Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Salı, Mayıs 31, 2005

HAYDEEEEE!! HAVAYİ FİŞEK MEVSİMİMİZ AÇILDIIII

Artık yaz geldi. Burada diskolar, barlar teker teker açılıyorlar. Bir de bunlara bayram seyran eklenince ortalık havayi fişekten geçilmiyor.

Bayramları fişeklerle atlattık. Belediye gösteri yaptı. Sağ olsunlar, bizleri şenlendirdiler.

Bir de burada rakip büyük diskolar var, oteller var. Onların açılışları nasıl görkemli oluyor. Mesela katamaran açıldı. Katamaran bir gemi şekli. İki ince tekne düşünün, üstüne geniiiş gövde oturtun. Olsun size katamaran. (bunu tasarlayıp yapanlar, beni buldukları yerde öldürebilirler. Bu kadar kolay ve ilkel bir biçimde anlattığım için) eski M/M (em en em okunuyor) disko yapmıştı. Şimdi kim işletiyor bilmiyorum. Zira açıldığı sene gitmiştim. Başım kaldırmıyor. İhtiyarlık başa belaaaa… katamaranın üstünde camdan pist var, 2-3 barı var. Hem dans ediyorsun hem denizi seyrediyorsun. Yüzen disko olarak çok ilgi çekiyor. Zannedersem eşi yok.

Katamaran sezonda gece 2 de diskonun önünden demir alıyor. Ahali çılgın gibi eğleniyor. İşte onun açılışı vardı. Aman tanrım nasıl bir havayi fişek şöleniydi. Benim evim tam merkezde olduğu için terasa çıkınca nerden atılırsa atılsın rahatlıkla seyredebiliyorum. İlk güüm diye atılınca ben aynen damdayım. ( mart kedileriyle karıştırmayın.) fişekler atılıyor, ben çığlıklar atıyorum. Mahalle benim sesimden ve gümbürtüden dolayı damlara hücum etti.

Hani bir laf vardır. “herkes sakız çiğner ama hatçe kız gibi kimse çıtlatamaz“ diye. İşte millet seyrediyor ama ben zevkini çıkarıyorum. Çocuk gibi yerimde zıplarım, ellerimi çırparım, avaza çığlık atarım. İsterlerse deli desinler ki! Mahallem de 10 senedir oturduğum için benim çılgınlıklarıma alıştılar.

İki gün sonra halikarnas disko açıldı. Bunlar birbirine rakip ya ! haydaaaa!! O da bir fişek gösterisi yaptı. Peh! Peh! Peh! Katamarandan aşağı kalır mı? Daima rekabet kalite doğurur derler. Hakikaten doğru. Aman efendim! Ben yine mahallemle damlardayım. Renk cümbüşü şölene dönüştü.

Hadi geride caz günleri başladı. Gittim onu da anlatacağım ayrıca. Burada düğün bile olsa fişek atılıyor. O da benim işime geliyor.

Bir de işaret fişeği gibi olanları var. Onlar gece gündüz demeden atıyorlar. Teknelerden, evlerden, sokaklardan, nereyi bulurlarsa atıyorlar. Bunun için sebep de yok. Sevdiği kıza hava olsun diye atıyor, bodruma gelmiş arkadaşına fotoğraf makinesini veriyor. kendisi atıyor fişeği öteki resim çekiyor. En çok ona güldüm. Kamera olsa anlarım da fotoğrafla hangisini tespit edecek atan arkadaşını mı? Fırlattığı fişeği mi? Zavallım yukarı aşağı makineyi sallayıp durmadan resim çekti. Artık memleketinde o resimleri nasıl gösterip anlatır. Bence senaryosunu iyi kurgulaması lazım. Garibim yeni gördüğü fişeği mutlaka bol miktarda alıp, memleketine götürmüştür. Ben yine de halimden memnunum. Keşke devamlı atılacak sebepler olsa da bol bol seyretsek.



SEVGİYLE KALIN

DANS EDELİMM STREES ATALIIM

Geçen gün gazetede okudum. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi bir çalışma yapmış. Adını da “meditatif” koymuş. İnceledim. Bizim bildiğimiz dans.

Neymiş efendim? Doğaçlama dans edilecekmiş, içinden geldiği gibi hareket edilecekmiş, miş miş de miş miş. Adı yabancı olunca özel mi oluyor.

Bizim memleketimizde öyle diploma veren dans okulları mı var? Haaa!! Bale derseniz! Hepimizin çocuğu bir kere küçükken baleye gitmiştir. Annelerin içinde uktedir, keşke o da zamanında gidebilseydi. Eğer baleye giden her çocuk balerin olsaydı, memleketimizde balerinden geçilmezdi. Ben bile kızımı Ankara’da daha ilkokula gitmeden zannedersem 5 yaşındaydı. Sait Sökmen hocanın bale okuluna yollamıştım. 3 yıl gitti. Balerin yapmayacağım için tam bacakları kaslanırken, çalışmadan aldım. Şimdi kazık kadar oldu, balenin ne faydasını gördü deseler, vücidi kırıldı ( çatlak, patlak olarak değil yaniiii) daha zarif oldu. hoş zarafetlik doğuştan olur, sonradan leydilik okuluna gitmekle zariflik filan olmaz. Bazı insanlara deriz ki! Ne zarif hanım…

Ammaaaa!... konu dans ve oyun olunca!.. onun okulu yok. Edirne’den, Ardahan’a kadar tüm yurdumun mümtaz insanları doğuştan yeteneklidir. Bizler kaşık şıngırtısına oynarız. Burada kavga neden çıkıyor biliyor musunuz? Düğünlerde oyunu idare eden kişinin görevi çok zor. Önce kız tarafının hanımları, erkekleri oynayacaklar. Kim kimle oynamak isterse onunla oynar, başkası karışamaz. Sonra sıra oğlan tarafına gelir, aynı seramoni orada da sürer. Sırada bir karışıklık oldu mu? İşte kavga sebebi…. Hep birlikte kalkalım oynayalım, yoktur. Öyle bir kavga ederler ki!! Görende kan davası var zanneder. Onun için burada her düğünde kavga olmadan bittiği zaman şanslı oluyorlar.

Tutmuş koskoca üniversite işi gücü bırakmış, stres atmanın dansını icat etmiş. İçinizden geldiği gibi dans edin de içiniz açılsın. Eğer dans ederek stres atılsaydı! Cinayetler işlenmezdi, insanlar cinnet getirip ailesini koyun gibi kesmezdi, en küçük bir tartışma silahla savaşa dönmezdi. Öyle dansla rahatladık ki! Kimse kimseye korkudan öteye git diyemiyor, eğlenmeye ve dans edip stres atmaya giden bile oralarda takır, tukur vuruluyor. Şişleniyor.

İyi ya kardeşim! Hani diskolarda dans edip stres atacaktık? Sinirlerimiz ve kurtlarımız pistte kalacaktı? “ vay sen bana baktın! Omuz vurmasana! Görl firendime niye bakıyorsun? Kalk o masa bizim!” daha say sayabildiğin kadar. Kavgaya bahane mi yok? Ne ya buuuu! Allah bizi doğuştan dansçı yaratmış. Oynayın agam oynayın! Bak bilimselde açıklandı. Ohhh hepten rahatladık.

Demek ki ben ezelden, ebede kadar stresin çözümünü bulmuşum. Üniversite daha yeni bulmuş. Peeeeee! Ben ne zaman sıkılsam, bunalım takılacağıma zilleri takıyorum. Açıyorum oyun havası cd lerini Ohhhh! Yandan!! Şıkıdık! Şıkıdık! Attır! Atmııış! Yetmiş! Yüüüz! Havada yüüz! Karada yüüz! Oooh! Oyna babam oyna.. hem ter atıyorsun hem de stresini. Beni de gören ne neşelisin diyor. Hiç çaktırır mıyım. Sende ol diyorum, gıpta ediyor. Bilmiyor ki oturup ağlasam, (parayla ağlayıcı tutsam, yardımcı olarak) meseleler hallolmuyor. Eee !! o zaman niye 2 kuruşluk hayatta devamlı karalar bağlayıp yaşayalım. Değil mi ama? İşte şimdi bile kalkıp iki göbek atarım. Ooh!! Sefam olsun. Nazar değiyor bana anacım nazar.



SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Mayıs 28, 2005

GENÇLER VE AİLELER

Bugün denizde enteresan bir olay oldu. etrafımda gençlerle oturuyordum. Çeşitli fakültelerde öğrenim görüyorlarmış. Ben oldum olası gençlerle konuşmayı seviyorum. Tanışma faslından sonra, okul ve sorunlarını çaktırmadan deşmeye çalıştım. Bir çoğu büyük illerimizdeki özel fakültelerde okuyorlar.

Laf lafı açtı. İçlerinden bir tanesi” ablacığım bizim evdekilere bir mektup yazdım okumak ister misin?” deyince önce şaşırdım. Özel mektubu niye bana okutuyorsun dedim. “içimden geldi, siz eğitimcisiniz ve bizlere sevgiyle iletişim kurdunuz” deyince, okudum. Veeee !!! başladım ağlamaya…Uzun müddet masadan hiç ses çıkmadı.

Mektubu yazan öğrenciyi önce öptüm, bağrıma bastım. Karşılıklı ağlaştık. Arkadaşları da mektubun içeriğini biliyorlardı. Ben de yöresel gazetede yazı yazdığımı söyleyip, izin verirse bunu yazmak istediğimi söyledim. Ad, okul, şehir isimlerini yazmazsam olur dedi. Mektup aşağı yukarı şöyleydi.

Sevgili annem ve babam

Sizlerden ayrılıp, bu şehirdeki fakülteye geleli daha 1 yıl bile olmadı. Sizlerden ilk defa bu kadar ayrı kalıyorum. Önce sizleri çok özledim. Sonra yanınızdayken farkında olmadığım bir çok şeyin farkına vardım. Sizler beni telefonla aradığınızda buradaki arkadaşlarım çok şaşırıyorlar. Ailen mi arıyor? Seninle konuşup bir istediğin var mı diye soruyorlar? Evet deyince, seni kıskandık diyorlar. Önceleri buna anlam veremiyordum. Sordum? Hepsi sırayla konuşmaya başladılar. Biri “babam mafya, kara para getirir annem benim varlığımı bile bilmez. Altımdaki mercedesi babam aldı.bir kere bile arayıp sormazlar. Sadece bok gibi para yollarlar. Bir kere bile ikisi de başımı okşamadı.” Başkası “benim dedemin parasını yiyoruz. Onun ölümünü bekliyoruz. İşte o zaman esas para bizde olacak” Öteki “babam milletvekili yüzünü bile görmeyiz. Metreslerini annem takip etmekten bana sıra gelmez.”

Bütün bunları dinledim. Odama girdim. Düşündüm. Sizler beni yetiştirmek için gece gündüz poponuzdan ter akarak çalıştınız. Tek haram lokma yedirmediniz. Şimdi de milyarlar verip beni okutuyorsunuz. Sizlere nasıl teşekkür edeyim. Sizler bana verdiğiniz temiz ve helal emek, sizin değerinizi bilmem olanağı verdiğiniz için, sağ olun. Gece yastığa başımı rahat ve huzurlu koyuyorsam, sizlerin sayesinde. Bende okuyarak size olan borcumu iyi evlat olarak, çalışarak ödeyeceğim. Sizleri çok seviyorum. İyi ki ailemsiniz ve varsınız.



Evladınız………………



İşte böyleeeee!!! Evlatlarımızı sevmek demek onun bütün ihtiyaçlarını fazlasıyla almak, demek değildir. Küçücük çocukta olsa büyük evlat da olsa, ufacık ilgi alaka şefkat daha önemlidir. Ben kızıma mercedes almadım ama sevgiyle büyüttüm. Sevginin olduğu yerde mutlaka iyilik vardır.



SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Mayıs 26, 2005

BEN YAĞMURDAN YAŞTAN DEĞİL….

Yine kalabalık soldan soldan geldiler. Ne güzel bir düzen tutturmuş gidiyordum. Ne vardı öyle hayatımda inişler yokuşlar olacak? kendimi otomatiğe bağlamıştım. Sabah kalk denize git, akşam yemekten sonra arkadaşlarınla çay bahçesinde otur. Eve gel yat, sabah aynısını yaşa git.

Yaz başladı ya İstanbul’dan arkadaşlar geldiler. Bana bir geliyorlar, ev alt üst oluyor. 1 yılda alışmışım yalnızlığa deli çıkıyorum. Ucuz diye taa!!! Bitez’den otel ayarlamışlar. İyide doğru dürüst gitmiyorlar ki! Devamlı birlikteyiz. En sonunda söyledim.” Gidin eşyalarınızı alıp bana gelin, nasıl olsa evimden hiç çıkmıyorsunuz.bari boşuna para vermeyin”

Anaaaa!!! Hazır lopçuymuşlar, ikiletmediler. Dilimin belasını çekiyorum. Kardeşim millet bir hoş olmuş. Kimi et yemez, kimi ekşi sevmez, türlü türlü istekleri var. Kimseyle uğraşamam dedim.”işte mutfak, işte siz… Ne yaparsanız bende yerim.” Deniz dönüşü mutlaka tansaş yapılıyor. Ne çok alışveriş ediyorlar. Ben bunlarla en az 15 gün geçinirim. Ama yeniyor be kardeşim!!

İyi ki otomatik makineler icat olmuş. Nasıl dua ediyorum. Birde onları boşaltacak robotlar olsa ne iyi olurdu.( tembellik ve üşengeçlik diz boyu) Ooh!! Ben de tek başıma yapıp yiyemediğim ne kadar yemek varsa hepsini yaptırıyorum. Hem de en eziyetli olanları. Dolma mesela, Çerkez tavuğu, tandırla iç pilav VS…

Geceleri ise o bar senin, bu bar benim. (bu laf niye böyle denmiş ki sanki satın mı alınıyor? Yoksa barlar senin benim diye paylaşılmış mı?) gezip durmalar. Gençlik tadını çıkarıyor bütün barların. Ben yaşlanmışım artık. Demek ki gürültülü müziği kafam kaldırmıyor. Bir an evvel evimde sakin oturmayı hayal etsem de bizimkiler kuduruk anacım. Tatile geldik diye iyicene dağıtıyorlar. İyi de ben her gelenle aynı kudurmayı yapsam evin yolunu bulamam. Hem cebim, hem vücidim kaldırmaz. Barlara verilecek para yerlerim ağrıyor.

Bu arada benim yeni kuş delirtiyor. Nasıl yabani ve korkak. Sinir oluyorum. Biri bana böyle ilgi gösterse değil konuşmak, amuttan taklalar bile atarım. Nasıl benle inat gidiyor. Evin içinde kovalamaca oynuyoruz. Bir gün tavandaki lambaya uçtu. Bende kendimi kuşla aynıyım sandım. Koltuğun tepesine çıktım. Aklım sıra yakalayacağım. Tam tutayım derken ayağım bir kaydı. Tepetaklak düştüm. Allah’tan yumuşak iniş yaptım. Ben çığlıklandım, kuş korktu, sehpa devrildi. Üzerindeki sürahi döküldü.halı mahvoldu. Benimle alay eder gibi pencereye kondu ve ciyak ciyak ötmeye başladı.

Kafesinin kapısını öğretecem diye resmen çıldırıyorum. Hani yeteneksiz insanlar vardır ya işte benim kuş da öyle. Embesil yaratık. Ona 15 gün müddet tanıdım. Ya adam olacak ya da cami önüne koyacağım. Gerisini o düşünsün.

Bahçem harika oldu. çiçekler nasıl güzel açtılar. Gün aşırı suluyorum. Bir de isimlerini öğrenebilsem çok mutlu olacağım..sadece gülü tanıyorum. Benim bu cahilliğim ne olacak. buradaki otları tanımam, çiçekleri bilmem, balık isimlerini bilmem, ağaçların cinsini cibilliyetini bilmem. Demek ki Ankara betonlarının arasında hiç bu kültürümüz gelişmemiş. Yazık bana, kendimi ayıpladım. Ben yağmurdan yaştan değil, bilgisizlikten cahalım…..



SEVGİYLE KALIN

Salı, Mayıs 24, 2005

AKLIM DURMUŞ, FİKİRLERİM NANAY OYNUYOR

Yine günlerdir gezentiyim. Öyle hale geldim ki nerde çalgı? Sevgi orada kaldı. Bu aralar düğün dernekler eksik değil. Bilirsiniz Bodrum düğünleri en az 4 gün sürüyor. Eve giren kim? Hem yardım ettim, hem de eğlendim.

Anam, babam! Burada düğün evi göçmelerde. O eski adetler; yok nişan görme, yok ağırlık, yok çeyiz serme. Bir de yemek faslı var ki esas o yıkım. Ev sahibimin oğlan kardeşi evlendi. Sadece 3 milyarlık içki alınmış.(bunu en az 250 YTL, sini biz içmişizdir) şaka bir yana ne masraf, benim güney Koreli iki kız misafirim vardı onları da kına gecesine götürdüm. Dumur oldular. Yemekleri soruyorlar, misafirlerin ellerindeki kollarındaki altınları soruyorlar. En anlamadıkları şey de oynayanların başlarına atılan paralar. Toplayıp saza verildikçe sordular “parayı niye veriyorsunuz? Ev sahibi para vermiyor mu? Para verenler kim?” izah ettim. Biz zengin milletiz, böyle günlerde bol para veririz. Falan filan….”

Koreli kızlar, yemekleri yediler. Şimdi kime yemek parası vereceğiz? Diye sordular. Bedava yemek hem de 4 gün öğlen, akşam millet yer içer deyince, çekik olan gözleri yusyuvarlak oldu.

Bodrum’un mahalli oyunlarını çok beğendiler. Bende onları oyuna kaldırdım. Becermek için nasıl çaba sarf ettiler. Ben de onların başından para attım. Sevindiler. Ben oynarken de onlar para attılar devamlı kameraya çektiler, resim çektiler. Belki de hayatlarında bir daha göremeyeceği gün yaşadılar.

Denizde çocuklarını zorla sokan ana babayı öldürebilirim. Zaten daha deniz ısınmadı. Büyükler bile zor giriyor. Zavallı küçük çocuğu kucakladıkları gibi yallah suya!!... Garibim önce soğuktan şoka giriyor, sonra basıyor çığlığı… Ana baba mutlu mutlu sırıtıyorlar. “hadi çocuğum, ellerini çırp, ayaklarını vur.” Sanki olimpiyatlara yüzücü yapacaklar 1 günde. Çocuk su yutar, bağırır. Kim dinler ki? Bu arada zannederler ki çocuk denizi sevecek de yüzme öğrenecek. Kendileri doğru dürüst yüzme bilmezler, bebeyi suya salarlar.

Neden elin ecnebi çocuklarının hiç sesi çıkmaz, doğru düzgün yer içer, denize girer. Bizimkilerse bir cayırtı, “anneeeeeeeeeee! Bak yüzüyoooooooom!!” “Aliiiiiiiiiiii!!! Koşmaaaaaaa! Kız aliyeeeeeeeeeeee!! Çık sudan. Bana neeeeeeeeee! Çıkmıycaaaaaaaaaaaaam!!! Bak gelirsem dayak yersiiiin!!baba yaaaaaaaaaa! Şu anneme bişey söyleeeeeeeeee!!

Deniz kenarında oynayan, koşturan çocuklar senin üstüne su, kum atarlar. Anaları da bir sahip çıkıp özür dilemez. Yaaaaaaaa !!! işte böyle bizim millet gürültü için yaratılmışlar…

Şu fener de bu sene şampiyon oldu. kutlarım. Lakin bir CİM BOM’lu olarak içim sızladı. Maç günü evde 17 kişi vardı. 3 kişisi cim bom gerisi FB idi. Hezimetimize evim diye zor kullanarak sevinmelerine izin vermedim. Gidin dışarıda ne yaparsanız yapın diye evden hepsini sepetledim. İki senedir şampiyonlar.. bizimde vuslat seneye kaldı. İçimden gelmese de FB lileri kutlarım.



SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Mayıs 19, 2005

ŞÜKÜR KAVUŞTURANA

Yaz geldi olmayan aklım 5 karış tepeye gitti. Bende bir havailik, bir tembellik, bir mıymıntılık sormayın gitsin. Yazlık arkadaşlarım geldiler. Gündüz deniz sefaları başladı. Saat 11 de uyanıp yallah denize.. Sanki yoklamada yok yazılacağım. Akşama kadar gir çık, lak lak lak çene yarıştır, ona buna laf at, yeni ahbaplar edin. Adresler alıp vermeler, telefonlar yazılmalar.

Zaten Sultanahmet’in halkla ilişkiler müdürü gibi, giren çıkan benden soruluyor. 7 düvelle dost derler ya! işte o ben oluyorum. Yeni gelen dostlarım beni eliyle koymuş gibi orada buluyorlar.

Evde oturup, hanım hanımcık iş yap değil mi? Nerdeeeeee!! Evi yazın otel yerine koyuyorum. Çamaşırlar geceden yıkanıyor. Bulaşık desen yok gibi bir şey, yemek pişmiyor ki evde doğru dürüst. Temizlik de yardımcı kadın yapıyor. Ohhh!!! Ben de gez babam gez….

Bodrum’un koylarını şöyle bir turladım. Bakalım neler olmuş denetlemem lazım gelir. Türkbükü yine aynen entel ve dantellere (entelin bayanı dantel oluyor.) ayrılmış. Fabrikasyon silikon dudaklı, botoks tıkıştırılmış yüzlü, hokka burunlu, sarı lepiska saçlı (kaynak, çıt çıt ne ararsan yapmışlar.) bikininin en ufağını giymişler. İskelelerde salınıyorlar. Marka gözlük, mayo, üstüne pareolar, çeşidi bol terlikler. Çılgın müzik çalıyor. Erkekler ise çoğu şort mayo giymiş, yapılı vücutlarını gösteriyorlar. Akşam rezerveleri için haldır haldur, çalışıyorlar. Fiyatlar katlamış, nerdeyse kat karşılığı yemek yenecek.

Diğer koylar nispeten sakin. Zira çoğu yazlık evlerden oluşmuş. Yazlıkçılar evlerinde oturuyor. Normal plajlardan denize giriyorlar. Gümüşlük balık yeri. Oraya gün batmadan gidip, güneşin batışını seyredilir. Sonra balık ve rakı.. Peeee!! Tadına doyulmaz.

Torba’da yeni mekanlar açılmış. Baştan başa plajlar…en sondaki albayın yeri her zamanki gibi kalabalık. Halkın büyük çoğunluğu oraya gidiyor. Hele hafta sonu! Öyle kalabalık oluyor ki! Millet üst üste denize giriyor.

Tekneler yeni sezona hazırlandılar. Günlük turlar başladı. Bu sene turist sayısında bayağı artış var. Sokaklar kalabalıktan yürünmüyor. Bodrum esnafı fiyatları yaza göre ayarladı. Bu arada biz de yandık. Alnımıza yerliyiz diye dövme yaptırsak, acaba indirim yaparlar mı?

Benim uzaktaki tanıdıklarım; koca kış aramadılar. Yaz gelince birden beni pek özlemişler, pek severlermiş, evimde kimler varmış? Onlar gelmek isterlermiş. Miş,miş miş.. Ben alıştım yalnız hayatıma kimseyi istemiyorum. Dama çıksam pabucum kalmaz, mesuliyet istemiyorum. Havada bulur yerde yerim, istediğim yerde kalırım.

Amma da hain düşünüyorum değil mi? Bazen kendimden nefret ediyorum ama ne yapayım yalan söyleyecek halim yok ki!! Ne olur beni affedin! Bana çatlak, açık, uçuk, kaçık deyin ama affedin.

Geceleri Ali Cengiz kahvesi seferlerimiz başladı. Arkadaşlarla orada buluşup oturuyoruz. Geç vakite kadar konuşup çay içiyoruz. Yani anlayacağınız pek bir düzenli yaşıyorum. Bermuda şeytan üçgeni gibi ev, plaj, kahve.. dolanıp duruyorum.

Yaz geldiği için mutluyum, arkadaşlarım geldiği için mutluyum, 11- HAZİRAN- 2005 CUMARTESİ günü BODRUM MUSİKİ DERNEĞİNİN KALE KONSERİ var. Bende korodayım. Hepinizi bekleriz. Muhteşem bir konser dinleyeceksiniz. Gelmeyen çok şey kaçıracak ona göre…



SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Mayıs 16, 2005

DÜN MEKTUP GELDİ ESKİ DOSTTAN

İnsan yaşlandıkça duygusallaşıyor demek. Mektup yazmak tarih oldu. postacılar, sadece banka ekstresi veya mahkeme, icra kağıdı dağıtır oldular. Nerde o eski postacı beklemeler? Şarkısı bile var. Hala ilkokullarda söyleniyor mu bilmem? Ben öğretmenliğimde hep öğretirdim.

Bak postacı geliyor, selam veriyor!
Herkes ona bakıyooor, merak ediyor!
Çok teşekkür ederim, postacı sana!
Çok sevinçli haberler, getirdin bana!


Şimdiki postacılara günümüze göre şarkıyı çevirirsek şöyle olmalı bence:

Bak postacı geliyor, kutulara selam veriyor!
Herkes ondan korkuyor, yok dedirtiyor!
Teşekkür edemeyeceğim, postacı sana!
Kötü borç ve haberler, getirdin bana!

Postacı isimle bağırınca yüreğim hop etti. “borcum yok, kefil olmadım, eh! Mahkeme de yok. Bu ne ki?” dedim. Baktım taahhütlü mektup gelmiş. İmza istiyor. O anda inanın gözlerime inanamadım. Bu kadar teknoloji var. Artık insanlar, bayramı seyranı bile kısa mesajla idare eder oldular. Birden tarih öncesine dönmüş gibi oldum. Aslında ne acı mektup yazma zevkimiz de kalmadı.

Taaaaa! Avustralya’da oturan bir eski arkadaşım mektup yazmış. Alınca şok oldum. Zira onunla irtibatım kopalı neredeyse 15 yıl olmuş. Birbirimizin adreslerini bile kaybetmiştik. Mektubu okudum. Ağlamaya başladım. Beni bulmak için o kadar kişiyle haberleşmiş ve sonunda bana ulaşmış.

Orada evlenmiş, kocası Türk’müş, iki çocuğu varmış. Benim adresim doğruysa diye mektup yazmış. Kendi telefon numarasını vermiş. Hemen aradım. Ben şavalak sevindirik oldum, konuş babam konuş. Tam 15 dakika…. Telefonu kapatınca, aklım başıma geldi. Telefon parasında oylumlardaydım. Ne yapalım kaderim dedim. Bu yaz geleceklermiş. Sonra o arayıp ne istediğimi soracak. Şimdiden listemi hazırlayım dedim de ne isteyim ki? Her şey burada da var. Aklıma gelmiyor ki…

Bence en iyisi gelsinler. Onları ağarlayım, gezdireyim. Sonunda beni Avustralya’ya götürsünler. Orayı gezdirsinler, yedirsinler, içirsinler. Ben kendi paramla gidemem. Zira bir kucak para! Misafir ederlerse sevinirim. Ohhh! Oraları da görmüş olurum. Bilgim görgüm artar. ( bazen kendimden utanıyorum. Hemen gezme deyince, hazır asker oluyorum.)

Şaka bir yana eski dostumdan gelen mektup beni nasıl duygulandırdı? Nasıl sevindirdi? Hem nostalji yaşadım, hem de mutlu oldum. Keşke yine o özlemle beklenen mektuplarımız gelse de postacının yolunu gözlesek.



SEVGİYLE KALIN

Pazar, Mayıs 08, 2005

İNSANLAR BİR HOŞ OLMUŞ

Hayatımda devamlı kazık yiyen olarak çok mutlu olduğum söylenemez. Anneannemin bir lafı vardı: ”Yüzümün yumuşaklığından hiç kocama benzer çocuk doğurmadım” hoppala hasan dayı şeyim seyridi. Nerden çıktı şimdi bu konu demeyin. Anlatacağım.

Taaa!! Çocukluğumdan beridir devamlı verici oldum. İlkokulda ne lazımsa hep ben atılıp götürdüm. Rahmetli dedem “evin tapusunu da götür” derdi. Genç kız oldum. Arkadaşlarımın kimi ne varsa koştum. İçinde hiç unutmam Zehra diye arkadaşım evine teyp almış. Eski TK 23. Bizim de vardı. (sene 1965 filan) Neyse parasını ödeyememiş. Teybi rehin almışlar. Geldi nasıl ağlıyor? Abim beni öldürür diye. "Mutlaka parayı ödeyip, teybi kurtarmalıyım" diyor, veryansın ağlıyor. Dayanamadım. Kolumda annemin kalın Ankara burması denilen kıymetli bilezik var. Onu verdim. Gitti bileziği bozdurdu, teybini kurtardı. Sonra beni tanımadı bile. Yolunu değiştirdi. Yok oldu. gitti benim koca bilezik.

Böyle hangisini anlatayım. Evimi ipotek edip işyeri açtım arkadaşıma. 1 yıl kuş pişirdim ya ödemezse diye… Allah’tan ödedi de ev kurtuldu.

Devamlı iyi niyetim kullanılmaya dönüştü. Ben yardım ettikçe insanlar ohh! Beni tepe tepe kullandılar. Büyüdüm koskoca kadın oldum. Can çıkıyor da huy çıkmıyor derler. Yine akıllanmadım. Bu sefer kendime çeşitli uğraşlar buldum.

Hobi olarak başladım. Hadi yazı yazıyorum. Onun bana maliyeti yok ama görsel olan cam var ki.. işte o tartışılır.

Önceleri keyif için yapıyordum. Sonra sponsor bulundu. Arada para konusu girdi. Ben ne alacağım dedim. Önce hiiiiç dediler. Sonra ben cırlayınca o kadar az para istedim ki ben bu miktarı yazmaya utanırım. Tamam dediler. Heyhaaat!!

O günden beri ne gelen var ne giden… Asla para değil derdim. Prensip olarak hakkımı almalıyım dedim. Zaten o kadar cepten harcadım ki ayrıca umurum olmadı. İstediğim para devede kulaktı. Benim anlatmak istediğim, işin profesyonelliği olmalı. Söz ağızdan 1 kere çıkmalı. Yoksa insanları bedava kullan 1 de sırtından para kazan. Kazan kaldırınca yol ver. Haaa!!! Kaçak güreşmek iş hayatında ne kadar başarı getirir. Uzun vadede düşünürsen kaybeden işveren olur. Ben 30 yılımı dürüstlük, şeffaflık, verilen sözün senet olduğunu öğreterek bitirdim. Ben kaybetmedim. 3 otuz paraya tamah edenler..

Acaba helalinden yiyebilecek mi o paraları ailesiyle birlikte. Ayrıca benimki o kadar küçük para diye hakir görenler hüpletiyor. Ben tatile çıktım. Vicdanım rahat, görevimi hakkıyla yaptığımı bütün insanlar söylüyor zaten en büyük ödülüm onlar bana gerisi vız gelir, tırıs gider.



SEVGİYLE KALIN

AH ŞU ÖNEMLİ GÜNLER AH

Bugün anneler günü.. Niye sadece 1 gün annelere ayrılıyor. Yok sevgililer günü, yok babalar günü, yok şu günü, yok bu günü.. deliye her gün bayram misali ne çok günümüz var..

Ben bu günlere karşıyım arkadaşşş!! Ne o öyle? Koş çarşı pazara hediye al, çiçek al. Özel günlerde fiyatlar tavana vurur. Maksat ekonomi canlansın. Dostlar alışveriş etsin. Çiçek solar gider, hediye beğenilmez bir kenara atılır. Seçmek dert, beğendirmek ayrı dert. Zor bu işler zor. Haydi o gün mutlaka ziyaret edilecek, el öpülecek, iltifat edilecek, iyi davranılacak. Al bir mecburiyet daha…

Ben çok bilirim. Anneyle her gün hır gür. Kadının dünyasını burnundan getirir. Anneler gününde eline çiçek ve hediye alır anasının kapısına dayanır.

“ah anacım, vah anacım, seni pek severim “ der riyaya bak .. Koca karısını döver, sevgiliyi aldatır, ama özel günlerde elde çiçek ve hediye gönlünü al. Ertesi günü dövebilirsin serbestsin.

Bir de annesi olmayanlar, sevgilisi olmayanlar, babası olmayanlar, ne kadar günümüz varsa, onlarda olmayanlar. Ne yapacaklar? O özel günde yalnızlığını gözüne, gözüne sokarlar. Artık insanların eğitim ve yetişme tarzına göre: böğürerek ağlayan, boş veren, tevekkülle karşılayan, melankoliye düşerek içen s……n ne ararsan var.

Bayramları bir yerde anlıyorum. Bir amacı var. Hem dinimizce var, hem de güzellikler dolu. Yılbaşı da öyle. Yeni yıl, yeni umutlar, yeni yaşayacak güzel günler. Tamam. Ok.

Bugün duygularım depreşti. Annem bu yıl 14 mayısta öleli bir yıl oluyor. İnsan hayata alışıyor. Yaşam devam ediyor. Ama bugün anneler günü ya… aldı mı beni bir hüzün? Mezarına gittim. Okudum. Gününü kutladım. Sonra düşündüm. İnsanlar sadece özel günlerde mi hatırlanmalı? Yani ben anacımı sadece özel günde mi anmalıyım?

Sayın arkadaşlaaarrr!!! Sözüm sizlere!! Bu özel günde değil, her gün özelmiş gibi davranın. Ananızı üzmeden iyi evlat olursanız, ananıza her gün analar günü olur. İyi eş, iyi sevgili, iyi insan olursanız her gün düğün bayramdır. Birbirimizin kıymetini bilelim, sevelim. Sevgiyle koşarsanız, mutlaka sevgiyle karşılanırsınız.

Ne olursa olsun yine de bu günler güzellikler veriyor. Hepinizin anneler gününü kutlarım. Hepinizi şapırdaklı, şupurdaklı öperim. Benim de anneler günüm kutlu olsun.



SEVGİYLE KALIN

REJİMDEYİM REJİMDE SUNTA FORMLAR CEBİMDE

Ben size diyordum! Kışın yediğim hurmalar, gelir bir yerlerimi tırmalar. Hep ah ne güzel! Ne lezzetli! Harika! Hıımmm! Haaammm! Hoooop! Güüüp!

İşte olacağı buydu. Kışın tam 5 kilo almışım. Sanki eski kilom azmış gibi.

Deniz mevsimi başladı. Geçen sene sezon sonu aldığım mayoları deneyim dedim. Ayakta giyemedim. Sırt üstü yattım denedim. Ön kısmını giydim. Arka kaldı. Bu sefer arkayı döndüm. İçine yerleştim. Fakat nefes almam nasıl zor, anlatamam. Aynada kendime koccamann okkalı bir tükürük attım. Güzel, güzel yemenin acısını gördün mü haaaa??

Derhal o rejim denilen illet şeye başlamam lazım. Diye iğrenç 1 karar verdim. Sıkı kararlar aldım. Bunu uygulamazsam kendimi cezalandıracağım.

1- bundan böyle mecbur olmadıkça ( eh! Ona da esneklik getiriyorum. Bakarsın misafir filan gelir.” Şimdiden yavşadım” ) dışarıda yemek yemeyeceğim.

2- Dayanamayıp lüplettiğim hamur işlerini tamamen unutacağım. ( nasıl başaracaksam, kendimi merak ediyorum.)

3- Et oburluğu bırakıp, ot obur olacağım. Pazardan adını bilmediğim 1 sürü ot aldım. Nasıl pişdiğini sordum? Mesela hardal otu. Haşla ve limon sık dediler. Acı oldu sevmedim. Turp otu aynı haşlandı, limonla eeehhh!!! Fena olmadı. Kenkeri hiç almayım! Ne pişirmesini becerdim, ne de yemesini. Daha bunun gibi 1 sürü ot aldım. Evde sıralarını bekliyor.

4- Neyse ki tatlıyla aram iyi değil.sakarine devam. Öööölee! Pasta kek muhabbeti olmuyor. Hiç olmasa bu madde den yırtmış bulunmaktayım. Ne mutlu bana…

Bu maddelere aynen uymalıyım dedim. Şimdiden 500 gram verdim. Ne büyük başarııııı!!!! Ekmek asla yok. Formlar sunta mı dersiniz, tahta mı adını siz koyun. Tansaştan bir alışta 5li paketlerden 20 adet alıyorum. Kasadaki kızlar artık beni tanıyor. Eskiden marketim var da kar koyup satıyorum zannetmişler. Şimdiyse halime acıyıp gülüyorlar. “Senelerdir kışın kilo alırsın, yazın torbalar dolusu bunları yersin. Şişme balon gibi bir şişip, bir sönüyorsun” demezler mi? Kızamadım ki doğru söze kızılır mı?

Ama bu sefer kararlıyım! Hiç olmazsa çuvalla para verdiğim cici mayolarımı giyeyim. Kışa yine Allah kerim. Aklımda yiyecekler, önümde otlar ve formlar…. Azimle s…..n taşı delermiş.



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Mayıs 06, 2005

LEYLEK BENİ HAVADA GÖRDÜ

Yaz gelse de gelmese de ben gezip dururum. Marmaris, Kuşadası, Fethiye ve civarı yetmedi. Şimdide Dibekderesi köyüne gittim. Önce size köyü tanıtayım. Milas’dan 4 km. uzakta şirin ve enteresan bir köy.

Oradan davet gelince hazır asker ben ve arkadaşlarım, araba kiraladık yallah köye!.. Çocuklara şeker, gofret ne varsa arabaya doldurduk

Köye bir girdik ki!! Aman Allah davullar, zurnalar, köy ahalisi yolara dökülmüşler. Biz şaş kaldık. Sanki kırk yıllık ahbapmış gibi çoluk çocuk, kim varsa sarılıp öpmeler. Özel masa yapmışlar bize sanırsın önemli protokol geldi. Hoş beşten sonra getirdiklerimizi dağıttık. Ortalık birden bayram yerine döndü.

Gittiğimiz gün Hıdırellez kutlamaları vardı. Köyün ahalisi roman. Burada abdal diyorlar. Tanrım olamaz böyle bir şey!!! 10 davul, 10 zurna, onlar ayrıca kültür bakanlığından derece almışlar. Nasıl çalıyorlar? Köy meydanında bütün halk oynuyor. Biz de dünden hazırız, attık kendimizi ortaya, döktür babam döktür.

Bir saz çıktı ortaya her biri usta. Maksimde yok bu saz ( hoş maksim de kalmadı ya!) nasıl çalıyorlar, anlatamam… Söyleyen kızların her biri Kibariye. O roman gırtlağı ile nasıl okuyorlar??

Derken dansözler ortaya bir çıktılar, pir çıktılar..Ziller, tefler ortalık inliyor.Ben hiç bu kadar döktüre, döktüre oynamamıştım. Çocuklar bile küçücükten alışmışlar nasıl göbek atıyorlar.

Meydanın ortasına ateş yakıldı. Hepsi hem şarkı söylüyor hem de niyet tutup ateşin üstünden atlıyor. Kırmızı bezlerden kese yapmışlar bize de verdiler. İçine ne niyet yaptıysa onu koyuyorlar. Gül dalına asıyorlar. Sonra bir küpecik getirdiler içine maniler yazıp attılar. Artık kim kime ne demek isterse onu da yazıyor. Sonra çekip okuyorlar. Asma kilit atıyor, evlenmek isteyen kızların başında kilidi açıyorlar. Benim bekar olduğumu öğrenince 5 kilit birden açtılar.

“ayol 5 koca istemem! Ben hiç birini istemem tamamen şaka yapıyorum. Bu yaştan sonra anneanne olacağım. Benim neyime!! Hep işin gırgırındayım. Ciddiye almayın.”

Bir taraftan hıdırellez kutlanıyor, bir taraftan yemekler yeniyor. Ben hayatımda böyle bir hıdırellez kutlamamıştım. Zaten oldum olası romanları çok severim. Ne olursa olsun hayatları neşe doludur. Benim yaşam tarzıma çok yakınlar. Ben de hayata daima neşeyle bakıp, mutlu olmasını bilenlerdenim.

İyi ki gittim ve Dibekderelileri tanıdım. Hepsine ayrı ayrı buradan sevgilerimi yolluyorum. Sayelerinde harika gün geçirdik. Sağolun, varolun…

Bu seneki dilekler herkesin inşallah kabul olur.



SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Mayıs 02, 2005

KARA TALİHİM GENE BENİ ÖKSÜZ BIRAKTI

Kuşumla mutlu yaşıyorduk. Tam 4 aylık olmuştu. Bana nasıl alışmıştı. “ciciş, öpücük,canım,aşkım!” demesini öğrenmişti. Elimden yemek yiyordu. Benimle bütünleşmişti. Hayatıma renk getirmişti. Geceleri geç vakte kadar oturuyorum, o da benimle gece kuşu olmuştu. Nasıl neşeliydi, cıvıl cıvıldı.

Dün arkadaşım akşam üstü bana geldi. O sırada telefon çaldı. Arkadaşım pencereyi açtı. Tel var diye önemsemedim. 3-4 dakika telefonla konuştum. Kuşa seslendim. Yok Allah yok! Deli olacağım. Bütün evi aradım. Yok! Dışarı koştum ağaçlara bakıyorum, adını bağırıyorum. Yok,yok,yok!!

Mahalleye çıktım, kendimi yırtıyorum. Komşular çıktılar, hep birlikte kuşu arıyoruz. Bütün bahçelere, ağaçlara baktık. Bir anda nasıl yok oldu? nasıl ağlıyorum anlatamam. Suçu arkadaşımda buldum. Hırsımdan ona nasıl bağırıyorum! Zavallı kızcağız susuyor, benim çok üzgün olduğumu biliyor. Eğer aynı şeyi o bana yapsaydı, ben ilelebet küserdim. İyi ki arkadaşım bana küsmedi.

Bu gün gittim yeni bir kuş aldım. O da hiç kıpırdamadan, öylece duruyor. Bence hasta ne yiyor, ne içiyor. Gözüne bakıyorum. Hiç tepki vermiyor. Aynı renk diye aldım ama bu bence hem büyük hem de hasta. Gidip değişeyim bari.

Niye benim hep böyle oluyor? Hayvanları seviyorum. Evimde tek yaşamayı sevmiyorum. Mutlaka yanımda bir hayvan olmalı. 12 yıl köpeğimle yaşadım. Öldü çok üzüldüm. Kuş aldım, nasıl özenle bakıyordum. Oda kaçtı gitti. Belki de özgürlüğü merak etmiştir.

Bazı merakların sonunda canlıların başlarına ne geldiğini tecrübeler gösterdi. Annelerimiz derdi eskiden.” Çok merak iyi değildir. Ne gelirse başına meraktan gelir.” Biz insan oğlu bile çoğumuz bilmiyoruz. Fazla merak bazen başımıza ne işler getiriyor.

Hadi biz düşünüp irademizi kullanıyoruz. Özgürlük tercihimizi yapabiliyoruz. Kuş ne bilsin özgürlük ne? Dışarıdaki hayat ne? Hayat ve yaşam savaşı ne? Sen kafes kuşusun, sokak kuşu değilsin. Evin içinde zaten özgürsün. Kafesinin kapısı hiç kapalı değildi. Yediğin önünde, temiz, kıymetli bakılıyordun. Ne işin vardı dışarılarda? İşte kötü yola düştün. Kim bilir başına ne geldi. Ya başkası buldu, onlara evlatlık oldun. Ya da kurda kuşa yem oldun. Gördün özgürlüğü!! Sana kuş beyinli diyenler haklılarmış. Bari gezdin hevesini aldın. Dönüp geri gelsene! Sana ne kadar kızgınım. Şimdi ağlayarak yazıyorum. Meğer ne çok sevmişim seni. Şimdi senin arkadaşını besleyip sevgimi vereceğim, oh olsun! Sen de beni terk ettiğinle kal. Kuş beyinli sersem kuş!....



SEVGİYLE KALIN