Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Çarşamba, Temmuz 26, 2006

MİKROP SANATA BULAŞAMAYACAK

Bilmem size söylemiş miydim. Kaledeki o harika konserden sonra bizi seyreden eski dostum GÖKSENİN ÇAKMAK koroyu İzmir TV ye çıkarmak için teklif yaptı. Kendisi her Salı sabahı 10.30-12.00 arası canlı program yapıyor. Sesi yumuşacık, esprileri düzeyli, kelime seçimi ve kültürüyle çok hoş saatler yaşatıyor. İzmir tv. Bölgesel kablolu yayında ve internette yayın yapıyor. Bizim gerçekten devlet korosu ve solistleri gibi verdiğimiz konseri sadece Bodrum kalesindeki coşkulu kalabalık değil, daha fazla seyirci izlemeli diye düşünmüş. Sağ olsun. Cuma sabah 10.30-13.00 arası 2.5 saat süren matine show diye bir programı uygun gördüler. Orada mikrop diye bir çocuk var. programı o götürüyor.

Uzun telefon trafiğinden sonra 28-temmuz- Cuma gününe bizi davet ettiler. Bizim konser sonu tatile girdiğimiz için, koro arkadaşlarımız işlerine güçlerine dağılmışlardı. Haydaaa! Yeniden millet işini ayarladı. Hocamız taa! İzmir’den geldi. Perşembe başladık. Pazar gününe kadar hocamızın bu program için özel hazırladığı repertuarı durmadan çalıştık. Toplu gidişler gelişler ayarlandı. Kalınacak yer ayarlandı. Sıkı hazırlandık. Zaten bizim hocamız hep gurur duyduğumuz canımız Ege Üniversitesi Öğretim üyesi HALİL İBRAHİM YÜKSEL işine aşık insan. Biz BODRUM BELEDİYESİ TÜRK MUSIKİ DERNEĞİ olarak, en duyulmamış şarkıları icra etmek. Tam bir profesyonellik ciddiyetiyle müziği doğru icra etmek en büyük amacımız. Buraya kadar her şey normal gitti.

Geçen Cuma biz Akhisar korosunu misafir eden aynı programı izledik…. Amannnıııııın dostlar! Aman ki aman!!! O mikrop denilen çocuk tam 2.5 saatte koroya hiç sarkı söyletmediği gibi, sadece sololara yer verdi. Oda 7-8 tane. Bizce esas olan her nerede olursa olsun koroda olan insanlar eşittir. Erkekler kahvede gele atmaktansa, hanımlar gün düzenleyip dedikodu yapmaktansa koroya gidip şarkıları meşk etmek kadar keyifli bir hobi olamaz.

Akhisar korosu elemanlarını sözde tanıtıyor. Mehmet Ali Erbil’in ve huysuz virjinin kötü modeli. Aklı sıra show yaptığını sanıyor. Argo kelimeler. Taklit ettiği kişilerin alt yapıları sağlam olduğu için, açık espri bile zeka ürünü oluyor. Bu çocukta alt yapı da yok. Dolayısıyla zekadan kaynaklanan sıkı esprilerde yok. Canlı yayında yaşlı başlı koro elemanları zavallılar sadece gülmekle yetindiler.

Biz programın formatını görünce nasıl panikledik? Ben de geçen sene bodrum KENT TV de 20 program çekmiştim. Hem de benim yayın saatim PRİME TİME olan cumartesi gecesi haberlerden sonra veriliyordu. Müzikle eğlence ağırlıklıydı. Ama polis gününde sağ olsunlar. Muğla organize suçlar md. Bodrum Em. Md. Ve üst düzey görevli polislerimizi ağırlamıştım. Onların özel isteği üzere müzik ve şarkı bölümünü tümden kaldırmıştım. Format bozulmuştu ama gasp, uyuşturucu, çeşitli suçların masaya yatırıldığı harika yararlı bir program meydana gelmişti. seyreden hiç kimse de neden müzik yok demediği gibi, çok faydalandıklarını iletmişlerdi.

Baktık ki! Bizim çizgimizle mikrop arasında korkunç uçurum var. Bizim hoca ve koro elemanları dahil, canlı yayın sırasında yapılacak sululukta stüdyoyu terk ederdik. bizim kaybımız olmazdı. O çocuğun programı rezil olurdu. Bunu önlemek için gerek Göksenin bey, gerek ben yine telefon trafiğine başladık. İstediğimiz sadece esprilerin daha düzeyli, daha ciddi olmasıydı. Tabi ki konuşma ve şakalar da olacaktı. O mikroba da anlatıldı.

Mikrop tatile çıkıyormuş. Yayın sorumlusu da “o 2 hafta yok. Ancak mikrop gelince program olur. Formatı da değişemez. İşlerine gelirse” demiş.

Sanırsınız ki! Prime time da reytingler yıkılıyooooo! Öylesine kıymetli program. Millet anayasayı değiştirebiliyor. Bu format aslaaaa!
Zaten biz programın içeriğini bilmeden söz vermiştik. En az 27 koro arkadaşlarımız, 11 saz sanatçısı ki! Hepsi konservatuarın pırıl pırıl öğrencileri ve öğretim görevlileri. Vallahi de billahi de bunu dinleyenler söylüyor. “Bu koronun verdiği konseri biz her yerde dinleyemiyoruz. Esas müzik bu.”

Böyle tutumda olan tv ye gitmemek en iyisi olacaktı. Bizde öyle yaptık. Biz asla kaybetmiyoruz. Tek üzüldüğümüz şey hele sabah programlarında kalite düştükçe, amiyanelik sermaye oldukça, bu seyircilerin beyinleriyle oynamak. Yapılan en büyük kötülük gibi geliyor.

Güzel yurdumun güzel insanları: artık daha seviyeli ve doğru olanları seyretmenin zamanının geldiğini zannediyorum.

Dediğim gibi mikrop sanata da bulaştı. Allah’tan bizler iyi bir antibiyotik olarak bunun savaşını severek veriyoruz. Kalitemizden asla ödün vermedik. En önemlisi çizgimizi korumaktı. Koruduk. Mikrop sanata bulaşamayacak. Kalitesizliğe asla ödün verilmeyecek. Zira hepimiz sanatın her dalını seviyoruz.

SEVGİYLE KALIN

Pazar, Temmuz 23, 2006

BİT PAZARINA NUR YAĞDI

Hayatımda hiçbir şey normal olmaz. İstanbul’dan kızlar geldi. Hadi isimlerini vermeyim. Kod adıyla S. Kızı E. Sonaaaa, arkadaşı F. İzmir’den gelen A. Cadaloz grubu olarak, etrafta dolanmaktayız. S. Olan nerde Pazar kurulur? Nerde ne satılır? Haldur huldur oraya koşar. Bizi de zoraki sürükler. Bodrum’un pazarlarını tamam eyledi. Kuşadası'na bilem gittik. İşin o kısmını sevdim. Onlar Allah’ın bu sıcaklarında çarşı Pazar kovalarken, ben denizde keyif sürüyorum. Valla inanmayacaksınız ama Marmaris’e bile gidildi. Uzun zaman olmuş. Marmaris’i tanıyamadım.yalnız bu sene her yer boş. Turist desen nanay… esnaf şikayetçi. Yok kuş gribi, yok öteberi, turisti tırstırmışlar. Yerli turistte pek rağbet etmiyor. Bir kere yol, yeme içme, bizlere pahalıya geliyor. Gelenler de zaten dondurma ve çekirdek takımından. Ben onlara 5+1 diyorum. (hani hepsi dahil, peşin ve taksitle derler ya) onlarda Bayrampaşa cezaevi gibi, otele giriyorlar. Tıkınabildikleri kadar tıkınıp, sadece otelde yaşıyorlar. Geceleri de sözde animasyon diye bisürü abuklukları mecburen seyrediyorlar. Bolcana resimler, kameralarla o güzelim eğlenceyi tespit edip, konuya komşuya hava atıyorlar. Bak gariii! Marmaris’ten nerelere geldim.

Geçen sene 1 hanım arkadaşıma otantik elbiselerimi vermiştim. Modellerini alsın, diksin para kazansın dedim. Yardımı severim ya! ulen 1 yıl geçmiş, unuttum gitti. Bize gelen kuzenimin eşi sordu. Hani o güzel elbiselerin vardı. Giysene… Anaaaa ara anam ara. Evin altını üstüne getirdim. Yok yok yok… sonra hatırladım ki! 1 yıldır bizim elbiseler o hatunda duruyor. İyi ki kız sordu da aklım başıma geldi. Neyse telefonla istedim. Son derece yüzsüz şekilde, “seni 2-3 defa aradım yoktun. Veremedim." baba baaaaa! Cep telefonu icat oldu. hamd olsun benimde var. arasana fallik…… çok kızdım. İyilik yap, maraza çıksın. Hatun evime de getirmedi. Ortak arkadaşın dükkanına koydu. Bizde 3 kız arabayla giderken aklıma geldi. Uğradık. Elbiselerime kavuştum. En yenisi 15 yıllık olan elbiselerimi 1 torbanın içine ölü kıçına pamuk teper gibi tıkmış. Kontrol etmek için sehpanın üstüne döktüm. İstanbul’dan gelen arkadaşım, eşinip pembe ve morlu elbisemi ayırdı. Elbisesinin üstüne giydi. Ben ne oluyor diye bütün şavalaklığımla bakıyorum. Üstünde benim elbisem, çantasını açtı içinden 70 YTL. Çıkardı. Elime tutuşturdu. “buna bayıldım. Satın alıyorum….” Anaaaaaaa! Gitti caaanıım elbisem….. dumur oldum.

Turgut reis’de bir otantik elbise diken butik varmış. Ona gittik. Hakikaten harika modeller var. parasıysa eşek yüküyle.. çaktırmadan modellere baktık. Yallah Salı günü buranın çaput pazarı denilen yere gittik. Ordakilerin aynısından 3 otuz paraya kumaş aldık. Koşturarak eve geldik. Dikiş makinesini ortaya koyduk. Benim elbiselerde orda. 2 hatun (ben hariç) bütün hevesle dikişe başladık. Ben dikişten anlamam. Sadece laflama kısmı bana kaldı. Benim incecik harika panolu kumaştan elbisem var. yarı transparan, yerlere kadar şık… bizim arkadaş onu hemen giydi. “bunuda satın alıyorum” vermem dedikçe fiyat artırıyor. Valla 250 YTL. Kadar çıktı. Aslında en az 10 yıllık elbiseye fena para değil. Bende çok seviyorum. Şimdilik çekişiyoruz. Bakalım 1000 YTL. Dedirtebilsem satarım. ( yüzsüzlükte ve de kazıkçılıkta üstüme tanımam deeerrrrmiiiişiiim!)

En taze haber de dün oldu. bana 5 çayına geldiler. Birden o arkadaş ortadan yok oldu. nerede derken, benim engin ve zengin gardrobumu açmış. Kendine yarayan 1 şey arıyor. Zaten olmuşu da bu. Olacağı da bu. Başka elbisem yok. Gerisi askılı bluz, tayt, şort şeklinde.

Bir de kızımın düğününe dikilen bluze el koymaya kalktı. Neymiş kumaşı ışıldaklıymış. Çok hoşuna gitmiş. Onu bozup kendine dikecekmiş. Hiç sen giyer misin? Diye sorma yok. Eğer ona da en az 1500 YTL. Verirse satarım. Bakalım pazarlıktayım.

Bu iş bayağı hoşuma da gitmedi değil. Esvaplarını giy giy. Bıkınca da parayla sat. Yeni bir gelir kaynağı buldum. Şimdiye kadar neden düşünemedim. Hep öylesine bedavadan dağıttım. Artık akıllandım. Eskimiş çoraplarımı bile satıyorum. Aklınızda bulunsun. (para hırsı ve cimrilik beni ne hallere soktu?) şaka bir yana, eskiciliğe başlasam mı diyorum?

SEVGİYLE KALIN

Pazar, Temmuz 16, 2006

KOMİK KADININ HALLERİ

Hayatı pembe gözlüklerle görüp, gır gıra almak. Huyumdur. O yüzden de nerde şamata 1 olay olsa gelir beni bulur. Konser öncesi ve sonrası yaşadıklarımı aklımın bir kıyıcığına not ettim. İmdiiiiiii! Sırayla aktarmaya çalışayım.

Bodrum’un sevilen tiplerinden Avni amca; okuma yazma bilmez. Zeki ve nüktedandır. Hayatı hep Bodrum’da geçtiği için. Nakil vasıtalarının hiç birine binmemiş. Torunu İstanbul’da fakülteyi bitirmiş. Diploma törenine aile gidecekmiş. Hepsi Avni amcayı da götürmek istemiş. Zorla ikna etmişler. Uçaktan bileti alınmış. Gün gelince havaalanına gitmişler. Bizim amca heyecandan ağzı dili kurumuş. Alandan 2 küçük su almış. Tam 7 törkiş lira bayılmış. Suyun bu kadar pahalı olması içine oturmuş. Uçağa binmişler. Havalandıktan sonra ikram başlamış. Adamcağız “ amanııın! Bu uçak satıcıları yukarıya da çıkmış. Aşağıda 2 suya 7 lira verdim. Buradakiler kim bilir ne kadar pahalıdır. İstemeeem!” diye söylenmeye başlayınca, kızı dahil millet onu ikna edememiş. Hiçbir şey yememiş, içmemiş. Bunu kendisi bodrum lehçesiyle bir anlattı. Gülmekten yıkıldım.

Bizim sokağın yan tarafında çok tatlı bir nenem var. öylesine akıllı ve sevecen ki! Rastladıkça hatırını sorarım. Geçen gün kapının eşiğinde oturuyordu. “ nasılsın nenem?” dedim. “ napem, domalıp durun” önce anlamadım. Ne demek istedi dedim. Meğer eşikte boş boş oturduğu için öyle dermiş. Bu terimi biz farklı yerlerde kullanırız. Benim nenemde öylesine içten duruyordu ki! Şimdi arkadaşlarla o deyimi benimsedik. Denizde bile domalıp durun.

Sıcaklardan feci şekilde bunalmış durumdayım. Gündüz sıcaklar basmadan kendimi denize atıyorum. Serinlikte eve geliyorum. Çarşı pazarı unuttum. Pazara giden arkadaşlara sipariş veriyorum. Sebze meyve işini onlar hallediyorlar. Emmeeee! Banka işimi kimse hallemediği için iş başa düştü. Hava nasıl sıcak… yollar yanıyor… başımda şapka vız geliyor. Ter şooor! Diye akıyor. İlk marketten küçük su aldım. Yarısını içtim, yarısını tepeme döktüm. I- Ih! Olmadı. Şişe ebatları gittikçe büyüdü. Litrelik aldım. Azını içip, geri kalanı tepeme döktüm. Bu arada işim uzadı. Daha sokaklarda olacağım için, suya talim dedim. Tam postanenin önünde sıcaktan başım döndü. Kaldırıma çöktüm. Arkamdaki marketten 5 litrelik su aldım. Başımdan aşağı faşır fuşur döktüm. Duş yapmış gibi oldum. Millet bana bakıyor. Kimi imreniyor, kimi deli diye gülüyor. Benimse umurum değil, hazır ıslanmışken kurumadan işlerimi bitirip evime dönmek niyetindeyim. Üstümden sular akarak kurumadan eve geldim. Üstümü değiştirirken arkadaşım telefonla aradı. Beni tanıyanlar birbirine anlatmış. Meğer o arkadaşımda dışarıdaymış. O yaparda ben yapamaz mıyım diye, 5 litrelik şişeyi tepesine geçirmiş. Demek ki sokakta gezenlere yeni moda yaratıyorum. Biraz masraflı oluyor. Su parasına kıyan, serinliyecek . tavsiye ederim. Fakat bu bodrum için geçerli. Büyük şehirlerde yapmayın. Deli gömleği ıslak vücitte güzel durmaz…

Deniz kenarında otururken, ilerde bir hanımı arkadaşıma benzettim. Garsonu yolladım. Yanıma gelmesini söyledim. Kadın bana bakınca da ayağa kalkıp elim kolumla geeeel! Diye yırtınıyorum. Kadıncağız havlusunu topladı.gelmeye başladı. Kadın yaklaştıkça tanıdığım bayan olmadığını gördüm. Hiç tanımadığım kadın geldi. “kimsiniz siz?” dedim. Bakar mısınız pişkinliğime? “beni siz çağırdınız. Geldim” özür filan diledim. Bir tanıdığım arkadaşıma benzettim dedim. Ama büyük tesadüf isimler aynı tuttu. Sonradan arkadaş olduk. Şimdi her gün beraber denize giriyoruz. Hatta konserimizde bana güzel çiçek bile yolladı.

En koptuğum olay dün oldu. Datça’dan gelen arkadaşla konuşarak yürüyoruz. Öyle dalmışız ki! Evimi geçmişiz. Ara sokaklara dalmışız. Yani harbiden evimin yolunu kaybettim. Tersim döndü. Yön hissimi kaybettim. Panik oldum. Sokaktaki rastladığıma sokağımın ismini söyleyip, nasıl giderim dedim. Tarif etti. Meğer alt sokağa girmişim. O sokaktan yıllardır geçerim. Aklım gitti yaaaa! Sıcaklar bunalttı. Bakalım daha ne abukluklar yapacağım?

SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Temmuz 12, 2006

KONSER BİR BAŞKA GÜZELDİ (Şöhret Oldum Şımarmadım)

Bu senenin de konserini verdik. Geriye dönük yazarsam, (buna bekraunt diyolaaar!) eylül ayında çalışmalarımız başlıyor. Her hafta çalışmalarımız oluyor. Önce canım tatlım gıymatlım hocamız, yeni repertuarı belirliyor. Bunun üzerinde şarkıları çalışmaya başlıyoruz. Kanaviçe işini bilir misiniz? katır katır patiskanın üzerine incecik balık ağı gibi kumaş dikilir. Renkli iplerle, o minnacık deliklerin üzerinden nakışlar yapılır. Aha aynı işlemi bizim hoca bize yapıyor. Artık 4 yıldır birbirimize alıştık desem de şarkı söylemek o kadar kolay değil. Hocamız tıpkı o kanaviçe delikli kumaşı gibi bizi işliyor. Belki tek bir gül motifi ortaya çıkıyor. Ama gel sen bize sor. Her seferinde bıkmadan yazıyorum. Hocamızın hakkını ödeyemeyiz. Bizi nasıl yetiştirip, her konserde çıtamızı biraz daha yükselttiriyor.

Bodrum’da kalede konser vermek bize başka bir onur veriyor. Hatta ben azıtıp tam havaya giriyorum. “ kalede bir biz, bir de Sezen Aksu konser veriyor. Peeeeeeeaaah!” (sanırsınız ki ben solo özel konser veriyorum. Yalan ya varsın olsun. seviniyorum.)

Bu yıl da aynı gece (8- temmuz- cumartesi) aynı anda 3 ayrı yerde daha konser vardı. Öyle olmasına rağmen, kale ağzına kadar doluydu. Artık bizi dinleyen, daha doğrusu tiryakimiz olan büyük bir kitle olduğunu, o gece bir kere daha anladık. (üüff! Amma da uzun cümle oldu yaaaa!)

Tanrı bize yardım etti. O gece aşırı sıcak da yoktu. Hatta kalenin üst katlarında oturanlar bayağı üşümüşler. Terlemeden küfür küfür, konseri tamamladık. Melihat Gülses hanımefendi ( kendileri TRT İstanbul sanatçısı oluyor.) harika şarkılar okudu. Finali beraber yaptık. Millet ayakta alkışladı. O kadar alkış aldık ki bis yapmadık. Tadı damaklarında kalsın dedik.

Konser sonu, Torbaya “torba hana” gittik. Deniz üstündeki iskelede öyle şahane masalar kurulmuş. Saat 24 den sonra esas bizim gecemiz başladı. Tatlı yorgunluğumuz üstümüzde, yemeklere yumulduk. Oranın yöneticisi harika insan FETHİ YÜCESES bey. (kendileri Hamiyet Yüceses’in yeğeni olurlar. Bütün kış bizi keyifle ağırlayıp, harika yemekler verdiler. Bodrum’a gelenler! Mutlaka TORBA HANA gidin, o güzelim iskelede keyif yapın ve leziz mutfağını deneyin…)

O gece de mehtap o kadar güzeldi ki! Dayanamadık sazlar meydana çıktı. Fasıl başladı. Benim yeğenim uçtu. Böylesi bir gece hayatımda yaşamadım diye dellendi. Kardeşim… burada geceler kısa oluyor. Daha müziğe, saza doymadan güneş doğmaya başladı. Geçen sene konser sonunda tekneyle çıkmıştık. Gün ağarırken, KAŞİF hoca ney üflemişti. Ben sadece hem ağlıyor, hem de aklıma mugayyet ol tanrım! Bu güzelliği yaşattığın için sana milyonlarca şükür! Demiştim. Bu senede Kaşif hocayı yakalamışım bırakır mıyım? Sabah oluyor. Güneş doğmaya başlamış. Denizin üzeri lilalar, morlar, sarılar içindeyken ney üflenmez mi? sağ olsun kaşif hocam beni kırmadı. Nasıl çalıyor? Etrafta derin sessizlik… sadece ney sesi…. Gözlerimi kapadım ve sanki başka boyuta geçtim. Valla kocaman şişe rakı içtik. Sarhoş bile olmadım. Beni tek sarhoş eden müzikti.

Dönüş yolunda sağ olsun Fethi bey bizi evlerimize bıraktı. Sonrasında hayat normale döndü. Gündüz deniz, gece çay bahçesi fasılları başladı. Sokakta kim gördüyse tebrik etti. Neden senede 1 tane yapıyormuşuz? Her ay konser verin diyenler çoğunluktaydı. Emmevelakin o zaman sıradanlaşırız gibi geliyor bana…

Öyle veya böyle bir konser daha bitti. Solom olmasa da o koroda olmak. O aynı havayı koklamak. Kalenin sahnesine çıkmak. Kendimi özel ve şöhretli bir insan hissettirdi. Şöhret olduktan sonra asla şımarmadım. Neysem oyum. Demek ki! O şöhret olup da şımaranlar, kendi nüvelerinin bozukluğundan şımarırlarmış. Bunu da anlamış oldum. (bu buluşumla belki TÜBİTAK ödülü bilem alırım. Belli mi? olur)

Sevgili canım hocam HALİL İBRAHİM YÜKSEL sizin sayenizde şöhret oldum. Sağ olasınız. Var olasınız.

SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Temmuz 03, 2006

YIL SONU KONSERİMİZ VAAAAR!

Sanırım 4 yıl oldu. zaman ne çabuk geçiyor yaaa! Koroya başlamışım. Sanki dün gibi. İnanın canımcıklarım! Musiki kadar insana huzur veren hobi az bulunur. Resim de olabilir emme o yetenek ister. Mesela ben cetvelle düz çizgi çizemem. Şiirde yazamam. 2-3 tane yazdım ama osuruktan tayyare… musiki denince içim gidiyor. Belki de TSM ile büyüdüğüm için. Sesim var mı? ehhhh! Kulak süper! Keyif alma? Peeeeeeh!

Şekil A da görüldüğü gibi, koro yaşantım bu tutkuyla başladı. Her defasında bıkmadan usanmadan büyük keyifle yazıyorum. Bizi çalıştıran hocamız, canımız, kıymatlımız HALİL İBRAHİM YÜKSEL Ege Üniversitesi Devlet Konservatuarı Öğretim Görevlisi… Bıkmadan, yağmur demeden, bütün kış sezonu taaa! İzmir’den kalkıp geldi. Bizi çalıştırdı. Bize şarkı söylemenin ne demek olduğunu, doğru ses basmanın ne demek olduğunu öğretmeye çırpındı ki hala çırpınması devam ediyor.

Her sene yaşayan bestekarların eserlerini okumaya çalışıyoruz. Mesela AVNİ ANIL konseri yaptık. Şahane oldu. sonra efendim! ALAADDİN YAVAŞÇA konseri yaptık. Şahane oldu. (valla kuzguna yavrusu anka görünürmüş misali değil. Bu beğeniyi en önce büyük üstatlardan aldık, sonrada halkın söylemesi. Yani kendi kendimizi övme meselesi değil.)

Esas şimdi bizim gibi amatör koro için Bodrum kalesinde konser vermek övünçtür. Valla bunda hiç tevazu gösteremeyeceğim. Nice sesler konser veriyor. Büyük sanatçılar. Biz de onlarla eş değerde konser veriyoruz nabeeer! Anlayın artık kalitemizi… ( öhööm, öhööm, arkadaşlarım adına amma da kabardım.)

Bu yıl da sayın DR. SELAHATTİN İÇLİ hocanın eserlerini geçeceğiz. Konserimiz 2 bölümden oluşacak.

1. bölüm: HÜZZAM FASLI
A- endamının hayalini gözlerimden silemem.
B- Hülyamı saran hareli bir çift göze daldım.
C- Sende Leyla’dan mı öğrendin cefakar olmayı.
D- Sevdası henüz sinede
E- Sükunda geçer ömrüm.
F- Küşade talihim hem bahtım uygun.
G- Dilhun olurum yadı cemaline.
H- Karyolamın demiri.
İ- Bilirim daha sen pek küçüceksin.


2. bölüm: Selahattin İçli eserleri
A- Bir şuh gülüşün attı beni bil bu cefaya
B- Zeytin gözlüm.
C- Sonbahar vurgunu.
D- Esmer ona derler.
E- Bir sabah bakacaksın ki bir tanem.
F- Güneşin battığı yerde.
G- Destan
H- Çiçek nedir görmeden.
İ- Hüzün.

Bizim şarkılar bitince TRT İstanbul sanatçısı sayın MELİHAT GÜLSES misafir sanatçı olarak, bizim konseri şereflendirip harika şarkılar okuyacak.

Yaniiii anacıklarım! Konserimize gelenler bence çok şanslı olacaklar. Bu müzik kakafonisinde, yozlaşmış, ne idüğü belirsiz sesler ve şarkılardan arınıp müziğin hasını dinleyecekler. 8-TEMMUZ- CUMARTESİ günü saat 21.30 da HALKA AÇIK ÜCRETSİZ BODRUM KALESİNDE bekliyoruz. Gelen şanslı, gelmeyen çok şey kaçıracak ona göre.

Ya konser arefesinde kalede küçücük japoneslerin davullarla harika gösterisi vardı. Onca çeşitli boylarda sadece davullarla ritimle bizi bir sardılar. Bayıldım! Yanımda oturan çoğu insan sıkıldı. “dom dom dom ne bu? Başım şişti kak evimize gidelim. Buz gibi karpuz keselim. Yiyelim” valla bunu böylece söyleyip gittiler. Aslında harika gösteriydi.

Eeeeeeee! Her insan aynı olmaz kiiiiiiiiiiii!

SEVGİYLE KALIN

Pazar, Temmuz 02, 2006

HAYATA ASILMAK NEYMİŞ? ŞAHİT OLDUM…

Bizler yani normal insanlar (kafadan arızalı olanlar hariç derrrmişiim!) en ufak bir sorunda karalar bağlarız. Dünyamız yıkılır ahhhh! Oooof! Vaaaah! Yuuuuuh! (bu uymadı da ben uydurdum) daha aklıma gelmeyen bilumum nidaları şeyettiririz… çevremde örnekleri çook…

Devamlı şikayet… sıcaktan, soğuktan, parasızlıktan, sevgilisizlikten, ilgisizlikten, şımarıklıktan, bu TEN ve TAN takılarını uzatın uzattığınız kadar. Zor beğeniyoruz. 1 arkadaşım var. 1 gün daha doğmasaymış, sırf sorun doğacakmış. Yemeğin yağı tuzu otu eti didikler ve mutsuzdur. Denize girer soğuk üşüdüm, dışarıda sıcak yandım der. Yürümez yorulur, evde oturunca paslandım der. Nasıl arkadaş olduğumu bende bilmiyorum. Negatif elektrik yükünü 24 saat ona buna dağıtır.

Biliyorsunuz artık, Güzin abla şeklinde olduğum için derdi olan bana koşar. Şekil böyle oluca da millete derman olmaya çalışırım.

Bu arada konserimiz yaklaştı, provalar sıklaştı. Onu başka yazımda uzuuun uzuuun anlatırım. Zamanımın çoğu dışarıda geçiyor. Yaz arkadaşlarımın gelmesi, hocamızın sık gelmesi, evimin yolunu unutturdu. Aşkım bile beni nasıl özlüyor? Eve gelince zavallı “SEVGOŞ GELDİİİ!” diye biyerlerini yırtıyor.

Sıcaklarda bastırdı. Evlerde durulmuyor. Kızım 7 aylık hamile olduğundan, DR. Yolculuğa izin vermiyor. Zavallı İstanbul’un neminde evde yanıp duruyor. Aklım onda kalıyor. Hayırlısıyla torunum ECE gelsin de bunlar geçici ve sevindirici sıkıntılar deyip sabır gösteriyoruz.

Sıcaktan aklım dağıldı. Ne yazacaktım? Nereye geldim? Hah! Hatırladım. Geçen gece 1 arkadaşla çok sevdiğim deniz kenarında sakin bir barda oturuyoruz. Laf lafı açtı. Hem rakılıyoruz, hem onun dertlerini dinliyorum. Burada yaşayanlar bilirler. Tekerlekli sandalyede oturur. Elleri gelişmemiş, 2 ayağı yok, sadece gövdesinin baş kısmını ve sağ elini az kullanabiliyor. Kardeşiyle her yaz Ankara’dan gelirler. Kardeşi arabayı sürer. Kendisi de resmi izinli olarak UNESCO kartları satar. Asla bedava para kabul etmez. Dilenci değildir. Özürlü vücudunu asla silah olarak kullanmaz. Her sene geceleri sokağın belli köşesinde kart satar, selamlaşırdık.

O gece arkadaşla laflarken saat bayağı ilerlemiş. Baktım adı Vedat’mış, kardeşi onu getirdi. Bar sahibiyle iyi arkadaşmış. Zaten sabaha karşı olduğu için müşteride yok. Bizim masaya davet ettik. Yandan yanaşıp park etti. Ona da rakı söyledik. Aman tanrım! Öyle espirileri peş peşe patlatıyor. Gülmekten gözlerimizde yaşlar geldi. Kendisiyle nasıl barışık? En çok kendi özrüyle kendi alay ediyor.

Sabah oldu. güneş doğarken denizin renkleri: lila, pembe, turuncu olur. Manzara doyumsuzdur. Etraf sessiz, sadece dalga sesleri var. valla büyülenmiş gibi denize bakıyoruz. Birden Vedat o tutmayan elini, sağ eliyle kaldırmaya çalıştı. İki eli biraz olsun havaya doğru kalktı. İncecik sesiyle “ yüce Allah’ım bu güzellikleri bana yaşattığın için, sevildiğim için, gözlerimi bana bağışladığın için, en önemlisi de gönül gözümü açtığın için, para kazanıp aileme yük olmadığım için sana binlerce kere şükür ediyorum. Her şeye rağmen yaşamak çok güzel.. sağol, varol Allah’ım.”

Dondum kaldım. İnanın o an onun sesi bana içimizdeki şımarıklığın, mutsuzluğun, şikayetlerin isyanı gibi geldi. Vedat’ı yolda görenler çoğunlukla acıyarak bakıyorlar. Kendisi o kadar kanıksamış ki, aldırmıyor bile…. Bu kadar hayata sıkıca tutunan, yaşamı seven, kendiyle barışık, neşeli o vaziyetteki insanı bu kadar yakından tanımamıştım.

Bizler kendimizi eli ayağı düzgün, normal ölçülerde insan sanırdık. Meğer esas halimizden memnun olmayan sakat kafalı olan bizlermişiz. Bir an onun yerine kendimi koydum. Nasıl olurdum ? diye düşündüm. O kadar yaşama asılabilir miydim? Bu tartışılır. Sabahın 6 sına kadar kafa çektik. Güzelleşmiştik. Vedat beni hem ayıktırdı, hem de kendime getirdi. Küçücük meseleleri sorun yapıp, hayattan bıkmanın anlamsızlığını 1 kere daha anladım. Bana hayat hakkında okkalı tokat attın. O küçücük eline sağlık. Vücudunun yarısı yok ama tertemiz ve mangal gibi bir yüreğin var. iyi ki seni yakından tanıdım. Dostun olabilirsem kıvanç duyarım…

SEVGİYLE KALIN