik yapmıştım. Okul müdürümüz rahmetli İhsan Baykal beni kaç kere okul bahçesinde kovaladı. Yakalasa artık nasıl dövecekti. Şiir gecesinde ben Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “dağ başında avcı kulübesi. Ocakta ateş, dışarıda rüzgar” diye devam eden erotik şiir okumuştum. Sahneyi kırmızı lambalarla donatmıştım. Teybe de bessame mucho koymuştum. Şimdi düşünüyorum da resmen pavyona çevirmişim okulun sahnesini. Hem şiirde birinci oldum. Hem de müdür elinde odunla beni kovalamıştı.

1964 yılında okula alışamadım yaaa! Canım dayıcığım bana eşek kadar olan TK 23 GRUNDIG marka teyp hediye etti. O zamanın en popüler teybiydi. Ben etütlerde ders çalışmaz teyp dinlerdim. Yatakhanede özellikle üst ranzayı seçtim. Koğuş gibi yatardık. Lambadan kaçak elektrik alırdım. Bütün arkadaşlar müzik dinlerken uyurduk. Koskocaman makara teyp, çal babam çal! Bitmezdi ki. Evden gelen harçlıklarımı 45 lik plaklardan teybe kayıt yaptırmaya harcardım. Aman ne romantik şarkılar…

Müzik dinlemekten ders mers hak getire… bütün derslerin sayısı 17 taneydi. Ben ilk dönemde sadece müzik dinledim. Sosyal faaliyetlerle uğraştım. Rahmetli anacım sordu.”kızım karnen nasıl gelecek?” süpeeer! Çok iyi dedim. Amma! İlk karnemde tam 13 dersten zayıfım vardı. Bana teyp alan dayım, karneyi görünce teybi elimden aldı. Eski evimizde anneannemin kümeste tavukları vardı. Beni oraya en az 5 saat hapsetti. Sınıfı geçmezsem kimsenin beni sevmeyeceğini söyledi.

Her şeye dayanırım da sevgisizliğe aslaaa! Valla ikinci dönemde tuvalet ışıklarında battaniye altında ders çalıştım. Sınıfı ikmale kalmadan geçtim. Sonra da diğer senelerde teybi okulda çalmama izin verdiler. Zaten okulda da kaçak çalıyordum. Ama o bana çok keyif veriyordu. Beni motive ediyordu.

Okul bitti. Seneler geçti. yaşamın getirdiği şartlarla ben o teybi unuttum gitti. Zaten şimdi akşam yediğimi unutur oldum ya! Bu da gençlikten kaynaklanıyor.

Şimdi dönelim o kafa çektiğimiz geceye! Kuzenim içerden benim TK 23 teybi getirmez mi? önce kal geldi. Sonra dumur oldum. En son da çığlıklar attım. Veee! Resmen çalışıyor. Resmen makaradan ses geliyor. O zamanın müziklerini dinliyorum. Borumu buuuu! Seslerden kim olduğunu çıkarmaya çalıştık. Barış Mançolar, Füsun Önallar, daha kimler! Vallahi de billahi de o anda zeroş oldum. Anaaaam! Ne kadar eskilere gittim. Bir de kuzenime kızdım. “bu benimdi neden şimdiye kadar vermedin” diye. Bazı düğmeleri çalışmıyor. Ses bazen kayıyor. Kuzenim teybin kafasına arada zeytin yağı sürüyormuş. Acaba bir marka var mı diye sordum. Belki alıştığı makine tadı vardır. Bunun anlayan bir tamircinin görmesi lazım derken. Ertesi günü bir arkadaşım çaya çağırdı. Oraya da Konya’lı kankam geldi. Meğer o da bir hurdacıdan aynı teybi satın almış. Konya’da bunu tamir eden yaşlı bir adam varmış. Adını ve telefon numarasını verdi. Amanın! İlk fırsatta teybimi alıp Konya’nın yolunu tutacağım. Hem hanidir Konya’ da tandır kebabı yemediydim.

Hadi gene kedi gibi 4 ayağımın üstüne düştüm. Bana gene yol göründü. (zaten hadi desinler, kapı önündeyim.) Evde saklamıştım. 2 tane makara teyp bantı var. bu hafta temizlikçi yardımcımla evi talan edip,bantları bulmalıyım. Yaşasın! Mazime döndüm!

SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Mayıs 04, 2006

GELİYOOOR ! GELİYOOR! ECE GELİYOOR!

İstanbul- Bodrum arası gide gele, şimendiferin tekerine döndüm. Emme velakin hayatımın en keyifli seyahatleri oldu. görmemişin torunu oluyormuş. Sevincinden delenmiş vaziyette, kafayı sıyırmış. Umum Türkiye’nin bütün bebe malzemesi satan dükkanlarını talan etmek. Gözümün gördüğü, elimin erdiği her şeyi alayım istiyorum.

Ben doğuralı yıllar geçmiş. ( yıl sayısını yazarsam. Kızım kızar. ) meğer bebek malzemeleri nasıl gelişmiş. Bizim zamanımızda diye başlayıp, ahkam kesmek beni kesmez. Demek ki her nesilde doğumdan tut, malzemeden çık. Devamlı değişiyor.
İstanbul’da ilk gittiğim bebek malzemeleri satan mağazaya girdiğim zaman resmen dumur oldum. Bazı satılan malzemelere takmış vaziyetteyim. Mesela erkek ve kız diye 2 cins var ya! ( sanki 3. cins varmış gibi… O dedikleri cinsler bana kızmasın.) bütün eşyalar 2 renk üzerine yoğunlaşmış. Kızlara pembe, erkeklere mavi. Tıpkı nüfus kağıdı gibi klişeleşmiş. Ya! kardeşim! Başka renklere kıran mı girdi? O güzelim sarılar, yeşiller, cart kırmızılar, siklamenler, morlar, eflatunlar nerde yaaav!

Banyo küveti alınıyor. İçine de süngerden rahat yatsın diye vücut şekli almış banyoluk satılıyor. Ufacık bişey vardı. Ne olduğunu çıkaramadım. Sordum. Gene renklere göre cinsiyet ayrılmış olarak dizlik dediler. Nasıl yani dedim. Çocuk emeklerken dizine takılıyormuş. Dizleri zedelenmesin diye. Bababababa! Halıya yere sürtse noluur? Bizim canımız yok muydu dermişim. Hele şunu okuyun! Başa geçen lastikten bir şapka. Ortası delik, başa geçiyor. Kenarları çepçevre dolanıyor. O ne ki? Dedim. Çocuk yıkanırken, şampuan gözlerini yakmasın diyeymiş. Ya! kardeşim! Çocuğu arap sabunuyla yıkamıyoruz ki ! zaten bütün bebe şampuanları göz yakmıyor. Yoksa martaval mı atılıyor? Şöööle anam babam usulu, bebeği yıkarsın paklarsın olur biter. Zaten onu görünce içimden “ohaaaa!” dedim. Şimdi sizde bana “ ohaaaa” demeyin. Valla öyle züppelikler yapmışlar ki!

Bizim kıza hakiki samur (cinsini salladım. Sadece yumuşacık olduğunu biliyorum) saç fırçası, tarağı alındı. Manikür takımı ( valla törpüsü bilem var) alındı. Ben cozuttum simli siklamen renkli bebe ruju var mı diye sordum. Yatağın yanına, üstüne neler takılıyor. Disko gibi ışık ve renklerle bebe modelleri görüntüleri müzik eşliğinde dönüyor. Yatak kıpraşmalı. Basıyorsun kendinden sallıyor. Vah bizler vaaah! Ayakta sallardık. En fenası da ana baba karşılıklı durur, çarşafla bebe sallardık. Ne kol kalırdı? Ne de ayak! Şimdi yatağın yanına bir alet takıyorsun. Bebe ağladığı zaman ne maksatla ağlıyor? Acıktı mı? gazımı var? altı mı kirli ? sana söylüyormuş. Vaaaaayyy beeee! Teknolojiye baak! Bakalım hele bir hayırlısıyla doğsun, deneyeceğiz. Eğer bu söyledikleri doğru çıkmazsa o zaman ben aptallığıma ağlayacağım. Onu iyi biliyorum.

Faydalı malzemelerde var. biz gece yarısı mama derdine düşerdik. Bebe ağlamadan çatlardı. Şimdi ise hazır mamayı termosa koy. 35 derecede dursun. Bebe hık dedi mi? hemen ağzına tık. Biberonları temizlemek dertti. Şişe fırçasıyla yapardık. Şimdi biberon steril makinesi var. 4 biberonu aynı anda steril yapıyor. Hemi de çok kısa zamanda. Bebek yemeği hazırlama kapları var. elektrikli 3 kat. En kolay şekilde sağlıklı yapıyor. Daha neler neler…

İnsanın başına gelmeyince bazı sektörlerden hiç haberi olmuyormuş. Ben de torun sahibi olcam ya! kültürüm artıyor. Meğer ne kadar bilmediğim varmış. Şaş vaziyetinde geziniyorum.

Bir de anne karnında bebe Mozart dinliyor. Anne banyoda suyun altında konuşuyor. Kızımın banyoda şarkı söyleyip, konuşmasını duyunca, keyiften sandım. Yoook! Öyle değilmiş. Bebek su sesiyle anne sesini bitleştirip, doğunca banyoda ağlamayacakmış.( rahim içinde yaşıyor sanacakmış.) peeeeeeaaah! Özel müzik, masal cd leri hazırlandı. Şimdiki çocuklar şanslı doğuyor.

Anaaaaaa! Ben yazıya esas ne yazacaktım. Nerelere geldim. En önemlisi. Anne ve baba uzun düşünmeden ve de eğlenmeden sonra isimde anlaştılar. ECE oluyor. Anne ismi AHU ( ceylan demek) kızı da ECE ( kraliçe demek) hepimiz çok beğendik.

Şimdi ailemizin göz bebeği tatlım gıymatlım, ECE hanımefendi!... dünyaya sağlıkla, bereketle, ailene hayırlısıyla teşriflerinizi bekliyoruz….

SEVGİYLE KALIN