Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Pazartesi, Ocak 31, 2005

PAZAR KAHVALTISI

Cumartesi gecesi hava çıldırdı. Trafolar patladı, şimşek, yağmur, gök gürültüsü hepsi birbirine karıştı. Evde yalnızım. Elektrikler de gitti. Oldum olası fırtınadan korkarım, tuvalete bile gidemedim. Nerdeyse yatağa yapacaktım korkudan

Pazar sabahı bir uyandım ki hava pırıl ve günlük güneşlik.Arkadaşlarla Bebek otele kahvaltıya davet edildik. 12 kişi haldır huldur ordu gibi gittik. Oranın akrabası Şeytan Ahmet ve ailesi, bize kral sofrası hazırlamışlar. Hücuuuuum!!! Sofraya!

İşte yine Bodrum’da yaşadığım için Allah’a yüz binlerce kere hamd olsun dedim. Böyle hava, manzara ve güzelliklerin içinde bizi yaşattığın, bunlardan keyif aldırdığın, sevenlerim, dostlarımla olduğum için Yaratanıma sonsuz şükürler ettim. Beeeen !! Bodrum’a aşığım arkadaşşşşş!!!! Kimse arama giremeeeeez!!!

Yine homili gırtlak yedim, yedim, yediiim. Millet açlıktan, ben tokluktan gidecem ayol. Şeytan Ahmet Bodrum’lu çoğunuz tanıyorsunuz zaten. Ama ben bayıldım, bayıldım, bayıldım.

Geçen sene kalp krizi geçirdi. İzmir’de ciddi ameliyat olan by-pass oldu. Başkası olsa ağlar, ahhh! Vahhhh! eder, Bir anlattı, yattık yere gülmekten.

Hastanede doktorlar “yarın ameliyat olacaksın, riskleri şunlar, bunlar” Ahmet” Atatürk ne demiş:”beni Türk doktorlarına emanet edin. Ben de size emanetim. Kurtulmaya geldim, ya! nasip ölümüm buradaysa ne yapalım. Korkma doktor, gir ameliyata.” Doktor şaşırmış,” sen bana moral verdin, bak başarılı olacağız.” O gece sökeli hademe gelmiş.”Amca yarın ameliyatın var temizliğini ben yapacağım” Adam banyoda soymuş, boğazından topuğuna kadar her yerini bi güzel tıraşlamış, ilaçlamış. 20 milyon bahşişi de kapmış. Yatarken başka hademe gelmiş.” Amca” haydi tıraşa “demiş, Ahmet’te “Geç kaldın oğlum” der demez, adam “ vay!! Sökeli benden evvel mi kaptı bahşişi, vay deyus”

Ameliyata giderken tekerlekli sandalyeye oturtmuşlar. Ahmet” Aptal iğnesi yapın korkarım” emme belim de kırılıp gideeee! Meğer belden uyuşturmaya başlamışlar bile.

24 saat sonra uyanmış.. 6-7 saat kalp durmuş,” Ameliyat sırasında öldüm emme aşağıda bir şey yok, gidilecek gibi değil “ yoğun bakımda güzel hemşireyi ilk görmüş “ Huri bu demek ki”Her tarafı hortumlarla kaplı. Kendini astronot zannetmiş, hemşire hortumların bazılarını çıkarmış, “Emme konuşamayıp durudum, işaret ettim, elimle konuşcem “diye. Hemşire anlamış iki hortum daha çıkarmış ki bizimki konuşuyor.

2 gün sonra başka hemşire gelmiş. Elinde kocaman enjektör. Ahmet “kurbanlık gibi teslimiz ya! Bakalım bu sefer iğne nereye acep” hemşire “ Amca son işimiz kaldı onu da tamamlayalım” İğneyle aşağıdan suyu çekmiş, meğer sondayı çıkarıyormuş. Bir acı, tarifi yok. Ahmet “ bütün ameliyat, hortumlar iyiydi de bizimki kökünde kopup gittiiii!!!”Bir sürü ilaç içiyor kardeşi Çin işi ilaç yollamış ne olduğunu tam bilmiyor, kalbe iyiymiş diyor. Bizde “senin kuvvet macununa ihtiyacın vardı, belki odur” diye takıldık

Elinde devamlı göz boncuğunda tespihi var. Ameliyatta bile bileğindeymiş. Sordum” hep bileğinde, elinde mi gezersin? “Gece hanımı serverim, kokarım. Sonra tespihimi elime alırım. Bi karımdan, bi de tespihimden vaz geçmem”

Hayatı sevmek, sıkı sıkı sarılmak, pozitif düşünmek. En ciddi hayati olayı bile gülerek anlatmak. Hayatımızın kıymetini bilmek kadar yüzde elli moral, neşe, iyi yaşamamız için çok önemli.

Bize harika pazar sabahı yaşattığı, hayatın pozitif yanını gösterdiği, Bebek otelinde keyif yapıp çok güldüğüm için Şeytan Ahmet ve ailesine teşekkürler!! Muuuccck,Muucck!



SEVGİYLE KALIN

Pazar, Ocak 30, 2005

BODRUM’UN GÜZELLİKLERİ

Evde otururken tanımadığım bir beyden telefon geldi. Beni gümüşlükte balık yemeğe davet etti. “ niye siz kimsiniz?” dedim. İstanbul’dan meğer arkadaşlar gelmişler, bana sürpriz yapmışlar. Çılgına döndüm sevinçten, gelip arabayla aldılar.

Gümüşlük kışın verdiği hüznüyle tenha, sanırsın terkedilmiş. Fakat ben kışını daha çok seviyorum. Öyle insan seli yok, ne yediğini anlıyor, uzun uzun sohbet edebiliyorsun.

Gırtlak derdi yine beni buldu. Ehli keyif kadınım anacım, nerde güzel yerler var, ben orada hazır, nazırım. Öğleden sonra oturduk. Güneşin batışını seyredeceğiz diye hayal kurmuş İstanbul bebeleri fakat, hava bozuk olduğundan hevesleri kursaklarında kaldı.

Akşama iyice acıkalım diye etrafı yürüyüşe çıktık. Gümüşlüğün sağ tarafında harika yeni büyük bitmiş binalar gördük. Ben meraklı Melahat sordum soruşturdum ve öğrendim.

Gümüşlük Eğitim ve Kültür vakfı kurulmuş. Kurucusu Mehmet Durmaz isminde bir beyefendi. Yakın dostu Avukat Göray Karadut ,ön ayak olup Mehmet beyi Gümüşlüğe yerleşmeye ikna etmiş. Mehmet bey yöreye bayıldığı için Göray beyin teşvikleriyle bu vakfı kurmuş.

Benim gördüğüm binalar. Belki 1000-1500 metre kare üzerinde kurulu.( Hiç metre, yaş, ölçü tahminim yoktur, atarım) Mehmet bey cebinden 3 trilyon ( yeni YTL ne oluyor, bilenler söylesin) harcayarak, Türkiye’nin en modern eğitim binası yapmış. her şeyi bitmiş. Vakıf başkanı da Avukat Göray Karadut olmuş.

Şimdi görüşme aşamasına gelmişler: İki fikir üzerinde duruyorlarmış. Birincisi hepsini MEB. ( açılımı milli eğitim bakanlığı) devretmek. İkincisi Muğla Üniversitesine, araştırma enstitüsü olarak çalışmalar yapmak. Muğla üniversitesi dekanıyla karar aşamasına gelmişler.

Bakar mısınız olayın güzelliğine. Tesadüfen neler öğreniyorum. Hangi karar olursa olsun Bodrum için bulunmaz nimet.Bence Bodrumda öyle kalabalık bir potansiyel var ki!.. Artık liseler, kolejler yetmiyor. Mutlaka üniversite de olmalı. Gönlüm onu çok istiyor.

Vakıf kurucusu Sayın Mehmet Durmaz beyefendiyle, vakıf başkanı Sayın avukat Göray Karadut beyefendiye ulaşamadım. Mutlaka ulaşıp tanışmak istiyorum. İlk karşılaşmamızda yaşları ne olursa olsun iki ellerinden öpeceğim, böyle güzel ve hayırlı bir iş yaptıkları için. Üstüme düşen görev olursa emekli eğitimci olarak seve seve yapmaya hazırım.

Daha yurdumun öyle mümtaz insanları var ki! Yaptıkları işleri, hayırları ,reklam amacıyla afişe etmiyorlar. Kim bilir bizim bilmediğimiz daha nice insanlar vardır, hayırları dokunan.

Ya !!.. gümüşlük, balık derken neler keşfettik. Neyse yediğim, içtiğim her şey bana daha bir keyifli geldi. Yine gırtlakta cozuttum. Ne olacak halim? Çok merak ediyorum.

Dönüşte telefon paramı yatırmak için evimin yakınındaki 1 no lu Telekom bayisine gittim. Orada Gökay Karadut var. Çok şeker, güleryüzlü. Benim bütün işlemlerimi severek yapar, üstelik çay da ısmarlar. Diğer çalışan kızım da iyidir hakkını yemeyim. Otururum sohbet ederim.

Bu sefer de gümüşlük dönüşü uğradım, olayı sevinerek anlattım. Gökay başladı kıkırdamaya. Meğer Avukat onun ağabeyi mi ne çok yakınıymış. Bak şu tesadüfe. Beni onlarla tanıştırmaya söz verdi. Aslanım benim!....

Benim bilip, bilmediğim ne kadar hayırsever vatandaşımız varsa: hepsinin iki elini de sevgi ve saygıyla öpüyorum.



SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Ocak 29, 2005

AÇ TAVUK KENDİNİ YEM AMBARINDA SANIRMIŞ

Sabahleyin yataktan bir keyifli uyandım ki sormayın. Ağzım kulaklarımda, bir şarkı tutturdum, avaza yırtınıyorum. Sebebi gördüğüm rüya.

25-30 yaşında gençmişim ve ve veeeeeeee! Zayıfmışım. Üstelik çok ünlü ses sanatçısıymışım.Bak bak bak! Neler de olurmuşum. İstanbul’da bir gazino peh peh pehhh! Maksim tavuk kümesi kalır, o kadar büyük ve görkemli.Alt kadroma bakın dikkat!!Sezen Aksu, Kayahan, Nilüfer, Ümmü Gülsüm ( ne alakaysa kadın öleli yıllar oldu, rüyaya karışılmıyor) Barış Manço ( ölü, sağ kim duyduysa gelmişler).

Onların konseri kısacık geçti. (öhööm, öhööm) sıra bana geldi. Sahne kostümüm artık siz deyin Dior, ben diyeyim Valentino. Fır Allah fır her tarafım fırfırlarla dolu,lahananın açılmış hali gibiyim. Arkamdaki orkestra 100 kişilik filan, üstelik 3 kişi idare ediyor, anca idare ederler zahir.

Artık sahnedeyim. Sahne bir havalanıyor uçuyor, bir salonu turlayıp yerine geliyor. Neler söylemiyorum ki. Türk müziğinin en ağdalı baba şarkılarından bir başladım,bütün gece söyledim. Zannederim seyirciler bayılmışlardır ama recisör onu bana göstermiyor. Ben coşmuşum, birde ses vermiş Allah, dünyada eşi menendi yok. Bülbül ne ki şakıyorum, gürül gürül.

İstek kağıtları önümde dağ gibi oldu.( abartmaya bak, yok Himalaya kadar de olsun bitsin.) Neyse rüya bu ayol! Derken ortaya yerden bir dans pisti çıktı ki futbol sahası kadar büyük. Haydaaa!! Ben oraya uçtum. Bir dans edeceğim adam var. Amman da Amman. Ne deyim ben size öyle yakışıklılık daha kimsede yok. Boy pos dalyan gibi (ben boy fakiri, ufak tefek nazenin bir gencim)

Geldi, geldi önümde reverans yaptı. Dansetmiyoruz uçuyoruz. O ne figürler, ne numaralar. Bütün fırfırlarım havalarda paraşüt gibi açılıp kapanıyor. Üstümüze pırıl pırıl yıldızlar serpiyorlar. Zayıf olmanın avantajı hiç yorulmuyorum. Şimdiki gibi olsam geberirdim.

Alkışlar, alkışlar, alkışlar! Oradan yakışıklıyla birlikte çıkıp saray gibi bir yerdeki restorana gidiyoruz.( yine döndük, dolaştık gırtlak meselesine geldik.) Of of of! Ne yemekler kuş sütü bile var, hem de kazanla İstersen Cleopatra gibi kuş sütüyle banyo yap. Ben öyle masraflı değilim, yıkanmadım, içtim. Bizim sütten pek farkı yoktu.

Yemekte 50 kişilik kemancı vardı,devamlı çaldılar. Normal zamanda olsa cinnet geçiririm o kadar kemanın içinde, rüyadayız ya, yanımızda yakışıklı var ya vız geliyor, tırıs gidiyor.

Gelelim rüyanın zırt dediği yere. O ana kadar yakışıklı konuşmamıştı. İlk adını sordum. Abdülmuttalip dedi. Na na naaaaa!rüyam bozuluyorken uyandım.

Tam zamanında uyandım.Bütün gecenin sihiri bir isimle alt üst olabilirdi. Ne olursa olsun zevkli rüyaydı, en azından genç ve zayıftım.( bu halimden komplekse girmiyorum,) yine de güzeldi.

Arkadaşıma anlattım güldü, “ popon açıkta kalmış” dedi. Hayallerimin içine etti. Ara sıra böyle meşhur olmak güzelmiş.



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Ocak 28, 2005

HATIRALAR SARMIŞ DÖRT BİR YANIMI

Laf dolanıpta anılara takılınca aklıma neler geliyor.Antalya benim için özel kenttir. Çok hoş anılarım var orada. Antalya lehçesi hep hoşuma gitmiştir.Çoğu zaman fıkra gibi yaşarlar.

İki erkek arkadaş arabayla Antalya’nın Kepez başında restorana gidip yemek, içki, alem derken kafalar dumanlı, arabaya binip eve dönecekler.( Bu arada şoförün adı Niyazi, söylemeyi unuttum) Alkolün etkisiyle araba zigzag çizip iki yan teker şarampole düşer. Yandaki adam

- yan yattık ya Niyazi.

- Biliyen agam, biliyen.

- Netcez hindi?

- Kıvırtdırıver de düzleyivee

Bunlar arabayı yola çıkarmaya uğraşırken, anayoldan koca bir kamyon hızla bunlara arkadan bindirmiş. İkisinin arabadan inmeye niyetleri bile yok, tek şoförün tepsine bakar mısınız?

- Ülen benim araba şahin idi, kartal steyşın oluvemiş ya leeen! Modeli değişmiş, eyi,eyi.

Şehir içi dolmuşunda iki deyzem, hem sohbet ediyor hem haşlanmış mısır yiyorlar.Teyzenin biri annadıveriyo

- Ağşamleyin hüssüyün aben paklava getirivemiş, amanın pek datlıydı.

Bu arada konuşurken biten mısır koçanını minibüsün camından dışarı kaldırıma fırlatıverdi.Konuşurken, birden elini ağzına doğru attı, dişlerini kontrol etti.

- Ene,ene! Ağzımdaki takma dişleee mısırda kalıvemiş ya!!! Dur bakem şöför emmiii!! Durdur arabayı dişleee dışada kalıp gideee! Ağabeyin beni öldürüüüüü!!!

Arabanın içinde millet koptu. Teyzem dişini aramaya koşturarak gitti.

Antalya’da doğu garajı vardı, şimdi hala var mı? Bilmiyorum.bütün hattın minibüs garajıydı. Giriş yolu da hafiften yokuş aşağı meyilli, karşısı duvar.

Bir minibüs şoförü kontak anahtarı üstünde inişin başına park etmiş, kahvede okey oynayıp sırasını bekliyor. Ortalarda çığırtkan genç çocuk da heveslenmiş, minibüsün orasını burasını karıştırırken araba yavaş yavaş yokuş aşağı hareket etmiş. Çocuk frene basacağına camdan kafasını çıkarmış bağırıyor.

- Zaptedemeyom gaçıııınn!! Gaçağsanız kuğtulunuz, yoksa ebenize bilem goooooooo!!!!

Araba yavaşça karşı duvara değer ve durur. Çocuk gene bağırır. “işteee goduuuuuu!!!!!” Arabanın sahibi kahveden fırlar:

- Eneee!! Dutmayın beni gariiiii!! Yırtcem ya bu oğlanıııııı!!!!.

Etraftan koşup ayırırlar, zaten arabada hasar yoktur. Çocuk korkudan kaçar.

Bir müzikholde sanatçı şarkı söyler. O zamanlar şarkısı meşhur. Şarkının bestekarı da aynı yerde. Solist anons eder “ şimdi bestekarından kemancıyı dinleyelim”

Bestekar da ufak tefek adamdır, çıkar okur. Seyircilerden biri o şarkıyı çok sevdiği için adamı bir şeye benzetemez ve “Tüü!!! Ulan bu muymuş o gocaman adam” der .Arkadaşı da

- Ne tüpürüyon lan elin herifineee!! Boyu kısa emme aklı uzun ki şarkıyı kemana yapmış.

Ne şeker insanlardır, şu memleketimin insanları. Ara sıra gene anektodlar yazarım.



SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Ocak 27, 2005

YENİ YENİ MEDİTASYONUMUZ VAR

Bir yerlerde okudum, 2500 yıllık Hint meditasyonu “vipassana” Amerika, Avrupa’dan sonra Türkiye’ye de gelmiş. Hocası da Goenka denen yaşlı amca.

Vipassana Türkçe karşılığı (olanı olduğu gibi görmek) bizim bildiğimiz Meditasyonlara pek benzemiyor.Bir kere şartları ağır.

10 günlük program uygulanıyor.Bu sürede günde 11 saat meditasyon yapılıyor.En önemlisi gerekli durumlar dışında hiç konuşma yok.Yasaklar sadece bu kadar değil, cinsel ilişki yok,alkol uyuşturucu yok,sigara yok,

Bütün bunların hepsine eyvallah diyorsanız, Şile’deki otel sizi bekliyor.Kendinizi bulmak için önce kaybetmeniz gerekli tabiki,

Benim bu günlerde kendimi yitirdiğim apaçık ortada. Gitsem mi diye düşündüm, lakin şartları bana uymuyor. Bir kere bende ilişki nanay,uyuşturucu Allah korusun asla olamaz, eh sigara var. Alkol ara sıra var,en önemlisi vejeteryan yemek yeniyormuş, ben et oburum. Konuşmadan duramam. Normalde çenesi düşüğümdür. Konuşmazsam çatlarım, bir de akşam 5 den sonra hiçbir şey yenmeyecekmiş. Ben dizi, film seyrederken tuzsuz kabak çekirdeği yemezsem, bol bol çeşitli çay içmezsem olmaz ki!!

Ne bunlar kardeşim yaaaa!.. yok meditasyon yok reiki yok çakralar açılacak, astroloji, tarot, fal mal derken keçileri kaçıracağız.

Geçen yaz Yalıkavak’ta bir arkadaşın evine İstanbul’dan hanım gelmiş meditasyon yapıyormuş. Biz 6 hanımı evde topladı, yere daire şeklinde oturuldu. Ben yere oturamadığım için alçak tabureye çöktüm. Gözlerimizi kapattık ellerimizi dizlerimizin üstünde açarak başladık hep bir ağızdan OOOMMMM! SİİİLAAA! yerlerde mumlar yanıyor, derin bir sessizlik içindeyken meğer evin hanımı önceden iyi su istemiş. Sucu gençte suyu getirmiş. Bize duyuramamış, eğilmiş camdan içeriye bakıyor ki manzara 6 hanım yerde bağdaş kurmuş gözler kapalı, mumlar yanıyor, bağırınıyorlar. Çocuğun gözleri faltaşı gibi açılmış, gayet yavaş bir sesle “suuuuuu” “suuuuuuu” diye fısıldıyor. Ben onu gördüm zaten konsantre olamamıştım duruma uyuyor gibi yapıyordum. Koptum gülmekten çocuk suyu dışarı bırakıp bir kaçışı vardı ki ne parasını aldı, ne boşu aldı. Benim gülmemle beraber millet dağıldı zaten meğer onlar da sıkılmışlar bahane arıyorlarmış. Haiii hoooiiyyy! Gülünce meditasyoncu bayan çok sinirlendi. “ben sizin gibi gayri ciddi hanımlara vaktimi harcadığıma yazıklar olsun” dedi bir ton da para aldı ev sahibinden. Sonra ev sahibi arkadaşım söyledi o suyu getiren çocuk “ ben o eve asla bir daha gitmem, cinlimidir, perilimidir” demiş ve gelmemiş. Allah’tan patron arkadaşı tanıyormuş da iş aydınlanmış.

Parası ve vakti bol, aklı kıt pek çok insan bu tip yapıyorlar. Belki faydalıdır ama ben bi faydasını görmedim.

Gelelim gene vipassanaya işin özü neymiş: İyi de ben zaten kendi kafama göre şartlarımı değiştiriyorum. Benim zihnimde, bedenimde terbiyelidir. Öyle olur olmaza isyan edip edepsizlik etmez.vipassana benim neyime ki!

İlgilenen arkadaşlara bol meditasyonlu günler dilerim.



SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Ocak 26, 2005

AKDENİZ’DE GEZİYE ÇIKTIM

Şu günlerde canım sıkkın olunca Antalya’ dan arkadaşlarım aradı.Köpeğime üzüldüklerini söylediler, beni oraya davet ettiler.

Uzun zaman Antalya’da oturduğum için o yılları hatırladım.Öyle güzel anılarım var ki, bazılarını sizlerle paylaşayım istedim. Moralimi düzeltmek zorundayım,hayat devam ediyor.

Bir bayram tatilinde Side’ye gittik. Kızım,rahmetli annem ve ben. Benim 3 kişilik ailem devamlı beraberiz.Küçük kulübelerden oluşmuş pansiyondayız, yemekleri istediğimiz yerde yiyoruz. Bir akşam yemek aramızda sorun oldu. Kızım İskender istiyor, annem ekmek arası köfte istiyor, ben de 2 kadeh rakı, peynir, kavun istiyorum.

İlk annem için köfteciye yanaştık. Genç çocuk ayakta ter içinde köfte yetiştirmeye çalışıyor, sordum.”Nerede İskender buluruz? “Abla o kadar kalabalık var ki kimse İskender yapmıyor,dönere talim et” “bulursam ne dersin” “abla İskender’in parası benden.”anama köfteyi aldık, baktım ara sokakta afişte < İskender burada > hah! Tamam. Kızım da İskender yedi, sıra bana geldi.

Anamın köfte aldığı çocuğa yanaştım,arkası bize dönüktü. “İskender’i buldum” “neyi buldun abla?” Aman yanlış söyledim, İskenderun’u buldum” dedim. Lakin çocuk değişmiş başka biri köfte pişiriyor, “Amman! Sen zaten benim İskender’im değilmişin “ Çocukcağız aval aval baka kaldı.” Allah’ım sen bu tip delilerden koru,nedir bu kadın?”

Manavgat’a şelalelere gittik. Şırıl, şırıl suyun başında yemek yiyoruz. Kızım ayrıca bir porsiyon pilav istedi, garson gelen et yemeğinin yanında garnitür pilavı işaret ederek “biz karbüratör olarak pilav vermiştik” kızım şaşkın bakarken, ben “ yavrum bir porsiyon ön balata takımı, anneme de şaft ve diferansiyel getir” garson son derece kendinden emin “abla bayram kalabalık ya! O yiyecekler kalmadı” demez mi? Dumur vaziyette koptuk.

Yine başka restoranda kuver yazması lazım( ekmek ve su için.) Kasadaki amcam kulvar yazmış. Kızım atladı “ben 1. kulvarı isterim, anne sen en dış 5. kulvarda koş.”

Side’de tanıdıklara rasladık. Beraber yemekteyiz, 8 yaşında çocukları var. Siparişleri verdik, çocuğun annesi oğlu için kola söyledi, sıcak olsun dedi. Yemekler geldi, yiyoruz fakat çocuk bir türlü kolayı içemiyor. Annesi iç oğlum dedikçe çocuk anne içemem sıcak diyor. Anne merak etti kola bardağını eline aldı ki, bardak yanıyor, tutulmuyor. Garsonu çağırıp bu ne? Diyoruz, garson “abla sıcak istemediniz mi? Cezvede ısıttım” Ne hale geldiğimizi düşünüyor musunuz?

Antalya’da yine lokantadayız kızım bonfrit istedi. Garson “ondan yok” ben “oğlum patates kızartması var mı” “evet o var “ Kızım tuvalete gitmek istedi. Aynı garsona”WC nerde” dedi “”ben yeni işe başladım, patron bilir.O neyse tarif eder”

Dikkat ederseniz hep yemek derdindeydim. Homili gırtlak devamlı çalışır.Nerede acaiplik varsa beni bulur. Turistik yerlerde sezonluk çalışan Allah ne verdiyse personelden trajikomik anekdotlardı. Size başka yazıda Antalya anılarını anlatırım, ilginizi çeker umarım.



SEVGİYLE KALIN

Salı, Ocak 25, 2005

KÖPEĞİM ÖLDÜ

Bu gün çok kötüyüm, perişanım. Kızımın hiçbir şeyi yoktu, 12 yaşındaydı ama sağlıklı hayvandı. Bu sabah her zamanki gibi hoplayıp zıplıyordu. Zaten oldum olası hareketi severdi. Beraber yürüyüşe çıktık.Evden sokağın başına kadar yürüdük 100 metre kadar yürüdü, birden sırt üstü yattı.Sağ ön bacağı hafifçe titredi, oyun yapıyor zannettim, başı yana düştü. Hemen kucakladım ağlayarak taksiye attım, son gaz veterinere götürdüm.

Meğer daha yerde ölmüş, veteriner muayene etti, kalp krizi dedi.Avaz avaz ağladım lakin ne fayda gitti lakim, kızım. Veteriner beni eve yolladı, sokaklarda deli dumrul gibi dolaştım, ağladım!.. ağladım!...Bütün olanlar 10 saniye sürmedi, hiç acı çekmeden gitti.

Serseri mayın gibi amaçsız dolaştım durdum, eve geldim. Mama tası, su tası, oyuncakları, battaniyesi, tasmaları,ördüğüm cicileri neyi varsa hepsini zırıldayarak topladım. Torbalayıp göz önünden kaldırdım.

14-mayısta annemi kaybetmiştim, acım büyüktü ama o bana can yoldaşı oluyordu.Şimdi 24-ocak lakiyi kaybettim.İşte şimdi yapayalnız kaldım, ev bomboş, ne ses ne nefes. Gelen giden olmasa kendi ses tonumu unutacağım.

Biliyorum siz diyorsunuz ki! “Kazada, belada,savaşta,açlıktan birçok insanlar ölüyor.Sen tutmuş köpeğine ağlıyorsun” Doğru emmevelakin ben zaten gazete ve televizyon haberlerinde ölüm, kaza görmekten içim şişiyor. Kurban bayramında ki vahşet neydi öyle yok boğanın ayaklarını kesmeler, yok karnını deşmeler, yok kör bıçaklarla eziyet ederek kesmeler. Dini vecibeleri yerine getireceğiz ama usulüyle olmalı kesimler. Hele kurbanın yerine kendilerini öldürenlere ne demeli.

Medya ve yetkililer yırtsalar da kendini necip halkımız gene bildiğini okudu. Etraf iğrenç görüntülerle doluydu. İnsanların yitirilmesi korkunç üzücü, kahroluyorsun. Fakat sonra hayatın koşturması ile acılar hafifliyor,zaman üzerine sünger çekiyor.

Ateş düştüğü yeri yakıyor, acımız bizimse daha çok kahroluyoruz. 8 ayda 2 kere ölümü yaşadım. Bana çok ağır geldi.Hayvan değildi o benim için evimin küçük kızıydı. Esas kızımdan farkı yoktu, 12 yıl hiç ayrılmamıştık.Evin içinde konuşur, oyunlar oynar,hele aferin şekeri vericem değince nasıl iki ayağının üstünde zıplar, sevinçten iki ayak yürürdü.Çok akıllı ve yaramazdı.Hiper aktifti. Birbirimize çok düşkündük.

Hayvan sevmek başka, bakmak başkadır. Hayvanı eve getirdiğin andan itibaren en az 10 -15 yıl onunla yaşamayı göze alacaksın.Yok öyle 3-5 ay bakayım, hevesimi alayım sonra yallah sokağa. Hayvan sevgisi bu değil ki!..

Ben 12 yıl ona göre yaşadım. Evden uzaklaşamazsın mama saati var. Seyahat edeceksen otobüsler almaz, ya uçak ya özel araba ile gideceksin. 12 yaşında insan kendi ihtiyacını giderir lakin hayvanlar hiç büyümeyen çocuk gibi bakımı sana bağlıdır.Aşıları, hijyenik olması için ilaçları, tıraşları özen ister. Kızım için yaşam şeklimi değiştirmiştim.

Biliyor musunuz? 12 yıl her an aynı bitmeyen sevgiyi verdi. Yemek yedi teşekkür için elime dil attı.hiç sevgime dostluğuma ihanet etmedi, kızdım, cezalandırdım küsmedi.Beni arkadan hiç vurmadı,sadakatinden ve sevgisinden başka bana hiç zarar vermedi, üzmedi.O gözlerindeki sevgi dolu bakışı hayatımda unutmayacağım.

Bu gün çok üzgünüm sizlerle paylaşmak, dertleşmek istedim.Bunları yazarken bile hüngür şakır ağlıyorum.

LAKİCİM!! SENİ ÇOK SEVİYORUM, ÇOK ÖZLEYECEĞİM, 12 YIL BENİ MUTLU ETTİN TEŞEKKÜRLER BİR TANEM. RAHAT UYU!!!

ANNEN SEVGİ

Pazartesi, Ocak 24, 2005

BAYRAMI DA GEÇİRDİK

Bayramdı, seyrandı derken ömürler geçiyor.Bir hay huy dur gidiyor. Arife günü mezarlığa anamı ziyarete gittim. Dualarımı okudum, öteki ölmüşlerimizin hepsine ayrıca okudum.

Sokaklar, çarşılar kalabalıktan geçilmiyor. Bayram alışverişini kırılmış gibi yapıyorlar. Sanki bayramdan önce aç geziyorlardı da özel günlerde doyuyorlar. Sanırsın bayram sonu seferberlik ilan edilecek, harp çıkacak stok yapıyorlar.Ayol devamlı ne yiyorsan aynısını yiyeceksin, bayramda 24 saat yemek yesen bitiremezsin aldıklarını.Hoş ben az hırlımıyım ki pazara çıkarım, tek kişiyim ama pazar arabasını çaka çaka doldururum. Evde de kendime kızarım. Gözüm aç kardeşim, aldıklarımın yarısını komşularıma veririm, yazık olmasın.Ne kadar riyakarım değil mi? Kendim yapıyorum sizi ayıplıyorum, yazıklar olsun bana.

Bayram sabahı ilk defa anacım yoktu, yalnızlık hissettim, hüzünlendim. Allah’tan dostlarım beni yalnız bırakmadılar.”Yalnızlık” insanın içindedir, onu duymak, onu yaşamak istersen, ne şartlarda olursan ol zaten yaşarsın.Mühim olan içindeki yalnızlığı önemsemeden mutlu olabilmek…Yine parçaladım bir şeyler!.....

Kurban kesilirken göremem, etraf yine mezbaha gibiydi.Bütün kesimler bitene kadar dışarı çıkmadım ama getirilen etleri de geri çevirmedim. Et obur olduğumdan kolestrol, molestrol vız geldi, 4 gündür etin her türünü pişirip lüplettim.

Bayramın ikinci günü beni havalara hoplatan, zevkten geberten bir olay oldu. Gece delfi otele çağırdılar.Ünlü astrolog Ata Nirun beyin nostalji müzik gecesi varmış,cumartesi gününe davet ettiler.Bu arada Funda Cengiz hanımla tanıştırdılar.Funda hanım KENT TV sponsor sorumlusu. Benim programım” BODRUM’UN SEVGİSİ “ çok iyi reaksiyon alıyormuş. Zaten e-maillerden bana iletiyorlardı ama bu çok farklı.Bana sponsor olmak isteyen bir çok firma varmış. Bayramdan sonra bunları dolaşıp hayata geçireceklermiş. Artık Funda hanım benim adıma menejer gibi çalışacakmış. Tabii ki başka programlar içinde çalışıyor ama ben kendimden sorumluyum. Beni beğenip kabul etmeniz, bağrınıza basmanız, deli oldum sevinçten.

Ben televizyoncu değilim demiştim daha evvel, emekli öğretmenim, deneyimim yok. Sizler beni yönlendirip, yüreklendireceksiniz demiştim. Sağ olun, var olun. Yaptığım iş ne olursa olsun, severek samimi, özverili yaparım. Televizyondaki programım, gazete yazılarım hep içimden ne geldiyse odur.Ön hazırlığım hiç yok doğaçlama olarak sizlerden biriyim. Buyum yani….

Funda hanımla görüşüp, bana destek verenlere teşekkür ederim. Canım Bodruuuum!... canıııııım fedaaaaaaa olsuuuuuun sanaaaaaa!!!.... (maç amigoları gibi okuyun)

Cumartesi gecesi Ata Nirun beyin otel delfi de 60-70 li yılların nostalji müziği yaptığı yemek vardı. Nasıl güzeldi anlatamam, yaşımızdan dolayı ( ben kendimi hala genç sayıyorum, 10 yılda belki 1- 2 yaş atarım) Gençler de vardı aynı keyifi aldılar.Ata bey geceyi harika yönetti, DC’liği süperdi. Nasıl eskilere gittik, unutulmuş sanatçı ve şarkıları yeniden hatırladık. Danslar ettik uzun zamandır dans etmemiştim çok keyif aldım. Birde hiç sevmediğim insanlar son anda gelip keyfimi kaçırmasaydı,gecem mükemmel bitecekti. Oda nazarı diyorum. İlle herkezi sevecem diye kaide yok. Haddini bilmeyene bildireceksin arkadaş!...

SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Ocak 19, 2005

BEN DE ŞİFA DAĞITACAM GARİİİİİ!

Bir ulusal televizyonda haber kuşağında üç gündür Kanadalı adam insanları alnına dokunup, bayıltarak yere yatırıyor. Genç bir kadın da orgla bir avaz yırtınıyor” şifa ver isa şifa ver” O kadar giden insan var ki şaşarsınız.

İzmir’de de Meksikalı adam aynı yöntemle şifa dağıtıyormuş.Bu adamlar kendi memleketlerinde bir halta yaramayıp,para pul sahibi olamıyorlar.Kapağı buralara atıyorlar.

Türkiye’de para kazanmak, uyanıklar için kolay oluyor.İyi niyetli ve saf o kadar çok halkımız var ki!Yeter ki kafayı çalıştır.Güzel yurdumun, güzel insanları umutlarını hacı hocaya bağlamış, kim ne derse oraya gidiyor.

Akıllı geçinen kendini uyanık sanan madrabazlar: hem insanların umutlarıyla oynuyorlar hem de eşek yüküyle para kazanıyorlar.

Artık karar verdim: ben de şifa dağıtacağım. Evimin bir odasının eşyalarını boşaltacağım.Yere halı,kilim sereceğim. Yan evde oturan komşuma şimdilik oyuncak org alacağım.(işleri ilerletince en baba org alırım) kızını kapıya koyacağım, parayı peşin alacak neme lazım şifa, mifa olmazsa para iadesi yok. Komşum çalmayı bilmese de olur,önemli olan bir avaz bağarması”Şifaaa! Veeer!,hadiiii! Çabuk şifa veeer!Sevgi abla! Dışarısı kalabalık,zaman kısıtlı” ben insanları sıraya dizecem.her birinin kafasına odunu ekleştirecem bayılma kesin de ayılmayı garanti edemem. Zaten kafada şişlik, yıldızları sayarsa dert mert kalmaz. Kesin çözüm.Garanti veriyorum

Eyyyyy! Ahaliiii! Duyduk duymadık demeyin öz be öz Türk olarak bendeniz şifacınız olarak hizmetinizdeyim. Elin ecnebiyecilerine para vereceğinize bana verin. Paramız dışarı gitmemiş olur, Şurada gariban kulunuz da sebeplenir. Fenamı yani….

Her derde deva bizde,öyle okuma mokuma yok, Tek darbe odun. Odunu yedin mi görürsün Hanyayı konyayı. Ne derdin kalır ne kasavetin, şifayı bulusun Hizmet diye ben buna derim. Taaaa! Orlara burlara gitmeye gerek yok. Ayağınıza geldik.

Şaka bir yana ne günlere kaldık. O şarlatanları toplayıp günde üç öğün sopalayacaksın ve dışarı atacaksın. Siz ne olur böylelerini aranızda yaşatmayın.

Gelelim bademin bebeklerine. Dün 5 yavrusu olmuştu ya! Akşam salonun ortasına kilimleri serdik,. Gece üşümesinler diye eve aldık. Yavrular nasıl birbirlerinin üstünden ,altından meme derdindeler, nasıl şirinler. Doğumu kameraya aldık, bebekleri çektik. 5 yavru şimdiden sahiplendi bile. Adlarını da koyduk Pati, Karam,Uğur, Şeker,Nazlı

Anneye kırmızı kurdele bağladım. Biliyorum çatlak diyorsunuz evet çatlağım ama seven( her şeyi) sevenim.

Şimdi şifa odamı hazırlamam lazım. Çok işim var. Beni meşgul etmeyin.



SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Ocak 17, 2005

CANIM YURDUMUN CANIM İNSANLARI

Gazeteleri açıyorum kaza haberleri, birbirini vurmalar. Televizyonda haberlerde hemen hemen aynı olaylar, bu sefer görüntüleriyle kazalar. Duydunuz mu bilmem son 5 yılda 8 bin kişi sadece kazadan ölmüş, eceliyle ölenler hariç. Yaralanıp ta sakat kalanlar hariç, yani 10 binden fazla insan telef oluyor, Ocaklar sönüyor, yürekler yanıyor.

Bu sene bayramlar çoğunlukla hafta sonuna denk geliyor, tatiller kısa. Bayramın anlamı değişti. İlk fırsatta seyahat ediyoruz. Zaten zaman kısa, birde vakitten kazanmak için basıyorlar gaza. Bayramda zevkli tatil derken, kazaların yüzünden acıyı yaşıyorlar.

Ne olur TATİLCİLER!....kendinizle birlikte sevdiklerinizi düşünün, zevkleri kabusa dönüştürmeyin. Bütün yola çıkanlar!.. sağ sağlim gidin dönün evlerinize.

İçim şişti! Kara haberlerden.Televizyonlarda bir kavgadır gidiyor. Kim kimle evlenecek, kim kime sövecek, sayacak hatta dövecek, kimin kızı, oğlu ağlayacak….. Hiç birini seyretmedim ama duymamak mümkün değil.Millet bunu konuşuyor. Semra hanım çok meşhur olmuş, kanal, kanal geziyormuş. Şimdide kocasıyla tekrar barışsın diye 5 milyar teklif etmişler. Ba ba ba! Kıskanıyorsam ne olayım.( yalancılıktan burnum 25 cm. oldu) Bana çay bahçesinde çay bile teklif etmiyorlar. O 5 milyarı bana teklif edin, değil eski kocamla sevmediklerimle bile bir oda da yaşayabilirim.Nasıl olsa bol kavga, dayak kötek gırla gidecek.Ben onları haklarım, en azından hırsımı da almış olurum. Oooh! Ne iyi hem milleti haşırdat hem de para kazan.İyiymiş bu iş çok hoşuma gitti.

Televizyoncular!.... tekliflere açığım.Her türlü dövüş sanatının kurslarına bile gidip, dayak tekniğimi geliştirebilirim.Semra program başına 5 milyar alacakmış, ben toptan 5 milyara fitim. Maksat ayak alışsın. Yazıyı yazarken yüzümde güller açıyor, buldum geçimin yolunu diye.

Konya’da Kardelen düğün salonu sahibi:Salonunun duvarına boydan boya pankart asmış “Semra hanım!. Yetti artık.Sayende düğün yapamaz olduk..” protesto etmiş.

Bakın sevgili Bodrum’lular!..Bana inanarak düğün dernekten vaz geçmeyin. Ben paramın derdindeyim, Para uğruna kendimi paralayacağım,telef edeceğim, yoksa evliliğe karşı değilim. Aman haaaaa! Yanlış anlayıp ta beni de protesto etmeyin. Maksat hareket olsun.

Bu arada bana e-mail yazan sevenlerim. Duygularınızı benimle paylaşıyorsunuz. Bilhassa gençler bana akıl soruyorlar, lütfen cevap yaz diyorlar. Sizden gelen mektupların hepsini teker teker okuyorum inanın. Velakin size ferdi olarak cevap yazsam gönül ablayı geçerim. Benim yazı tarzım acıların kadını olmadan hayatınızı küçük, küçük neşelendirmek.Bir de benimle özel meilleşmek isteyen okurlarım!.. sizlerden özür diliyorum, şimdilik bunu yapamayacağım.

Bu köşede isim vermeden yani çaktırmadan sizlerin sorduklarınızı yanıtlarım. Beni tenkit edenlere de teşekkürler. Yazılarıma aynen devam edeceğim değişemem, siz de deneyin hayatın güzel tarafını görmeyi çabalayın. İnanın daha mutlu olursunuz.

Müjdeeeeeeeee!!! Telefonum yapıldııııı. Kablolar eskimiş, yeni hat çektiler. Yepyeni bir kablolarım var artık. Yağmur da yağabilir, fırtına da çıkabilir.

Hadi gene iyisiniz telefonumun sayesinde kuraklıktan kurtuldunuz. Yaşadınız…



SEVGİYLE KALIN

Salı, Ocak 11, 2005

DALDAN DALA ATLA YAR

Anacım dünkü sarsıntı neydi.Gece yatağım sallanıyor, köpeğim yapıyor zannettim.Ona bağırdım , zavallı hayvan şaşkoloz vaziyette bana bakıyordu. Önce panikle kendimi dışarı attım, baktım komşuların çoğu sokakta.Önce her kafadan sesler çıkıyordu,sakinleşince ben en baba depremleri İstanbul’da yaşadığım için, bu küçük sarsıntı bana hafif geldi.Eve döndüm tumba yatak. Hor vaziyetinde sabahı ettim.

Bu gün hava şahaneydi,yaymacı pazarına gittim. Bir şey almasam da gezmeyi seviyorum.

YTL vaziyetleri karışık, ben de tam alışmış değilim.Baktım 5 çift çorabı eski parayla 1 milyona satıyormuş, yaşlı amcam, çorapların üstüne 1 milyon YTL yazmış. “amca bu yanlış,sen 1 milyara çorap satıyorsun olmaz, düzeltelim sen 1 lira yazacaksın” get kız işine 1 liraya çorap mı olurmuş” etraf esnafı da toplandı. “amca doğru öyle olacak, bak bizim etiketlere” amcayı zar zor ikna ettik.

Yaşlı teyze torununa eşofman almış, elinde yeni 20 lira onu çekinerek satıcıya verdi, adamcağız eski 10 bin lira geri verdi. Kadına anlatıncaya kadar uğraştı. Canım insanlarım ben dahil alışacağız. Daha bozuk paralarla anlaşamadım, beklemedeyim, piyasa iyice otursun diye (beni okuyan da parametre benden sorulur zanneder)

Asya’daki deprem ve sonrasında Sunami faciası dünyanın yaşadığı en acı afet. Binlerce insan yitti gitti.Bazen kelime dağarcığımız yetmez, duygularımızı anlatmaya. İşte o durumdayım. Ateş düştüğü yerde yakıcı oluyor.Hepimizin en büyük duası Allah bu kadar büyük afeti bir daha vermesin, onların da tanrı yardımcısı olsun.

Bizim neşe kaynağımız Karadeniz’liler.Aslında oldukça zeki ve hazırcevaptır Karadenizlim. Geçen gün Ahmet Akpınar kardeşimiz yazmış. Hoşuma gitti. Sizlerle paylaşmak istedim.

“Temel neyi neden yapıyormuş”

Temel sigarasını bir metre uzunluğundaki ağızlığa takıp içiyormuş.Niçin

“Doktoru sigaradan uzak durmasını söylediği” için.

Temel her gece yatmadan önce ayaklarına böcek ilacı sıkıyormuş.Neden?

“Ayaklarında karıncalanma olduğu “ için

Temel hamile karısına çok su içirmiyormuş.Niçin?

“Bebek yüzme bilmiyordur” diye

Temel doktorun muayenehanesine kocaman bir fıçıyla gitmiş.Niçin?

“Doktoru altı ay sonra idrarınla birlikte gel” demiş.

Temel saçını kuruladıktan sonra şampuanlıyormuş.Niçin?

“Şampuanın etiketinde (kuru saçlar içindir)”diye yazıyormuş.

Temel yeni aldığı ayakkabısını bir hafta giymemiş.Niçin?

“Satıcı bir hafta kadar ayağınızı sıkabilir “ dediği için

Bu günkü yazım gerçekten daldan dala oldu. İçimden geldiği gibi.



SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Ocak 08, 2005

HAM HUM, HAM HUM “UMAMİ”

Ne kadar acayiplik varsa Japon’lardan çıkıyor. Teknolojinin kralı onlarda, Adetlerin enteresanı onlarda, bize ne kadar yabancı alışkanlıkları var. Şimdi de tutturmuşlar umami diye damak zevkini.Tadı ekşi, tatlı, acı,tuzlu, buruk önemli değil hoşa gidiyorsa onun adı Umami’ymiş

Tat almak sadece dilden olmuyor. Dilimiz tatlı,ekşi,tuzlu ve buruk tadı algılayabiliyormuş. Diğer tatlar için burnumuza ve beynimize ihtiyaç varmış.(biz bunları biliyoruz ki akıllım) Nezle olunca neden yediklerimizden bir şey anlamayız, bunları da biliyoruz, geç babam geç.

Aha bu capones yerden bitmeler, tatlı ile tuzlunun arasında yağı ve eti çağrıştıran bir tat bulmuşlar adına da umami demişler.

Yav biz caponları solladık bu umamide anne sütünden tatlıyı aldık, kıvır zıvırla tuzluyu aldık, fest futla da her türlü tadı aldık, Türk mutfağının zenginliği içinde peeeee!.... almadığımız tatlar mı kaldı?

Bizim içli köfteyi, kısırı, acılı adanayı,dolmaları, karnıyarık, bol sarımsaklı cacığı daha say sayabildiğin kadar.. Bütün bunları elin caponu ne bilsin. Onlarda varsa yosun, suşi, çiğ yiyorlar anam çoğu yemeği. Çayı bile küccücük kuş suluğu gibi kaplarda içiyorlar. Nerde bizdeki ince belli çay bardağı, hoş artık kocaman saplı bardaklarda sallama olan daha kolay(bende aynen öyle içiyorum)

Necip halkımız bu konuda iyidir, iyi. Capon diyorki “içki,sigara,diş ve dişeti hastalıkları hem kötü hemde tat alma duyumuzu köreltiyormuş. Ne gam kardeşim!..Biz aslanlar gibi içkimizi de içeriz, sigaramızı da tüttürürüz, diş fırçalama mı? O ne ki? İşte onu yapmayız. Sapsarı dişlerimiz şanımızdır. Caponlar bizden iyimi bilecek? Hepsini yaparız bütün tatları da alırız alimallah.

Beni sevindiren ne biliyor musunuz? Tatlıyı şişmanlar değil zayıflar severmiş. Eh teselli bulacak bir yan buldum gene de.Artık ben her yerde yemekte ellerinize sağlık çok lezzetli olmuş demeyeceğim, AAH!! Çok umami olmuş. Nasıl yaptında bu kadar umami oldu? Diye ukalalık yapacağım. Bilgi her yerde bilgidir.Bana anlamadan aval aval bakanlara da asla umami nedir anlatmayacağım. Mutlaka arkamdan iyi niyetlerini yollarlar zannederim.

İyi bir umami yemek için beyaz şarapta içilecekmiş, benden paso asla şarap kültürüm yoktur,hiç anlamam. İşte sınıfta kaldım. Şarapsız umami işe yarar mı? Evde yaptığım yemekleri umami’sizde hüpletirim. Yaşasın bizim yemekler!!.... Yaşasın cim bom bom!... Heyyt



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Ocak 07, 2005

KADIN OLMAK

Bu gün başka konuyu yazacaktım ama sabah duyduklarım beni etkilediği için kadın olmanın ne olduğunu yazmaya karar verdim.

Erkekler dini, ırkı ne olursa olsun, üç aşağı, beş yukarı aynılar. Bütün özveri kadınlara mahsus. Dünya starı da olsan, prenses Diana’da olsan,dağdaki çobanın karısı da olsan özveriler pek değişmiyor.

Er kişiler bana kızmayın, bu düşündüklerimin feministlikle alakası yok. Bir kere feminen olmak erkek düşmanlığı asla değil. Sizsiz dünyanın tadı, tuzu olmazdı.Feministlik: er kişilerin bayanlara saygılı, paylaşımcı,sevgili olması diye algılıyorum. Yoksa her alanda siz er kişiler rahatsınız.

En önemlisi küfür olayı, bayanların olup olmaması önemli değil, küfür etmekte sakınca yoktur sizlere. Araba kullandığım için biliyorum, trafikte analı, avratlı, oralı, buralı küfür etmek normal. Arabada kadın, çoluk, çocuk giderken ağızlar lağıma dönmüş yol alıyoruz.

Sokakta pantolonun önünü kaşıyarak gidebilirsiniz. Sokakta kadın, çocuk olması sizi bağlamaz.Bu arada dayak yiyen, sokağa atılan, tacize uğrayan, üstüne kuma getirilen, eksik etek olan,hor görülen kadınlarımız.

Batıda ki okumuş tayfası, ekonomisini eline almış hatunlar baş kaldırınca ya feminist, yada ali kıran baş kesen, isyankar oluyor. Doğu kadınları içler acısı.Yaşadıklarının farkında bile değiller.Aynı evde üç, dört kuma bir sürü çocuk. Evin ağası adam. Sıkıysa karşı gel,bak başına neler geliyor. Namus kavramının katı kuralları içinde olunca çarpık ilişkiler,ensest ilişkiler çoğalıyor. Sonra gelsin töre cinayetleri. Gazetelerde hepimiz okuyoruz, ezilen aşağılanan kadınları.

Aldatma olayı başlı başına bir alem. Adam yaparsa çapkınlık, kadın yaparsa o…….luk Ayırım doğuştan başlıyor. Kız çocuğunun altı saklı değişir, erkek çocuğun pipisi iftiharla elaleme gösterilir. Bu örnekleri yazmakla bitmez, sizler yeni yetişen nesiller, bilhassa genç kızlar onurunu, kişiliğini koruyarak ayaklarının üstünde durmayı, haklarını savunmayı öğrenmelidir.En önemlisi bizler için KARILAR diye hitap edilmesinin çok çirkin olduğunun savaşını vermeliyiz.

Erkek egemen olan bir dünya içinde varlığını gösterme çabası içinde olan kadınlar,kadınlıklarını vurgulamadan, erkek gibi davranıp,onların kaba davranışlarını taklit ederek varlıklarını kabul ettirmek istiyorlar. Ama bilir misiniz? Küfürsüz, argosuz, düzgün ve sakin konuşmalar kadınları her zaman saygıdeğer ve güçlü yapar.

Biz kadınlar eş,ana olarak nesillere damgamızı vuranlarız. Gelin erkek kadın ilişkilerinde karşılıklı özveri, saygılı, paylaşımcı olalım.

Şiddeti kadınların desteğiyle yıkalım. Ben buna yürekten inanıyorum ve hep inanacağım. Bu gün arkadaşımın anlattıkları dilerim hiç birinizin başına gelmez.

Biz kadınlar güçlü olmak için erkek gibi olmaya gerek yok.

Vallahi!.... gerçekten yok!... Kendiniz olun yeter!....



SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Ocak 06, 2005

KOYUNLARA AKIL SIR ERMİYOR

Evimdeki telefon yağmura endekslendi, barometreye döndü. Hava açıksa çalışıyor, yağmur tıp dedi mi iptal, çalışmıyor. Telefon arızayla akraba olduk, ben telef ettim kendimi ama bir türlü derdimi anlatamadım. Devamlı “ilgileneceğiz” ne fayda ne gelen var, ne de giden. En güzelini bu gün adamcağız dile getirdi.”Bak bacım yağmur olunca ekipler çalışamıyor, hava iyi olunca da telefonun canavar gibi çalışıyor.arızayı bulmak zorlaşıyor, bir gün inşallah kendiliğinden düzelir “ Doğru söze ne denir. Allah’a yalvarıyorum “yağmur yağmasın veya yağarsa da arıza kendini düzeltsin”Çiftçiler yağmur beklermiş,ne yapayım benim telefonum halinden utanıp ta sizlere acırsa” kendimi tamir edeyim, millet yağmur bekliyor, sonra yazın acısını hep birlikte çekeriz. Bodrumun geleceği benim ellerimde” diye utanıp kendini tamir ederse, vallahi, billahi önce ben sonra tüm bodrum kurtulacak. Yoksa benden günah gitti, 5 vakitte yağmur yağmasın diye dua edip, yatırlara adaklar adayacağım.Zaten başınızı yukarı kaldırınca bonus saçı gibi telefon telleri. Onlar da haklı hangisi benimki bulamıyorlar besbelli. Neyse 15 gündür sabırla bekliyorum, telefonumun insafına sığınıyorum, yalvarıyorum “ne olur kendini düzelt, yoksa benim aklım bozulup tırlıycam”

Aşk ağlatır, dert söyletirmiş. Ben de telefon derdinden her şeyi unuttum.Sabreden derviş telefonu yapılamadan gebermiş.( Bunu ben uydurdum, anlayın artık ruhsal durumumu)

Gelelim bayrama, mübarek kurban bayramı geldi.Millette kurban alma telaşı başladı. Mahalle mis gibi koyun dışkı parfümü kokuyor, melemeler koro halinde. Ama koyunu almak marifet değil, onu salimen eve getirmek. Bizim sokağa araba girmiyor. İşte festival o zaman başlıyor. Üstteki komşum hayvanı arabasından eve getirirken, hayvan bir kaçtı. Adamcağız hem şişman hem yaşlı. Koyun önde o arkada bir koşu başladı ki, adam hem koşuyor, hem tık nefes olmuş yırtınıyor” Koyunum kaçıvedi galiiii!! Tutun emcem, yardım ediven ben koşamecen, “ haydaaaa!.. gençler başladı koşturmaya. Zavallı hayvan onca bağırış, çığrışa iyice ürktü. İspanyol’ların arenası halt etsin. Sonunda koyunu yakaladılar, sahibini oturttular sularla, kolonyalarla kendine getirdiler

Başka arkadaşım da koç almış, bahçeye bağlamış.Sabah bakmış hayvan yok. Sokaklara döküldü. Tırım, tırım koçunu arıyor, derken hiç tanımadığı bahçede bakmış koç bağlı. Tamam buldum derken evin sahibi o benim koçum dememiş mi? Bir kavga kıyamet, tek koç iki sahip nasıl edecekler bilmem. Bence ikisi birlikte kessin paylaşsınlar.

Dün bayram çekimi yaptık televizyonda bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum. Çok keyifli geçti. Umarım sizde zevkle seyredersiniz. ( 22- Ocak cumartesi gecesi saat 21 de yayınlanacak, mutlaka seyredin, çok uçuk program oldu) Reklamlar girdi buraya.

Yaşadığım çevremde ne kadar komik veya enteresan olay varsa beni buluyor. Ben kurban kesmiyorum, tek başıma üstesinden gelemem. Ayrıca et obur olduğum için kolestrol 600 filan olur artık. Muğla’da yardım kuruluşlarına parasını yolluyorum kesiliyor ve afiyetle yiyorlar..

Yaşadığımız sürece daha çok bayramlar yaşayacağız. En önemlisi SAĞLIKLI, EVİMİZDE HUZURLU, SEVDİKLERİMİZLE MUTLU, BEREKETLİ daha nice bayramlar yaşayalım. ALLAH AĞZIMIZIN TADINI BOZMASIN.

HEPİNİZİN BAYRAMINI KUTLARIM CANLARIM BENİM. Yağmur yağsa bile içinizdeki güneşle yaşayın.



SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Ocak 05, 2005

MUĞLA YOLLARINDA

Çok yakın arkadaşımın MR çektirmek için sabah esselatta Muğla yollarına düştük. Havaalanı yolunda 4 şerit yol var,ınınınnnn,radara yakalandık.115 km. ile gidiyormuşuz,oranın hız limiti 80 km. imiş. Ayol tamam kurallara uyalım da çifte standart olmasa, polis bizi durdurdu, yanımızdan vızır, vızır hızla arabalar gelip geçiyor.Neyse kaderimize boyun eğdik. 188 milyon törkiş lirayı bayıldık. Dar ve yerleşim yerlerinde radar olsa amenna, otobanda radar olur mu?Yinede trafiğin işine karışmamak lazım, vardır bir bildikleri.

Hastaneye vardık, o ne kalabalık! İnsanlar per perişan koşuşturup bir yerlere yetişmeye çalışıyorlar. Sedyede yatanlar mı?, inleyenler mi? İnanın sağlığımızın kıymetini bilmek için en yakın hastahanenin acilini görsün yeter. Doktorlar da haklı, bu tıpkı yumurta ve tavuk misali kısır döngü.Aslında kimseyi suçlayamıyorsun. Herkes haklı.

Bir de şu kırtasiyecilik olmasa. En çok insanları yoran in aşağı çık yukarı, imzalat, geç karşıya kaşelet, mühür bir yerde imza ayrı yerde. Hasta yakınları olan sağlıklı insanlar bile hasta oluyorlar. Halbuki tek yere toplasalar insanlara kolaylık olacak.İnşallah zamanla AB’ ye girecez ya düzelir.

Bir şehir ki etrafı dağlarla çevrili, kara ikliminde ama kazaları en güzel belde. Marmaris, Fethiye, Bodrum turizmin göz bebeği yerler. Şanslı Muğla’lılar vesselam.

Dikkatimi çeken neydi biliyor musunuz? Mesleği ne olursa olsun güler yüzlü, sevecen olmak, tatlı ses tonuyla konuşmak, o kadar önemli ki. Kalabalıktan gına gelse de, güler yüz bin derde deva olacak. Doktorlarımızın bazıları ( bire bir yaşadım) bir dövmedikleri kaldı. Burnundan kıl aldırmıyor, bazıları ise öyle sevecen, yumuşak sesle yardımcı oluyorlar.

Hastanın en önemli ihtiyacı olan şey moral ve doktorunu sevmesi, güvenmesi. Hastanelerdeki davranış başka, aynı doktora özel muayenehaneye git davranış başka. Milletin para durumu özele gitmeye müsait değil ki hastaneye gidiyorlar. Niye bu ayırımcılık oluyor anlamıyorum. Sakın bütün doktorlara aynısınız demiyorum.Sözüm sadece yapanlara, kişinin ismi, sıfatı önemli değil. Ne olur hastalarınıza biraz daha hoşgörülü ve sevecen yaklaşın.

Annemi böbrek kanserinden kaybetmiştim. Bodrum, Muğla ve Ege üniversitesinde Üroloji bölümünde uzun zaman tedavi gördü. İnsanın başına gelmeyince bilemiyor, yaşadıklarımı tanrı kimseye vermesin. Orada gencecik insanlar diyaliz makinesine bağımlı yaşıyorlar. Böbrek bekliyorlar. O hastaların ömrü üç aşağı beş yukarı aynı. Kısa ömürleri var, böbrek nakli olsa ömürleri uzayacak. O kadar gençler ki ölümü hak etmiyorlar. Daha hayatlarını yaşamayı öğrenmeden bu illetle yaşamayı öğrenmişler. Her güne yeni umutla, gelecek böbrek haberiyle başlıyorlar.

Örnekler çoğaldıkça içimi acıtıyor. Gözü görmeyenler, karaciğeri iflas edenler,(karaciğer sadece içkiden bozulacak diye kaide yok) kalp bekleyenler……. O kadar çok ki!.......

Organ bağışının önemi burada başlıyor. Ben KENT TV (BODRUM’UN SEVGİSİ) programında organ bağışına geniş yer vereceğim. Kendinizi bir an o insanların yerine koyun veya canınız kadar sevdiklerinizi düşünün. Haliniz nice olurdu. Organ bağışına duyarlı olalım. Dinimizce de sevap, insanlıkça da sevap. Devlet hastanesine baş vurduğunuz zaman size organ bağışı ile ilgili canla başla yardımcı olacaklardır. İnanın bana.

HAYDİ İLK YAPACAĞIMIZ ORGANLARIMIZI BAĞIŞLAMAK OLSUN!...

Ben ve ailem 99 yılında bağışlamıştık.



SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Ocak 01, 2005

NEREDE KALMIŞTIK

Yeni bir yıla daha girdik. Ben akşam dostlarımla temek yedim. Saat 11.30 da dışarı çıktım.Marina yat klüpten başladım,her barı dolaştım.Gördüğüm tanıdıkların yeni yıllarını kutladım,içkilerinden birer fırt içtim, son durak alem bardı.Reşat’la şarkılar söyledik,göbekler attık, darmadağın olduk. Sabaha karşı çorba faslından sonra eve nasıl gittim nasıl yattım bilmiyorum. Sabah çok kötüydü.Ne yediysem düzelemedim, önümüzdeki 3 ay içki içmemeye karar verdim.Bütün alkollü likitlere NO!.. çay kahveye YES!.. Sakın beni baştan çıkarmayın.

Sokaklar cıvıl cıvıl insan doluydu. Barlar sokağında sıkı kavga vardı. Bayanlar, çocuklar kavganın içinde kalmış, bende dahil kaçmaya çalıştık.Polisi aradım”yetişin millet birbirini öldürüyor,adres falanca bar” “ölü varmı ölü” “yok ama gelmezseniz olacak” “o zaman mesele yok ama biz yinede gelelim” dondum kaldım. Bunun yorumunu sizlere bırakıyorum.

Gece eğlenceden sonra aklım sabaha dank etti. Bizler lay lay lom eğlendik, deprem ve suda boğulup ölenlerin yakınları değil yılbaşı içecek su,yiyecek ekmek bile bulamıyorlar. Dünya milletleri yardım yarışında bizlerde elimizin yettiği, gönlümüzün koptuğu kadar yardım edelim.Damlalarımızdan bir insan yaşama şansını kazansa ne sevaptır tanımamız şart değil, dili dini ne olursa olsun, insan insandır. Yardımlarınızı nereye yapacağınızı yazacağım.

Paramızda değişti ilk salaklığımı yaptım bile. Bankaya 100 milyon yatıracağım,ATM’ ye 100 milyon yazdım, baktım almıyor, bankanın içindeki kızlara sordum”niye paramı almıyor” güldüler,”sevgi abla artık makineler yeni Türk lirasıyla çalışıyor. Sen milyarı geçmişin” bende “olsun be anacım trilyoner emekli varmış gibi yazında banka sevinsin”meğer makine YTL ye ayarlanmış, ben kör kadın görmemişim, alışana kadar kaba tabirle ne kazıklar yiyeceğiz.Hele ben ne şapşallıklar yaparım kim bilir.

Söz kazıktan açılmışken, devlete atanlara ne demeli:Bir uyanık iş adamı Çin’den 20 bin ayakkabının sağ tekleri İstanbul’a yollamış, sol tekleri de başka bir ile yollamış.Mallar geldiğinde gümrükten çekmemiş. Sonra açılan ihaleden ayakkabıları sembolik paraya almış. Çiftleri birleştirip dünyanın parasını kazanmış.

Bir başka uyanık iş adamı yüklü miktarda enjektör ithal ediyor.satıcı firmaya enjektörü, ucundaki steril iğneyi başka ile yollatıyor. Malları gümrükten çekmiyor. Yine aynı metotla satılan malları komik paraya kapatıyor.Sonra enjektöre iğne takılıyor işlem tamam. Gelsin paralar….

Bu ve bunlar gibi kendilerini uyanık zanneden hırsızlardan önce devlet, sonra bizler hesap sormalıyız.Vicdanları rahat o parayı çoluğu, çocuğuyla rahat yiyor mudur?

Nerden başladık nereden çıktık.



SEVGİYLE KALIN