Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Cumartesi, Haziran 24, 2006

EVİME DENİZİME AŞKIMA KAVUŞTUM

Hayırlısıyla SAROS seyahatini de şey ettik. Yollar güzel, tabiat güzel, denizi güzel daha önemlisi yiyecekler hem çok güzel hem çok ucuz. Öyle lezzetli yemekler yedim ki! Neden doydum da daha fazla yiyemiyorum diye kendimle kavga ettim. Aynı yemekleri bodrumda yeseydik, eşek yüküyle paralar öderdik. Meğer biz gerçekten kazık yiyormuşuz. Bodrumdan çık. Bafaya gel. Göl gazinosunda köy kahvaltısı yap. Midelere mükemmel ziyafet yaptır. Azıcık para öde…. Yok anacım burası el yakıyor. Yazlıkçılar 10 günlük gelip, parayı yiyor. Bitince de gidiyor. Biz 12 ay burada olduğumuzdan aynı kazığı yiyoruz. Kaçacak yerimiz de yok.

Çanakkale geçilmez diyorlar ya! valla yalaaan! Billa yalaaan! Biz aslanlar gibi geçtik. Hemi de feribotla, püfür püfür denize karşı cıgaramızı tüttürdük. Şaka bir yana gerçekten oraların her bir taşı toprağı buram buram tarih kokuyor. İyi ki MUSTAFA KEMAL ATATÜRK bizim öz canımız, kanımız vatandaşımız olmuş. Bu güzellikleri bulmak vatan dediğimiz, bayrağımız dediğimiz, millet dediğimiz, kavramlar asla olmazdı. Kim ne derse desin? Dünyanın en güzel yeri benim vatanım…

Saros’da arkadaşın evinde kaldık. Onun İstanbul’dan gelen öteki arkadaşlarıyla harika hafta sonu geçirdik. Doktor hanımın evinde mum ışıkları altında gitar dinledik. Canım öyle güzel çaldı söyledi ki! Bayıldım. Kırmızı şaraplar nasıl gittiiii!

Yalnız tabiat bakir kalmış. Çanakkale boğazı hem uzun hem bakir. Eğer aynı boğaz İstanbul’da olsaydı? Vay haline tek karış toprak kalmazdı. Yalılardan teknelerden görünmez olurdu. Neyse ki buraya elleşmemişler.

Hayli kakara kikiden sonra evime döndüm. Bu sefer İstanbul’dan çok canım arkadaşım güllükteki yazlığına gelmiş. Haydiii tekrar barhanamı topladım ona gittim. Güllük, Bodruma 50 kilometre filan. Öööööle! Aynı git gel yapamam. Eh! Nasılsa ağırlanıyorum. Ekmek marketten, su damacanadan keyfim beyde yok. Orda da kaldım. Şu güllük dedikleri yer ne menem şeymiş ? gördüm boyum 2 karış uzadı. Yeşillik desen eeeeh! Deniz desen aynı. Ama anacım gece hiç hareket yok. Sitelerde millet yemeğini yedikten sonra tv seyredip yatıyorlar. Tam kafa dinleyecek yer. Ben almayım, alana da mani olmayım. 2-3 gün ideal. Gerisinde sıkılırım. Yine ne varsa burada var. hareket bereket, aktivite tekmili birden buradaaa!

Bana gittiğim yerlerde soruyorlar “nerde oturuyorsunuz” “BODRUM” deyince kocaman bir WAAAW! Çekiyorlar. Medyadan gördükleri bodrumu hayal ediyorlar. Sanki her gün köpüklerin içinde bar tezgahlarının üstünde sabahlara kadar tepiniyorum. Saçlarımı maviye boyayıp her 1 yerime priiing denilen metal çivilerden çakıyormuşum gibi… Ah! Ah! Ah! Dışı sizi, içi beni yakar. Burası benim için tutku olmasa zor yaşamı olan bir belde deeeerrrmiiişim…

Güllük faslını da bitirip evime döndüm. Bizim konsere az kaldı. 8-TEMMUZ- CUMARTESİ kalede konserimiz var. çalışmalarımız hızlandı. Misafir solist MELİHAT GÜLSES geliyor. Tam bir müzik ziyafeti olacak. umarım başarılı oluruz.

Dün de hocamızla çalışma sonu, 13 kişilik minik grubumuzla ortakentte oturan canım arkadaşım Mustafa’nın bahçesine gittik. Eşi NEŞE bir mezeler yapmış? Peeeeehhhhh! Donatmış, döktürmüş…. Mangallar filan derken saz söze sıra geldi. Şurup gibi sesiyle hocamız bir başladı! Her zamanki gibi uçtuk. Sabah 7 olmuş. Burada ne çabuk sabahlar oluyor. Bizi ağırlayan canım arkadaşım ve canııım eşi neşeye nasıl teşekkür etmeliyiz? Gak dedik rakı, guk dedik yemek…… kral sofrasıydı. Ellerine sağlık. Yalnız acılı ezmede neşenin üstüne tanımam. Valla bütün gece millete azıcık verip kalanını eve getireyim dedim. Sabah olunca dalgaya düştük. Alamadan geldim.

Bak Neşecim! Senden acılı ezme alacağım var. unutma… yoksa dilime düşersin. Aşkım (kuşumun adını öğrenin artık. Devamlı bu kim diye sormayın yaaaa! Bıktııım!) beni özlemiş. Bunalım takılıyor şu günlerde. Parmak kadar velet, bana nazlar kaprisler…. Eh bugün evde oturup onun da gönlünü alayım. Naparsın! Ortak yaşamakta fedakarlık yapmak lazım. Yarın İstanbul’dan gelen arkadaşımın motor yat teknesiyle çökertmeye gidiyorum. Aslında motor yatları sevmem. Mecburen arkadaş hatırına çekeceğiz. ( havam batsın… bu kadar da olmaz yaaaa! Bazen çok adiyim değil miiiii?)

SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Haziran 17, 2006

DÜKKANIM YİNE KAPALI

Eskilerin söylediği atasözleri, darbı meselleri kim bilir ne şartlarda söylediler. Yani acaba tecrübeye dayanarak mı? yoksa işkembeden salladılar mı? artık bilmiyorum. Ben, kendim, şahsen, bizzat, bilakis (bu uymadı ya olsun, torba dolsun.) engin ve de zengin deneyimlerimle yaşamış olarak bu tip bazı sözlerin doğru olduğunu keşfetmiş bulunuyorum.

Şu laf mesela “leyleği havada görmek” Eeee! N’olmuş ki havada olsa ne gam, damda olsa ne gam? Sadece leylekler mi göçmen kuşlar? Kırlangıçlar olamaz mı? ne biliiim, başka kuş sürüsü göç edemez mi? neden leyleği günah keçisi yapmışlar. Bu keçi zavallısı da günaha neden giriyor kardeşim? Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmazmış. Ba babababa! Karga neden bokla özleşmiş. Akbaba leş yer. Karga akıllı hayvandır. Neden bazı hayvanlara takmışlar? En güzeli de “ ayının 32 türküsü var, hepside yar üstüne” hoppala hasan dayı şeyim seyridi. Ne demek şimdi bu? Ayı kime aşık olmuş da hep onu düşünüyor? Anaaaa! Bu deyimlere takıldıkça batıyorum. İyice dağıldım.

Leyleklerden tutunduk, nerelere geldik. Eğer doğruysa ki tecrübelerim onu gösteriyor. Bu yazın başında tam leyleklerin yurdumuza avdet ettiği sırada arabayla uzun yola gidiyordum. İlk defa leyleği havada uçarken gördüm. Arkadaşım “ hah işte ilk leyleği havada gördün. Bu yıl devamlı gezersin” dedi. Uyduruk laf diye ciddiye almadım. Yav hakkatmiş. 3 gün ev, 10 gün gezme… nerelere gidiyorum, geliyorum tepe sersemi oldum.

Hep beylik laftır. Siz bu satırları okurken ben uzaklarda attaaaa da olcam. Abe yesss.. gene gidiyorum. Bu sefer ege bölgesinde dolanacağız. Yol güzergahımız İzmir üzerinden Çanakkale…. O yolu hep sevmişimdir. Bir kere yolu güzel, manzara güzel. Saroz’a ilk gideceğim. Bakalım nasıl bir yermiş. İzlenimlerimi sizlere anlatırım. Şimdilik 4 gün kalacağız diyoruz da bizim akıllar hiç belli olmaz. Ben bizim kızlardan söz aldım. Dönüşte mutlaka Ayvalıkta 1 gece kalmalıyız. Cunda adasında şöööööle balık rakılama… şeytan sofrasına gitmeli…

Havalar serin gidiyor. Daha tam yaz gelmedi. Onun için neme lazım. Kışlık giyside götürüyorum. Oralar serin oluyormuş. Gidelim bakalım! Nerelerde leziiiz yemekler var? keşfedeceğiz.

Konuyla hiç alakası yok ama şimdi aklıma geldi. Ben İstanbul’a uçakla gideceğim. İsmi lazım değil bir uçak şirketinde çalışan kızımıza, bilet alırken “kuşum var onu da kabine alacağım” dedim. Buyurun soruya gelin! “ kuşunuz kaç kilo?” yavrum bu muhabbet kuşu 100 gram filan diyorum. Hala “ anladım hanfeendiii! Kaç kiloooo?” diye ısrar ediyor. “ kartal olsa 5 kilo gelir ama benimki 150 kilo filan geliyor” dedim. “aaaaaa! O kadar kuşu uçağın içine alamayız. Hanfendiiiiiii! Siz onu kargoya veriiin!” sonra ek bir soru daha sordu. “Kuşun sağlık karnesi, nüfus kağıdı var mı?” tabi ki canımcım. Yeşil pasaportu bilem var. ona vize işlemiyor. Dedim. Kuş gribinden tırsmış galiba ki aşıları soruyor. Ben beni bildim bileli kuşun aşısını duymadım. Veterinerlere de sordum güldüler aşı maşı olmazmış.

Önce şu ege dolaylarını bir güzel dolanıp gelelim. İzlenimlerimi sizlere ballandırarak anlatırım. Yani canımcıklarım dükkanım zoraki seyahat ( sanki silah dayadılar da zoraki gidiyorum. Yalandan burnum uzuyor.) dolayısıyla 4-5 gün kapalı. Beni özleyin,

SEVGİYLE KALIN

Salı, Haziran 13, 2006

ORTAYA ACILI 1.5 KARIŞIK DUL

Oldum olası kitap okumayı severim. Artık beni benden iyi tanıyorsunuz. Her gece okumadan uyuyamam. Hoş yaz gelince biraz askıya alıyorum. Kış geceleri gibi olmuyor. Yazlıkçı arkadaşlar gelince lay lay lom vakit geçiyor. Kitaplara zamanım kalmıyor. Geçen gün bir arkadaş almış, okumuş. Çok hoşuna gimiş. Bana da oku dedi. Beleş olunca daha da hoşuma gitti.

Kaynana kullanma kılavuzu adlı kitabı da varmış. Hoş kaynanam yok emme alıp okuyacağım. Yazar Gülşah Özdemir ellerine sağlık “dul kadın tipleri” adında çok keyifli kitap yazmış. Okudum çok hoşuma gitti. Sizlerle azıcık paylaşayım dedim. Dulları çeşitlendirmiş. Tam 71 çeşit dul varmış. Biliyorsunuz ben de dulum. Hem okudum hem de kendimi hangisine uygunum diye ÖSSYM test uyguladım. Du bakalım hangileri uyacak. Azzzz soonraaa!

AFET-İ DEVRAN dul: bu tipler oldukça tecrübeli ve akıllıymış. 2-3 kere evlenmiş olurmuş. Olgun yaşta, cazibeli ve ne istediğini bilenmiş. Bu dullar kolay kandırılmazmış. Zengin olurlarmış. ( bana uymuyor. Zengin değilim, 1 kere evlendim, kandırılmayı beklemiyorum. I –Ihhh! Uymadı)

CİVELEK dul: aklı 5 karış havada olurmuş. Yaşadığı deneyimler ona vız gelmiş, tırıs gitmiş. Kolay kandırılıp, ayartılırmış. Çok civelek olduğu için eerrrkekleer için idealmiş. Emmevelakiin! Evlenmek için acele ettiğinden hiçbir adam onu almazmış. Ya metres, ya da kontsa kalırlarmış. ( yok anam babam bu bana heç mi heç uymadı. Ben kiiiim? Civeleklik kim? O şarkı. Civelek civelek civelek diye terennüm edilir.)

İRONİK dul: anlaşılır da hep yanlış anlaşılırmış. İdeal eş olurmuş bu seferde kocaları için sıkıcı olurlarmış. Boşanınca yanlış anlaşılırmış. Mesela samimiyeti yosmalığa, iyi niyeti istismar diye adlandırılırmış. Kültürlü ve görgülü olurlarmış. Boşandıktan sonra yalnız yaşamayı tercih ederlermiş. Darda kalınca baba simgesi olacak omuz ararlarmış. ( ahah! Bu bana uyar. Tek yosmalık kısmı hariç. Kendime yeterim. Sıkıcı değil, epey eğlenceliyimdir. Sizde tanıyorsunuz artık beni.)

KARA dul: en tehlikeli dulmuş. Uğursuzmuş. Zehirli örümcek gibi kocalarını en kısa zamanda öteki tarafa postalıyormuş. Bütün erkekler böylesinden tırım tırım kaçıyormuş. Eğer yakalanan olursa yandı gülüm keten helva. Zaten düğünde helvası karılmaya başlıyormuş. ( tüh tüh! Benden ırak olsun. Nereye direk olursa olsun)

RAHİBE dul: bu tipler erkek dünyasına bütün kapılarını kapatmışlar. Genç ve güzelmişler. Ekseri çocuksuz olurlarmış. Seksi pislik gibi görürlermiş. Erkekler bu tiplerden nefret edermiş. ( bunda yorum yok)

ŞEN DUL: hayatında bayağı ceviz kırmış. ( bu deyimi de hiç anlamam. Her sabah 4-5 ceviz yiyorum. Kolestrole iyi geliyor. Şimdi ceviz kırıp yiyince ne oluyor ki!) orta yaşı geçkin, hafif toplu, sarışınmış. Daima neşeli olurlarmış. Çevresiyle barışık olurlarmış. Her ortamda aranılan, dinlenen, sevilen tiplermiş.( sarı saç, balık eti, neşelilik, ortamda aranmak tuttu.)

TANGO dul: tıpkı tango dansı gibi yüzü gergin, kaideli, oyunu kuralına göre oynayan dulmuş. Kocası onu başka kadına gittiği için boşarmış. ( beni aldatan adamı resmen yolarım. Değil tango, 1 vals yaptırırım. Başı döner kıç üstü oturur.)

VALİDE SULTAN dul: çok güçlü, karakterli 1 dulmuş. Arzularına sünger çekmiş. Gönül ilişkilerini askıya almış. Dirayetli, kendi ve ailesinin sorumluluğu üstünde olurmuş. Her şey kontrolü altında olurmuş…( ahaaaa! İşte O BENİM aynen uyuyor. Zaten bana bu kitabı okumadan da “valde sultan” diyorlar.

ZALİM dul: kara dulun amca kızı gibi bişey. Erkeklerden intikam almayı amaç edinmiş. Bekarken uysal iyi huylu kızken, kötü evliliği yüzünden 1 zalim amazona dönüşmüş. Dişlerini gıcırdatarak ellerini oğuşturup, intikam planları yaparak hayatını sürdürürmüş. Tabii bu arada kendini yiyip bitirdiği için sıska, ucube, kaknem ihtiyar olarak ömürlerini bitirirlermiş.

Daha neler var neler… 71 çeşidini de yazsam olmaz! Kitabı okuyun valla çok eğlenceli. Bense az ondan az bundan karışık kuruşuk bişeyler buldum.

Şaka bir yana dullar ne kadar çokmuş. Erkek dulları da ben bir ara sınıflandırayım bakalım kaç çeşit çıkacak. Belki de daha önce yazan vardır. O zaman bana yollasınlar da boşuna çalışma yapmayım. Gene tembellik damarım kabardı.

SEVGİYLE KALIN

Pazar, Haziran 11, 2006

YIRTIK RAHİBEYİ GÖZLERİMLE GÖRDÜM

Yine yerimde duramadım. Biyerlere gitmek kısa uzun yol yapmak bayıldığım şey. Bizim kızlarla ne zamandır burada oturmaktan sıkıldık. Bu hafta sonu, Efes Meryem anaya gidelim dedik. Belki defalarca yazmışımdır. Ne zaman oraya gitsem, mum yakıp dilek dilesem oluyor. Belki de buna inandığım için. Gitmeden evvel evimde kendimce dualarımı okuyorum. Oraya hediye götürüyorum. Şimdi bana kızmayın. Aklınız karışmasın. Bütün dinlerde ALLAH tekdir. Orası da kutsal, camide kutsal, kilise, havra da kutsal. İnsanın tanrıyla beraber olması için ille bir mekan olması şart değil. Tanrıyı içimizde hissedersek her yer ibadet etmek için birdir. Ben dua etmeye bayılıyorum. Bu beni son derece rahatlatıyor. En azından pozitif enerji yüklüyorum.

Yine ukalalık yapmayım. Kızlarla arabaya atladık. Önce Bafa gölünün kenarında göl lokantasında harika bir köy kahvaltısı yaptık. Masaya gelenleri tıpkı tarlaya dadanmış çekirge sürüsü gibi, hüüüürrrp! Silip süpürdük. Valla köyün kendi yaptığı peynirler, yeşil zeytinler, mis gibi domatesler, biberler, hele yumurtalar.. peeeeeh! Ye Allah ye! Patlamaya çeyrek kala ohlaya poflaya yola çıktık.

Midemizdekileri hazmetmemiz için, rotayı Kuşadasına çevirdik. Kadınlar plajına gidip, 1 güzel denize girdik. Hem serinledik, hem de yüzerek çöp şişe yer ayarladık. Kuşadası kalabalık değildi. Plajda çok insan yoktu. Eskinin güzelim sahil kasabası karabasana dönmüş. Yüksek siteler, tıkış tepiş evler, kuşadasını baykuş adasına çevirmişler. Yeşillik, doğa diye bir şey kalmamış. Bodrum iyi ki 2 katlı ve de beyaz badanalı evlerle kaplı. Tabiat mahvolmuş. İçim acıdı. Islak mayoların üstüne elbiseleri giyerek yola çıktık. Meryem anaya gelene kadar kuruduk.

Yol ne kadar kalabalık. Konvoya takıldık, tepeye çıktık. Amanııın! Duyan gelmiş. En çokta benim çok sevdiğim minicik boylu, çekik gözlü caponcuklarım çin ordusu gibi gelmişler. Her milletten insanlar yürüme yolunu milim milim yürüyorlar. Gitmeyenlere yazıyorum. Efesin yanında 1 dağı kıvrılarak tırmanıyorsunuz. Otoparka araba ve insan için törkiş lira bayılıp içeri giriyorsunuz. Arabadan inip, dar bir yokuş yoldan esas Meryem’in olduğu odaya giriyorsunuz. Kapıda 1 rahibe sizi sessizliğe davet ediyor. Nasıl 1 girme kuyruğu var? sabırla sıramızı bekledik. İçeri girdik. Sağlı sollu mumlar var. ordan alıp, içerde niyetini dileyip kum tablasına yakıyorsun. Her gidişimde ben iki avucumla yüklüce mum alıyorum. Eeee! Arkadaşlarım çok. Her biri 2-3 tane bana da diksene diyor. Bir tabla sadece bana ait oluyor. Belki 20-30 mum dikiyorum. İsimleri söyleyip onların namına mum yakıyorum. Herkese telefon edip, niyetinizi söyleyin yaktım diyorum. İletişim süpeeeer!

Kilisenin içinde yoruldum. Baktım 2 tane oturmalı dua yeri var. bari tekine oturup dua edeyim dedim. Beyazlar giymiş 1 bayan dua ediyor. Lisan olarak anlaşamadık. ( sessizlik var ya, işaret dili geçerli) ben de oturayım dedim. Yanını işaret etti. İliştim. Dua ediyorum. O bayan elini sırtıma koydu. Beraber dua ediyoruz. İçimden de bu ne samimiyet dedim. Neyse duam bitti. Mumları yaktım. Meğer yanımdaki hanım rahibeymiş. O da benimle dua etti. Bak şu işe dedim. Raslantı bu kadar olur. Benim duadan sonra kalktı ve gitti. Yerini başka esas kıyafetli genç 1 rahibe aldı.

Şimdi bütün milletten var dedim ya, eh biz de yabana atılamayız. En çok ilgimi çeken de hani millet birbirini yiyor “türban” diye. İşte onlardan ve kara çarşaflı vatandaşlarımız öyle çoktu ki! (yorgunluktan imla hatalarını ve cümle düşüklüğünü bile düzeltemiyorum. Özürlerimle….) şimdi bütün insanlar saygıyla ibadetini yapıyor, her şey normal gidiyordu. Tam ben dışarı çıkacağım ki bir cayırtı koptu. Ulen ne oluyor dememe kalmadan, gördüğüm manzaradan dumur oldum.

Bizim hatunlar o rahibeyi yakalamışlar. Kimi kendinin başını, yüzünü, sırtını sıvazlatıyor. Kimi onu öpmeye çalışıyor. Kimi çocuğunu onun kucağına vermeye çalışıyor, çocuklar korkup feryat ediyor. Hani medyada görürsünüz. 1 yatırda nasıl dua izdihamı olursa aynen bu zavallı rahibede sebeplendi. Kızcağız İngilizce imdat “help, help” diye çığrınıyor. Bizimkiler kadına el sürebilmek için birbirini eziyor. İçeri kamera ve fotoğraf makinesi sokmak yasak olmasa, öyle şenlik vardı ki! Hepsini vesikalandırırdım. Az soooooona ne oldu dersiniz? …. Zavallı rahibenin elbisesinin kolu yırtıldı. Kızcağız ağlıyarak zor bela kalabalıktan sıyrılıp kaçtı. Valla tam 1 film gibiydi. Orda bile anormallik beni buldu. Aklıma yırtık rahibe filmi geldi. Ama az farkla orda müzik, güzellik vardı. Bizde ise bağırtı, izdiham, harbiden üst baş yırtılması vardı.

Neyse dönüş yoluna çıktık. Bu kadar hareketten sonra Söke’de çöp şişlere yumulduk. Şimdi evimde soda içip, hazmetmeye çalışıyorum. Umarım bu hengame içinde dileklerimiz yerine gelir. Eğer olmazsa o rahibeyi gerçekten yırtmak bana düşecek…

SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Haziran 07, 2006

DEDİKODU KANIMA İŞLEMİŞ

İnsan burada yaşarsa, her gün değişik olacak diye bir kanun yok. 2 gündür normal şekilde yaşıyorum. Yani bir normal günümde sabah, 12 de uyanıyorum. Hemen afyonum patlamıyor. Evin içinde dolanıyorum. Sersemliğimin geçmesi zaman alıyor. Çay faslı başlıyor. Şöööle mükellef kahvaltı sanmayın. Az peynir, zeytin, kepekli ekmek (1 dilim) 2-3 kocaman çanakla çay içildi mi yemek işi bitiyor. Akşam ne yiyeceğimi düşünüyorum. Bazen güzelce yemek yapıyorum. Bazen de tam tembelliğim tutuyor. Boş veriyorum. Mayomu giyiyor, denizin yolunu tutuyorum.

Bu sene plajımı değiştirdim. Çok uzun zaman aynı yerden giriyordum. Lakin etrafımdakiler bayağı kalabalık oluyordu. Çoğu da evden suyunu, yiyeceğini getirip orayı söğüt gölgesi yapıyordu. Tam bir sidik yarışına girmişlerdi. Benden öne geçmek için, kıçlarını yırttılar. Bu durumda işletme sahibi onlara söyleyemediğini, bana söylemeye başladı. Hepsi benim çevremde olduğu ve ben orda olduğum için gelenlerin yüzünden laf işitmem ağırıma gitti. Benim dama çıksam pabucum kalmaz. İşletmenin tek mekanı var. benim bin mekanım var. neyse bu sene yeni yerimden memnunum. Gelen arkadaşlar benim yanımda rahat edemediler. Zira orda evden getirme yok. Baba gibi para ödeyeceksin. O da onların Yusufunu sıktı. Eski yere gittiler. Benim hiç umurum olmaz. Hiç olmazsa bu sene bana söyleyemezler. “Para kazanamıyoruz. Kuru kalabalık ediyorlar. Çırpıcı çayırı gibi yayılıyorlar. Müşterilerim kaçıyor” zaten saat 5 de servis açtıklarından erkenden eve geliyorduk. Şimdiki yerimden istediğim zaman kalkıyorum. Güneşin batışını seyrediyorum.

Nerde ne olursa olsun, huzurum olmalı. Asla laf söze gelemem. Bütün bunların dışında olsam da, huzursuz oluyorum. amaaan kardeşim! Azıcık aşım ağrısız başım. Bunların asla dost olmadığını da biliyorum. Yazın gelip, yüzeysel ilişkilerin olduğu topluluk. Şöyle düşündüm de insanlar menfaat uğruna neler yapıyorlar. 2 lokma ekmek, az su için şakşakçılık yapmak. Şimdi kimin olduğunu unuttuğum bir şiir aklıma geldi. Sanırım ya Ümit Yaşar’ın, ya da Şemsi Belli’nin olması lazım. Yanlışımı düzeltin lütfen. Aklımda kaldığı kadarını yazacağım. Ben bu şiiri okuduğum zaman sanırım orta 2 filandım. Ama hayatım boyunca benim yaşam şeklim olmuştur. Hala da güncelliğini korur.

CİĞERCİNİN KEDİSİ

Sen ciğercinin kedisi, bense sokak.
Senin yemeğin kalaylı kapta,
Benimki sokak arasında.
Sen aşk rüyaları görürsün,
Bense ciğer, yemek.
Ama kolay değil be kardeşim,
Hayat boyu yemek için,
Ciğerciye kuyruk sallamak…

Nerde kalmıştım? Hah! Denize gidiyordum. Ulen kafa bırakmadılar. Akşama evime dönüyorum. Duş filan derken azıcık haberleri dinliyorum. Öyle ya tatildeyiz diye dünyadan haberimiz olmasın mı? yemek durumunu o günkü ruh halime göre yiyorum. Ya evde, ya dışarıda.

Her gece dışarıda çay içme faslımız başladı. Sanki memur mesaisi. Yoklamada yok yazılırsak ceza veriyorlarmış gibi tırım tırım gidiliyor. Aynı insanlar, aynı sohbetler, aynı çaylar, aynı saatte otur kalk, eve gel, soyun yat. İşte günüm bitti. Nasıl monoton değil mi? Allah’tan başka arkadaşlarım var da ben aradan sıyrılıyorum. Cozutuyoruz. Bu sefer de öteki gruptakiler bana bozuluyorlar. Sanki onlar 2 ay tatile gelince ben onlara zimmetleniyorum. Başka arkadaşlarım olamaz. Veya başka yere gidemem. Yav kardeşim! Ben tek başına fikri hür, vicdanı hür, davranışı hür genç kadınım. Valla şu yazın gelmesini bazen istemiyorum. Gelip, dedikoduları yapıyorlar. Gruplaşmalar oluyor. Şööle güzel tatilimizi yapalım gidelim demiyorlar. Beni paylaşamıyorlar. Sevdiklerini biliyorum da ama sıkılıyorum. Hepsini aynı anda memnun edemiyorsun.

Ben neler yazmak için oturmuştum. Neler yazdım. Demek ki ben bunaldım ve sıkıldım. Bu yazıdan da kendim bile keyif almadım. Bu seferlik size azıcık içimi döktüm. İdare edin gariii!

SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Haziran 05, 2006

DÜNDEN DEVAM EDELİM

Dünkü yazımı okumayanlara ÜNLÜ yazarınız hatırlatma yapar. Dedikoduları yazıyordum. Gündüzlerinden başlamıştım. Geçen Pazar arkadaşımla tekneyle çıktık. 2 hatun marinadan 1 çıkışımız var kiii! Peeeeeh! Sürat motorunun burun kısmına beni oturttu. Neymiş tekne kalkmasınmış… tam yol verince, popom zınk, zoing, dank, dınk nasıl vuruyor. Kuyruk sokumum ensemden çıktı sandım. İç organlarımda ne kadar fazlalık varsa ( taş, kum, böbreklerim, “çocuğum” onu salladım. Fıtığım) hepsi döküldü. Pirüpak oldum. Neyse kara adaya gittik. Sabahın 9’u güneş tepemizde. Balık tutmaya başladık. Nasıl keyif alıyoruz. Rüzgar da okşuyor. Eh arada denize girip çıkıyoruz. Burada 1 saplama yapmalıyım. Teknenin merdiveni kıçta ben çıkana kadar teknenin içi su alıyor. (fiber ya, bana dayanamıyor) haydi bakalım çıkınca suyu boşalt. Yeniden kuruyorum. Ama en önemlisi arkadaş giyeceklerini teknenin kıç dolabına koymuş. Biz lay lay lom vaziyetinde, son derece keyifli vakit geçirdik. Saat 17 de marinaya dönerken giyinmeliyiz. Allaaaaaah! Kızın bütün çantası, kotu, bluzu sırımsıklak. (mahsus öyle yazdım, yoksa sırılsıklam demesini de biliriz) havlularla örtündük. Marinadan kimseler görmeden arabaya binip evlere geldik. Ertesi gününü hiç söylemiyorum. HAŞLAK olmuşuz. Ayrıca haşlak kelimesini ben uydurdum. Şimdi nasıl soyuluyoruz? Aynen tavuk (gözü) gibi olduk.

Aslında daha var da azıcık sonraya malzeme kalsın. Şimdi gecelere geldik. Valla kızım bana “sen koroya, sonunda meyhane eğlencesi ve çalgı çengi için gidiyorsun.” diyor. Yazlıkçı arkadaşlar da geldi. Ortalık hepten şenlendi. Bu hafta en azılısını yaşadık. Cuma gecesi çalışma saat 11.30 da bitti. Rakıya çeyrek var diye, önce deniz kıyısında balıkçıya gittik. Gece 1.30 da kovalandık. Ordan başka deniz kıyısına gittik. Sazlarla meşke bir başladık. Sabah güneş doğdu. Eve gelip, mayolar alındı. Tekneyle denize çıkıldı. Cumartesi gündüzü deniz uyku (artık denizde gürültüde ne kadar uyunursa) yemekle geçti. Akşamı tekrar koro çalışması yapıldı. Veeee! Haydi bakalım yeniden fasıl başlayacak. Bu sefer arkadaşın evinin bahçesinde toplaştık. Gece 1’den sonra mangallar yandı. 2.30 da meşke başladık. Yav! Bu güneş de hemen doğuyor… işte yine sabah oldu. Kuşlar etrafta bizim sazlara eşlik ettiler. En sonunda Pazar sabahı 7’de “kuuuuuş sesleriiiii ovalara yayılııııır” şarkısıyla engin ve de zengin programımızı tamamladık. Eve sürünerek geldiğimi sanıyorsanız peeeeh! Bendeki enerjiiiiii!

Geçen hafta da İstanbul’dan bir grup arkadaşım vardı. Onlarla buranın ne kadar açılmış yeni mekanları, barları varsa hepsini teftiş ettik. Yine küba bar tıklım tıkıştı. Yaz geldi ya! etraf cıvıl cıvıl oldu. ben kalabalığı seviyorum. İnsanların içinde mıç mıç olmayı, bıcır bıcır çenemi çalıştırmayı seviyorum. Ev tam geceleri yattığım bir sığınak şekline dönüştü. İşlerimi de yardımcı kadınım devraldı. Sağolsun beni topluyor. Şimdi bunu okuyan bana talip bile olmaz. Yine evde mi kaldım ne? Koca kışın monotonluğundan çıkmak yaradı. Daha 1 hareketliyim.

Demin İzmir’den çok sevdiğim arkadaşım aradı. Telefonda ona anlattım. Zaten devamlı netten görüşürüz. Bana dedi ki: “senin soyadını değiştirdim. Sevgi DURACELL koydum. Çoook uzun dayanan enerji deposu gibisin. Ben seni dinlerken, okurken yoruluyorum. Hızına yetişemiyorum. Pess!” bu isim çok hoşuma gitti. Hemen benimsedim vee yazdım. Fena da durmadı. Sevgi duracell…

Aslında bana maşallah deyin. Ama sanıyor musunuz ki? Hiç dert, gam kasavet, sorun yok? Ohooooooo! Burada size anlatsam Kudüs’teki ağlama duvarı gibi kapıma gelir de hüngür şakır ağlarsınız… emmeeee! Nişleceeen! Eğer ağlamak, negatif düşünmek, karalar bağlamak çözüm olsaydı. Parayla ağlamacı tutar, 1 avaz ağlatırdım. Sorunları toptan hallederdim. Rahmetli anacığımın 1 lafını hiç unutmam. “ne kadar uğraşıp, kıçını yırtsan, başına çar diye geçirsen, iş olacağına varır. Aç mezarı yoktur. Tanrı sana mutlaka bir şeyler nasip etmiştir. Her şeyin vakti saati vardır. Sabret. İsyan etme.” Haaa! Bu arada ÇAR demek eskiden kadınların başına örttükleri çarşafın baş kısmı. Yine ukala yazarınız burada ahkam kesti. Ne kadar doğru laftır. Bütün hayatım boyunca öyle telkinle büyüdüm. Asla negatif düşünmem. Pozitif olduğun kadar iyilik buluyorsun. Her sabah aynaya bakın. Kendinizi sevin. Özelsiniz bunu kabul edin. Sevgi gözleriyle baktığınız müddetçe, sevgi bulursunuz…

İşte böyleee! Canımcıklarım. Ben de her insan gibi, sorunlar yaşıyorum. Ama burada ki yaşamımdan son derece memnunum. İşte deniz, güneş, gezme, saz, söz, arkadaşlar, gırgır, şamata, sürünüp giderim. Zor hayatım var zooooooor!

SEVGİYLE KALIN

Pazar, Haziran 04, 2006

GENE YOKLARA KARIŞTIM

Yaz gelince böyle oluyor. Canımcıklarım! Deniz, güneş, gelen yazlıkçı arkadaşlarla sokak iti gibi gezmeler… bir türlü (olmayan) aklımı toplayıp da yazının başına oturamıyorum. Neyse ki! Elimde bol miktarda dedikodu var. hepsini sizle paylaşmazsam çatlarım.

Önce gündüz dedikodularından başlayım. Anacım millet geldi ya, herkes cıbıl oldu. pazarda bile bikiniyle dolanıyorlar. Plajlar ayrı bir hengame. Geçen gün devamlı gittiğim plajda oturuyoruz. 3 tane genç kız geldi. Havuza girmişler. Hepsinin gözleri kan çanağı gibi. Bulanık görüyorlarmış. Birisi bana “ablacım sigaranın dumanını tam gözümün içine üfler misin? Gözüm geçiyor.” Nası yaniii? Oldum. Sonucunu merak ettiğimden gözünü dudaklarıma değdirmeye ramak kalana kadar samimi olduk. Dumanı üfürdüm. Bu işlemi 2 göze de uyguladım. Anaaaaa! Kızın gözü iyileşti. 3 kız sıraya girdiler, hepsinin gözüne şifa verdim. Bu arada benim ciğerler şişti üfürmekten. Bu yaşıma kadar böyle tedavi ne duydum, ne de uyguladım. Demek ki öğrenmenin yaşı yoktu. Yalnız görüntü biraz ofsayttı. Millet bana baktı. İyi ki, tedavi olan kızlardı. Erkeklerde uygulama daha bi farklı görüntü verirdi. Emme ne de olsa saygın bir tedavi yöntemi olduğu için ayıplanmaz diye düşünüyorum. Hoş Hipokrat yemini etmiş doktor değilim velakin her türlü tedavilere de açığız..

Yolda gidiyorum. Bir kızcağız cep telefonuyla önümde hem konuşuyor, hem yürüyor. Artık ordan ne diyorlarsa? Kızcağız bir avaz yırtınıyor. “Siz bilmiyorsunuuuz! Burada insanlar çırılçıplak, anadan üryan dolaşıyorlar. Benin kıyafetim hiç açık değiiiiil. karışmayın banaaaaa!” dayanamadım “kızım neden öyle diyorsun? Bak bakalım etrafında üryan kim var? duyanda sahi sanıp, potansiyel tecavüzcü olarak burayı basıyor. Ayıp söylediğin. Nerden geldin bakiiiim?” kızcağız önce şaşırdı. Sonra kızmakla, suçlanmak arası kem küm derken Çorum’dan akrabaları ile gelmiş. Eh bakmış ki millet açık saçık. Genç ya! heveslenmiş, kendi kıstaslarına göre kısa etek almış. Vayyy sen misin alan? Hemen ailesine şikayet etmişler. O da ailesinden azar yiyormuş. Şimdi kim suçlu? Kim haklı? Bütün değerler birbirine karışmış. “tamam kendini savun ama buradaki insanları karalamadan yap. Zaten öyle dediğin için seni tekrar yollamazlar bile” dedim. Artık ne kadarını aklında tutar bilmem.

Denizin kenarında oturuyorum. (bu söylediklerim, değişik günlerde oluyor. Zaten anormalliklerde beni buluyor. Onları çeken bi tarafım var; eminim.) 13-14 yaşında doğulu 1 çocuk denizden feryat figan çıkmaya çalışıyor. Aman zaman derken koştular, sürüyerek dışarı çıkardılar. Noooldu? Dediler. Meğer ayağına kramp girmiş. Buraya kadar hepsi normal. Film şimdi başlıyor: arkadaşları oğlanı yüzükoyun yatırdılar. Birisi üstünde sırtına masaj yapıyor. Çocuk bağrınıyor. Dinleyen kim? Millette seyrine durdu, ben dahil bakıyoruz. Sooona baktılar ki su yutmamış. Bu sefer iki bacağından baş aşağı sallıyorlar. Oğlan devamlı “bırakııııııııın” bunlardaki azmi kıramadı. En sonunda bir adamcağız, hallerine acıdı da oğlanı kurtardı. Bacağına bir iki hareket yaptı. Çocuğun ayağı düzeldi. Adamcağız arkadaşlarına söylendi. Neden böyle yaptınız ki? El cevap: “bizim orda derede yüzerkene bubamgil komşuya aynısını yaptırdı. Bebe boğuluyordu. Kurtuldu” neymiş efendim? Her yol Paris… demek ki suyun kurtarma yöntemi aynı. Ha deniz! Ha dere! İster boğul, ister kramp! Hiç fark etmez. Yakalarsam sallarım…

Akşamüzeri yolun üstündeki çay bahçesinde güneşin batışını seyre durduk. Deniz kenarı, manzara müthiş güzel. Çaylar söylendi. Keyif gıcır derken (anormallik olmazsa şaşardım) bir mobilet; üstünde 1 adam, 1 kadın. Besbelli ki yerli halktan. Tam yanımızda duracaklardı ki! Duramadılar. Motor 1 anda at gibi ön teker üstüne şaha kalktı! Yallah denize… haydiiiii! Millet koşuştu. Allah’tan kıyı derin değil. Önce insanları denizden topladılar. Sonra ipler kancalar geldi. Mobileti çıkardılar. Baktım yara bere yok. İşin gır gır tarafı, kadın kocasına nasıl bağrıyor. “hep beni arkandan düşürüp durun. Denize de düşürdün. Bi yol tamam oldu. Allah senin gibi goceyi veremez olsun beneee! Zerroooş köpeeek! Hindi bu üstümünen nesi gitcem gariiii! İrezil ettin beniiii!” kadının elbisesi yapışmış, hatlar ortada… adam “de sus leen! Zati canım sıkkın seni burada gebertmeyem. Konuşup durmaaa!” bu arada millet motoru çıkarma derdinde, bunlar kavga derdinde, neyse ki, tanıdıkları geldi. Mobilet çıktı. Taksiye bindiler. Gittiler. Biz bunların seyrine dururken güneş batmış bile. Keyfimiz başka güne kaldı.

Daha gecelere geçmeden yerim bitti. Artıkın yarın devam ederim. Güzel yurdumun güzel insanlarını seviyorum beeeeeee!

SEVGİYLE KALIN