Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Çarşamba, Nisan 26, 2006

TELLİ BALIKÇI KUŞU YİNE UÇUYOOOR

Kendime ne türlü isimler takacağıma şaşmış vaziyetteyim. Şimdi telli balıkçı oldum. Neden oldum? Onu da bilmiyorum. Bazen de köpek balığı diyorum. Aslında bir arkadaşım bu ismi takmıştı. Meğer köpek balığı denizde devamlı yüzmek zorundaymış. Solungaçları ona göre çalışırmış. Eğer durursa nefes alamaz ölürlermiş. Ben söyleyenlerin yalancısıyım. Eh! Ben de yerimde duramadığım için, bana köpek balığı dedi. Evden hamam diye çıkıp, Bursa’ya giden cinstenim. Gençliğimde Ankara’da otururdum. Öyle zamanlar olurdu ki! Her hafta sonu uçakla bir yerlere giderdim. Şimdi ehtiyar olduuum! Eskisi gibi değilsem de yine de fırsatını bulunca seyahate bayılırım.

Bir de şu hayvan, börtü böcek isimlerini tam öğrensem! Kim nerde yaşar? Ne zaman doğar? Çoğalır? Ölür? Mesela şu mevsimde evimin bahçesinde bol miktarda salyangoz yani sümüklü böcek var. saksılara ve bitkilere nasıl hücum ediyorlar. Önceleri bilmezdim. Ev sahibim söyledi. Bitkileri yerlermiş. Zarar verirlermiş. Buğdaylara da kımıl denilen bir böcü zarar verirmiş. (konumuz buğday değil, ne alaka ama bilginin fazlası göz çıkarmaz.) bu yaştan sonra çiçek ekmeye merak sardım. Çiçekçiden aldığım bitkilerin isimlerini eve gelene kadar unuttum. Saksılar ve toprak aldım. Onları tarif üzere diktim. Her gün nerdeyse bitki takibindeyim. Büyümelerini beklerken, sümüklü böceklere ziyafet çekiyormuşum. Elinle topla at! Dediler. Ööğğğğ! Nasıl elime alırım yaaa! Millet birde bunu yiyormuş. İiiğğğğ! Afiyet olsun. Almayım, alana da mani olmayım. Önce içim kalkarak topladım. Sonra bir coştum. Bütün bahçeyi topladım. Koca tansaş torbası doldu iyi mi? Şimdi onları çöpe atamam. Sokakta elimde torba yürürken komşu “ne o elindeki ?” anlatınca önce suratıma tuhaf baktı. Ne demek istediğini söktüremedim. İçinden bu saftirikler ne anlar bu işlerden demek ister gibi geldi. Sonra güldü. “git kızım çöpe at. Biz hep böyle yaparız” Evimde karıncalar da var. birde kocaman siyah uçan böcek. Onu bir türlü yakalayamadım. İsmini kokoş koydum. Umarım yiyecek bişey bulamaz da evimi terk-i diyar eder.

Ya ben neler yazacaktım. Nerelere geldim. Aklım yine uçtu. Bahar gelince böyle mi olunuyor? Bir havailik, bir sallapatilik, kendimi toz şeker gibi hissediyorum. Toplanmam zaman alacak.

Siz bu yazıyı okuduğunuz sırada ben yine attaaa! Canım arkadaşım (ismi lazım değil. Baş harfi M.) arabasıyla İstanbul’a gidiyordu. Peşine takıldım. İki kuşu bir taşla vurmak istedim. (bu da fizik kanununa aykırı bence. En iyi avcı bile bir taşla nasıl iki kuşu avlar? Eğer becermiş adam varsa ki, olmuş da sözü çıkmış. Helaallll abiii sanaaa!) ne diyordum? Kafa gene gitti yaaa! Hah! Taş ve kuş vaziyeti. Şimdi torunum geliyor ya! ona aldıklarımı götürmek için ne uçak, ne otobüs beni almazdı. Hazır bedava araba bulunca, askıntı oldum. Evdeki hayvanlarım yine zoraki misafirliğe gidiyorlar. Kuşumu komşuya emanet ediyorum. Bahçemdeki köpeğimi, pansiyona bırakıyorum. Kendimi de yollara vuruyorum.

Hep arabayla seyahati sevmişimdir. Yol boyunca nerelerde yemek güzeldir? Tatlısı nerenin meşhurdur? Çay en iyi nerde demlenir? Hepsini keşfedelim. Zaten İstanbul yolunu çok iyi bildiğimiz için, yiyecek yerlerimiz bizi bekliyor. Hele hayırlısıyla kızımı göreyim. Zaten 4-5 gün kalacağım. Ama yine de balık yemek için boğaz kaçamağı yaparım. Simit! Hııııım! ayşe kadın fasulye bunları özledim.

Sahi telli balıkçı kuşu nerden aklıma geldi? Acaba o da gezer mi? uçar mı? Konar mı? telleri gelin teli mi? İşi balıkçılık mı?

İyice saçmaladım. Biri bana dur desin. Yol sevinci demek ki beni dağıttı. Özür diliyorum canlarım. Bu yazıyı okurken bana (vaaah! Yazıııık! Kafayı yemiiiş!) demeyin. Valla normale döncem söz…

SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Nisan 24, 2006

TORUNUMA MEKTUPLAR (2)

Dün 23- NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ÇOCUK BAYRAMI’ydı. Sen! dünyaya gelmeden anneciğinle ve babacığınla onu kutladın. Doğunca çok iyi öğreneceğin, seveceğin, yolunda yürüyeceğin bir önderin var. ismi MUSTAFA KEMAL ATATÜRK. Daha şimdiye kadar ne kadar medeni milletler olsa da akıl edemeyip, armağan etmedikleri 1 bayramı, sizlere armağan etti. Her yıl bütün dünya milletlerinin çocukları bize geliyor. Bizle bu bayramı coşkulu kutluyor. Şimdi sen daha bu olayların farkında değilsin. Doğunca bebeklikte eğlence, çocukluğunda bayram, büyüyünce de önemini kavrayacaksın.

Umarım sen doğup, bayramları kutlamaya yetişinceye kadar, güzel yurdumda güzel değişiklikler olur.. Sen kız çocuğu olduğun için, etek boylarını uzun tutun diye emirler verilmez. Başörtü takan iyi, takmayan kötü denmez. Sen şanslı bir çocuksun. Ailen seni seviyor. En iyi şartlarda yetiştirmek için şartlarını zorlayacaklar. Bence çocukluğunun tadını çıkarabildiğin kadar çıkart.

Sadece bu bayramda “çocuklar geleceğimiz, onlara rahat bir ortam sağlamalıyız. Refah içinde yaşatmalıyız” nidalarını duyacaksın. Aslında biliyor musun? Güzel yurdumuzun çok yerinde senin gibi küçük kızlar, öküz parası için yaşlı adamlarla evlendiriliyorlar. Kendi çocukken, çocuk doğuruyorlar. Karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin diyen kocaları hayatları kararma uğruna çekiyorlar. Eğer yanılır şaşarda sevdiği olursa, hele de ona giderse! Vay haline ki vayy! Aile meclisi kuruluyor. Öz baba, ağabey, kardeş artık kim varsa kızı ölüme mahkum edip, sokak ortasında, hastane köşelerinde öldürüp namus temizliyorlar. Hatta öyle hemcinslerin var ki! Doğduğu anda TC. vatandaşı bile sayılmıyor. Çünkü kız olduğu için insan yerine bile konmuyorlar. Nüfus kağıtları bile olmuyor. HİÇ olarak doğuyor, imam nikahıyla dedesi yaşındakilerle evlendiriliyor. Tarlada, evde, çocukta, yatakta çalışmaktan 30 yaşında 60 yaşına varıyorlar. Şimdi aynı hemcinslerinden tecavüze uğrayanların karşılığı ne biliyor musun? Ya aynı adamla evlendirilmek. Ya da katli vaciptir diye öldürülmek. Sanki o kızlar bunu istemiş gibi. Erkeğin el kiri, kızın namusu oluyor.

Bir de büyük şehre göç edenler var. Aynı köyündeki yaşantıyı burada da yaşıyorlar. Aradaki fark ne oluyor? Çalışma alanları yaratıyorlar. Ne kadar çok çocuk varsa o kadar kazanç var demek oluyor. Erkek çocuklar mutlaka ya sanayide, ya da ağır işlerde çalışıyor. Hemcinslerin ise sokaklarda mendil satıyor. Eğer eve yeterince para götüremezse, dayak yiyor. Okula gitmek mi? doğudaki arkadaşların, kız olduğu için hakları bile yok. Zorla gönderilseler bile, hasat zamanı tarla taban çalışacaklar. Okul askıya alınıyor. Okuma yazma bilmek ne lüzumsuz. Kız kısmı okur muymuş? Evlenip kocaya sonra kafa tutar.

Yurdumuzda okuyanların kafasına böcüler doluşur. Aklı ererde haksızlıklara karşı durur. Olmaaaaz!

Bak güzel torunum! Özgürlük kadar güzel ve sıradan bir hayat yoktur. Sen dediğim gibi şanslı çocuksun. Ailen senin önünü tıkamaz. Oku! Oku!oku! mutlaka kendi kişiliğini ortaya koy. Elinde mesleğin olsun. Paranı kazan. Haa! Evlendiğin adam isterse krallar gibi zengin olsun. Senin 3 otuz paran garantin olsun. Ne yaparsan yap? İyisini yap. Kişiliğinden ödün verme! Kocan istedi diye, davranışlarını değiştirme! Hayatın boyunca seni yönlendirmelerine müsaade etme. Kendi bildiğin doğrulardan ödün verme. Kopacak ipleri, fedakarlıkla tutmaya çalışma! Ne kadar fedakarlık yaparsan o kadar ezilir, ucuzlarsın bırak kopacak ipler kopsun. Yerine hayatta daha sağlam tutunacağın halat bile gelir.

Bu çocuk bayramında sana çok neşeli şeyler yazmak isterdim. Hayatı toz pembe gösterirdim. Ama ben söylemesem bile, ilerde hayat sana hepsini öğretecek. Bir de içimden geldi. Sana riyakarlık yapamam. Medyada çocuklarımızı gördükçe içimin acıdığı ortamda sana lay lay lom yazamazdım. Bak sevgili torunum! 23 nisan şenlikleri olduğu gün bile, çocuklara eğitim vakfına para toplanıyordu. 20 bin çocuk (bunların çoğu kız) okula kavuşacak. İlk defa sevinecek. Hayallerine ulaşacaklar. Öyle deli hayaller de değil. Bir çörek yemek, kola içmek, yeni ayakkabı giymek, soğukta ısınmak…

Biliyorum sana şimdiden darallar geldi. Benim de içim daraldı. Sen şimdilik annenin karnında uçurtma festivaline gittin. Ne olduğunun farkında bile değilsin. Umarım senin geleceğin ve yaşayacağın günler, bütün çocuklarımıza daha güzel yaşam getirir. (her bayramda söylenen sözleri yineler oldum. Yazıklar olsun bana. Elimden bişey gelemiyor.)

Seni seviyorum! Güzel kız torunum! Dilerim güzel talih yazınla dünyaya gelirsin. Hayat sana hep istediklerini versin. ÇOCUK BAYRAMIN KUTLU OLSUN !!!

SEVGİYLE KALIN

Pazar, Nisan 23, 2006

TEKNELERLE ÇEVRECİLERLE YOLCULUK

Şansım denizden açıldı. Körün istediği bir göz, Allah vermiş 2 göz. Bana 222 göz verdi. Deniz manyağı olunca, her türlü fırsatı kaçırmıyorum. 22-nisan’da teknelerle kissebüküne gidildi. Bodrum’u bilenler değil de, bilmeyenlere söyleyeyim. Kara adanın karşı tarafına düşer. Bodrum demek zaten koy, koy demektir. Allah dantel gibi öyle güzel yaratmış ki. Bütün koylar birbirinden güzel. İşte kissebükü denilen koyda gök ovaya giderken mutlaka uğranır. Günlük tura çıkan tekneler, uğrar ve denize girilir. Nasıl temiz? Nasıl bakir? Yeşille mavi kaynaşmış. Manzara harikadır.

Torbada yaşayan,torba ve bodrum için dernek kurup cansiperane çalışan Asiye! İyi ki haber verdi. Sabah 9 da iskele meydanında toplaştık. 85 tekneye nerdeyse 1000 kişiden fazla bindik. Gezimizin amacı: DENİZLER, KIYILAR, DOĞA VE TARİH HEPİMİZİN… BİRLİKTE KORUYACAĞIZ!!! Yani sesimizi duyurmak, yağmalanmaya dur demek, kirletmemek, sahiplenmek…

Öğlen 12 de kissebüküne geldik. Her kesimden insanlar, teknelerin üstünden konuşmalar yaptı. Megafonlarla, seslerinin yettiği yere kadar hepsi kendi düşüncelerini söyledi. Ben de bir gece önce tesadüfen sevdiğim dostumun oğlunun sitesinde 1 şiir görmüştüm. Esas şiir bestelenmiş. Yazan da İstanbul’da resim öğretmeni olan KUBİLAY DOĞUŞ’a ait. kendisinden bugünde okumak için izin istedim. Sağolsun verdi. Okudum. Bütün gelenler bayıldı. Veee bu çocuğu merak ettiler. Bu kadar duyarlı olduğundan kutladılar. Kendisini misafir etmek istediler. O şiiri sizle de paylaşacağım merak etmeyin. Çok iyi organizasyon vardı. Basından arkadaşlar yoğun ilgi gösterdiler. Sanatçı dostlar destek verdi. Katılan herkes kendi kumanyasını getirmiş. Her tekne tam bir ziyafet sofrasına dönüştü. Lastik botla tekneler arası dolaşıp, o güzelim yiyeceklerin tadına bakmayı nasıl istedim. Lakin bizim teknedekileri bile bitiremedik. Aç gözlülük başa bela. Hava açık değildi. Ona rağmen millet keyifliydi. Karınlar doyunca, eğlence faslı başladı. Sazlarla beraber sanatçılarımız harika konserler verdi. Ben içime mayomu giymiştim. Giren olursa gaza gelir girerim diye ama hava kapalı olduğu için kimse girmeye cesaret etmedi.

15.30 da bodrum’a dönüş başladı. Manzara harikaydı. Düşünün önlü arkalı 85 tekne. Her birinden müzik şarkı sesleri geliyor. Coşku son safhada. Hem çok eğlendik. Hem de amacımıza ulaştık. (umarım ses getirir. Tıpkı deniz yıldızları gibi, ne yaparsak kardır diye düşünüyorum.)

Evlerimize mutlu ve yorgun döndük. Akşam meşhur derbi maçı vardı ya! ev kalabalık. Millet maç seyretmeye geldi. Ben ve 3 kişi daha CİM BOM'lu. Gerisi FB'li 4-0 yenildik. Nasıl kahroldum? Sağlık olsun. Daha 3 hafta var. ümitle bekliyorum. Şampiyon oluruz gibi miyiz acabaaaa! Şimdi şiiri yazayım :

UYANIN İNSANOĞLU

Bu harika doğayı bu güzelim dünyayı
Göremez olduk inan içinde yaşayanları
Gelecek endişesi sarmış bütün dünyayı
Ne mavi bir deniz ne yeşil bir dağ kaldı

Küçük bir fidandı önündeki bu bitki
Baharda açardı dallarını sevinçli
Güneşe dayardı o küçük gövdesini
İnsanoğlu yüzünden dünyadan el etek çekti.

Kurtarın ormanları, kurtarın temiz havayı,
Kalmasın hiç kimsede bitmeyen para hırsı
Güneşi kapatmayı dünyayı karartmayın
Tapusu bizde değil bu evreni satmayın

Bazen balık olurum, dalgalarda coşarım
Bazen bir kuş olurum gökyüzünde uçarım
Bazen çiçek olurum insanlara açarım
Fark etmez insanoğlu asıl ondan korkarım

Uyanın Ademoğlu uyanın
Kurtarın bu dünyayı kurtarın
Uyanın insanoğlu uyanın
Kurtarın bu dünyayı kurtarın

Nasıl ama çok güzel değil mi? kendisine tekrar teşekkür ediyorum. Umarım bu gezimiz sadece eğlence olmasın. Gerektiği yerlere gerektiği gibi mesaj gitmiştir.

SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Nisan 19, 2006

UY DERYALAR, DERYALAR.. SEVGİ KULUNUZ TEKNEYİ SALLAR

Evdeki bahar temizliğini, türlü zorluklarla bitirdim. Yalnız sizlere canım feda! Nasıl güzel yollar göstermişiniz. Soba nasıl yakılır? Nasıl temizlenir? Bir tek ben şavalakmışım. Valla söz veriyorum! Seneye kışa tıpkı sizin dediklerinizi yapacağım. Ne kadar çok beni seven canlarım varmış. Hepinizi ayrı ayrı şappadanak şuppadanak öpüyorum. Sıra badanaya geldi. Bu kadar isten, pisten sonra badana şart oldu. velakin ev şimdi temiz ya! tekrar uğraşamam. İlk önce işinin ehli döküp saçmayacak ve en ucuzu yapacak badanacı bulmak lazım. Sonra efendiiim! İşin uzmanı temizlikçi bulmam lazım. Beni yormadan, sinirlendirmeden bütün bu işlerin yapılması lazım. Neyse kışa daha çok var. yaparız bir gün. “ benim işim nariiin! Bu olmazsa yariiiin!”

Cuma gecesi koro çalışmasına gittim. 1.5 aydır gitmiyordum. Nasıl özlemişim? Hocamı, arkadaşlarımı, çalışmaları, şarkı çığırmayı özlemişim beee! Nasıl şevkle çığırdım? Şarkılar da baba gibi zor. Mecburen öğreneceğiz. Yoksa 2-TEMMUZ da KALEDE nasıl bülbül gibi şakırım. Eşek gibi çalışacam. Azimle s…..n taşı delermiş. Çalışma sonunda torbadaki abone yerimize gittik. Hani Hamiyet Yüceses’in yeğeninin yeri vardı ya! oranın mutfağı ve sunumu harika. Yemek faslı neyse de kendimiz çalıp, söylemeye başlayınca kopuyorum. Ut çalan hocamın sesi limonata gibi. Ye, iç, şarkı söyle! Zaman nasıl geçiyor. Saat sabah 6 olmuş. Tabi ki gündüzüm uykuda geçti. cumartesi güneşi gümüşlükte batırdım. Akşamı tekrar koro çalışması. Sonrası aynı terane. Sabah 5 oldu. battı fiiş, yan gooo diye, evlere gitmedik. Bir arkadaşın yelkenlisi var. Oraya resmen çıkartma yaptık.

Kaptan zaten yanımızda olduğu için, teknedeki personeli uyandırdı. Bizler bütün acemiliğimizle sözüm ona yardım edeceğiz. Marinada sabahın 5 inde bir çalışma ki görende preveze deniz savaşına hazırlanıyoruz sanacak. Bakın teknedeki komutlara: taraçina almak, camedanı gevşetmek, sancak kontra.. ben HÖÖÖÖ? Vaziyetindeydim.

Bodrum gecesi nasıl güzel bir hava var. mehtap da tabak gibi dolunay. Yakamoz, ay mehtabı ışığı gırla.. önce lay lay lom her şey iyi gitti. Uykum geldi. Teknenin bir yanına kıvrıldım. Ohoooo! Güneş üstüme doğmuş, millet bir yerlerde uyuyor. kollarım ve bacaklarımın bir kısmı tıpkı amele yanığı olmuş. Saat 13 sırasında kendimize geldik. Kara adanın arkasındaymışız. “cenovayla çıkıp sancak kontra yapıp karadan burnu sıyırıp iskele kontra”

Acıktık! Bodrum’ gidip yiyecek alalım dediler. Sen sancak tarafına otur. Biz iskele tarafından yelken basacağız bunları hiç anlamadım. Meğer teknenin sol yanı iskeleymiş, sağ yanı da sancakmış. Yelkende beni resmen kum torbası gibi kullandılar. (öhööm! Öhööm! Abarttıkları kadar da değil canııım!)

Şimdi akıldaneliğime bakın! Hazır bodruma geri geldik. Git evine rahatla, soyun dökün, uyu. Hayııır. Şeytan azapta gerek. Marinadan nevaleyi düzdük. Abartı yiyecekler, içecekler, aynı kostümlerimizle ( sıcak havada teknede üstümüzde mayo olması lazım. Bizim zombi grubunun mayoya ihtiyacı bilem yokmuş, sonradan anladım.) bu sefer pabuç denilen koya gittik. Yalnız yelkenle gitmek kadar keyifli bişey yok. Motor sesi olmadan sadece “lap lap lap” yelken sesi ve denizin sesi. Resmen transa geçiyorsun. Pabuç denen koyda öyle güzel ki. Daha mevsim açılmadığı için bizden başka deli yok.

Masalar kuruldu. Eeeee! Teknede balık da tutuluyor. Hemen pişmeye başladı. Krallara layık sofra ( bunu da hiç anlamam. En iyisini kral mı yermiş? Bence biz yiyoruz.) kuruldu. Ben tekneden düşme sabıkalısıyım ya! bana pek iş vermiyorlar. O da benim işime geldi. Akşama kadar nasıl çaldık söyledik. En sonunda içimizdeki en deli arkadaşımız ortaya bir fikir attı. Üstümüzde mayo yok ya! bodruma yaklaşırken denize üstümüzle girelim. Yüzelim. Zaten mazotu almışız. Hava harikaymış. Ne dermişiz?

Sizce ne dendi? Güneş batarken millet üstüyle başıyla denizdeydi. Ben hariç. O kadar çılgın olamadım. Ama bol bol resimlerini çektim.evlere döndük. Bakar mısınız? zombi grubu olarak ne manyaklıklar yapıyoruz. Temizlenmiş evimi özlemişim. Kuşum aşkımı özlemişim. Bakalım ilerdeki günler ne gibi denyoluklar getirecek.

SEVGİYLE KALIN

Salı, Nisan 18, 2006

BAHAR TEMİZLİĞİ MEĞER NEYMİŞ

Kış mevsiminde temizlik yapan bayanlardan bol bişey yok. Benim senelerdir yardımcım olan bayan da uzun zamandır evde yoktum ya, günlerini doldurmuş. Şimdi de bahar geldi. Ev hanımlarının bir huyu var. bayramda, seyranda, düğünde, mevlitte, baharda temizlik için kadın ararlar. Aradaki zamanlarda kendileri yaparlar. Bizim gibi ev işini sevmeyen, yapma özürlü vatandaşın da işlerine sekte vururlar.

Tırım tırım kadın aradım. Bir de pis huyum var. alışkanlıklarımdan kolay vaz geçmem. Mesela kuaförüm, dişçim, temizlikçim sabittir. El değişti mi? huysuzlanırım. Hatta kavga bile ederim. Zamanında çok berberin eline vurup, saçlarım cadı gibi dışarı fırlamışımdır. Bir keresinde de dişçinin elini resmen kaptım. Zavallı doktor umarım kuduz aşısı olmamıştır. Allah akıl dağıtırken ben nerdeydim acaba? İşte ev yardımcım da öyle olmalı. Emmevelakiiin! Kadını kodunsa bul. Millet benim şarlamamdan bıktı vee bir kadın buldular.

Hayatta sevmem kadına emir vermeyi. Çaktırmadan ilk günlerde başında dururum. İyilikle uyarırım. Evime alışınca da temizlik günü, o içeri ben dışarı yaparım. Ayak altında dolanıp da canını sıkmayım diye. ( ba ba baba baaah!. Nasıl düşünceliyim.)

Gelen kadın gencecik bir taze. Eli ayağı düzgün. (sanki star yarışmasına girecek, bana ne dış görünüşü değil mi?) olur muuu? Bir keresinde bir yaşlı kadın gelmişti. Zavallı iki büklüm, bin yaşında. O oturdu akşama kadar. Çocuklarını, torunlarını anlattı. Çay, yemek, kahve, sigara keyfi yaptı. Çaktırmadan bana komutlar vererek evimi bir güzel temizletti. Günlük yövmiyesini de aldı gitti. Ben gebermiştim. İşte genç olması işime geldi. Sabah kahvaltısı, kahve faslı yapıldı. Meğer falda bakıyormuş. Ben de fal hastası olduğumdan, bütün şavalaklığımla dinledim. Aman ne uzun baktı. Bittiğinde saat öğleye yaklaşıyordu. İşe lütfen başladı. Evim 2 oda 1 salon. Eşya az, camlar küçük. En önemlisi bu sene soba yaktım ya, tıkanmış. Borular silkelenip, baca temizlenecek. Bir de tavandaki avizem (kristal sanmayın. Hani vantilatörlü lambalar var ya ondan.) is olduğu için silinecek.

Odaları temizliyor. Ben çaktırmadan arkasında dolanıyorum. Baktım resmen sıçtım kaçtım yapıyor. Bu saatten sonra değiştirme imkanım yok ki! Neyse kabulumuz diyeceğiz. Salona sıra geldi. Önce sobanın borularını sökecek. Benden yardım istedi. Merdiven çıktık. O boruyu çıkarmaya çalışıyor. Bende alttan destek veriyorum. Bacaya bağlı ilk boru yerinden çıktı. Küüüüt! Önce kafama, sonra yere yuvarlandı. Ben de bu sarsıntıyla yerdeyim. Borunun içi, başımdan aşağıya ve odaya döküldü. Sanki hiç bişey olmamış gibi kadın ikinci boruyu da sökmez mi? derken bütün borular, yerlerinden çıkıp salona yayıldı.

En komiği de mavi renkteki kuşum birden simsiyah olmuştu. Size manzarayı nasıl tarif etsem? Benim sadece dişlerim ve gözlerim beyaz. Sarı saçlarımda dahil siyah olmayan şey yok. Bildiğimiz isin bulaşmadığı yer yok. Kadın sadece “ anaaaaa!” nidası çekiyor. “kız abla şimdi bunu nasıl temizliyeceğiz?” önce elektrik süpürgesiyle alabildiğimiz kadar aldık. Sonra deterjanlı suyla halıyı silmeye bir başladı. Halının renkleri karışıp, siyahi renge döndü. Yerler bile öyle. Mutfak banyo temizliğinden geçtim. Salon adam olsa, evliyalara adaklar yapacağım. Sildikçe kusuyor. Akşam oldu. kadın eve geç kaldım. Gidecem diye tutturdu. Daha her yer duruyor. Bende bir akıl varmış, çıktı gitti. Nasıl bağrınıyorum, wat fayda? Olanca yüzsüzlüğünle giyindi. Paramı ver gidecem dedi. Yapacak bişey yok. Verdik parasını, defoldu gitti.

Zavallı ben, kuşum kuruma bulanmış evde öylece kaldık. Önce kuşumu yıkadım. Baktım çare yok, duşa girdim. Temizlendim ve de evi olduğu gibi kapattım. Kuşumu da aldım arkadaşımın evine yollandım. Yollarda danalar gibi böğürerek ağlıyorum. O ev nasıl adam olacak?

Sabah arkadaşlarla içtima başladı. Halılar tümden yıkanmaya yollandı.eve makinelerle adamlar geldi. Koltuklar temizlendi. Ev yeniden elden geçti. tabi ki bu arada hem sinirlerim oynadı, hem de param rezil oldu.

Benim anlamadığım, burada cümle millet soba yakıyor. Hemi de yıllardır. Nasıl beceriyorlar. Bu sene ilk yaktım. Başlarken rezillik çektim. Temizlerken hepten rezil oldum. Hani alışmamış …tte don durmazmış. Benimki de o hesap. Ben kiiiim! Soba yakmak kiiiim!

Bahar temizliği mi? Allah aşkına işinin ehli temizlikçi bulun, yardımlarınızı şu beceriksiz kulunuza uzatın.

SEVGİYLE KALIN

Cuma, Nisan 14, 2006

BAŞARILIYIMDIR ŞEKERİİM! YOK YAAA!

Çarşı kuşunuz bu gün gene sokaklardaydı. Hava güzel, kahvaltımı yeni açılmış 1 mekanda yaptım. Burada yaşayan, kaçamak yapan, hava atan ne kadar entel dantel takımı varsa oraya üşüşmüşler. Bildiğin simitle çay içiyorlar. İlk defa sokak simitini el değmeden, çatal bıçakla yiyenleri gördüm. Kibarlıktan kırılıyorlardı. Onlara bakarak epey eğlendim. Avrupa’da (hakiki) sosyete demek, ilim irfan demektir.bizdeki sosyete geçinenlerde bol para yemektir. Bizde öyle bir( köy kahvaltısı yazıyordu. Vebal onların boynuna) yedik ki! Bol çay, birde cıgara değmeyin keyfimize yan gel de yat. Bizim 3 lü çete fısır fısır dedikodu yaparken pek sevmediğimiz ama görünce “ şekerim nabeer?” dediğimiz, ismi lazım değil. Baş harfi F. Geldi. (riyakarlıktan yana iğğğreeenççiizz!) Avrupa’dan yeni dönmüş. Yeni boy frendiyle arası limoniymiş. Avunmak için, yenisini bulmalıymış. O anlatıyor, biz sallabaş gibi kafa sallıyoruz. En sonunda kendince bomba gibi haberi patlatıyor. “İngilizce dilini sular seller gibi söktürmüş, bülbül gibi şakıyormuş.” Azmettim, başarılıyımdır şekerim” dedi ve uzun 1 byeeee çekip gitti.

Hoppala Hasan dayı, şeyim seyridi! Şimdi bu başarı mı? değil mi? dedikodu yapalım derken, ciddileştik. Engin ve zengin fikirlerimizi ortaya dökerek tartışıp, ortamı sempozyum kıvamına getirdik. “Başarmak” kişilere göre değişen kavram. Bazısı iyiyi, bazısı kötüyü başarır. Bizim ortak yaptığımız en büyük iş, evliliği başaramamak. Ama başardığımız en büyük iş. Annelik…

Başarmak için önemli çaba gerekli dedik, haybeden gelen fırsatları değerlendirip de başardım demek ne kadar önemliydi acaba dedik! Fikirlerimiz masada fır döndü. Sonra herkes kendi fikrini doğru bularak, geri topladık, beynimize yıktık, yedekte bekletip sonra yine kullanırız diye depoladık.

Dedikoduyu başardık. Tıka basa yemeği başardık, etrafımızdaki ünlü olanların ipini pazara çıkarmayı başardık, alışverişte çataçat pazarlık etmeyi başardık, arabayı kullanırken etrafa kızıp bağırmayı başardık, evlere dağılırken poşetleri karıştırıp 1 güzel kavga etmeyi başardık. Ehhh! 1 günde bu kadar başarı bizi aştı ablalarım, ağabeyleriim…

İşlerimi bitirip, en keyifli zamanıma kavuştum. Çayım, sigaram ve PC… maillerimi okudum… anneeemm! 1 arkadaştan tam bu güne uygun mail gelmiş. Ben bayıldım. Sizlerle paylaşayım dedim. Harflerimiz kaç adettir kardeşlerim? 29 değil mi? şimdi bunlara numara verelim.

A-1, B-2, C-3, Ç-4, D-5, E-6, F-7, G-8, Ğ-9, H-10, I-11, İ-12, J-13, K-14, L-15, M-16, N-17, O-18, Ö-19, P-20, R-21, S-22, Ş-23, T-24, U-25, Ü-26, V-27, Y-28, Z-29…

Bunları iyice belledik mi? aferiiin! Şimdi bunu çeşitli tanımlarla başarıyı bulalım…

Z-E-K-A
29,6,14,1, = % 50 BAŞARI

Ç-A-L-I-Ş-M-A-K
4,1, 15,11,23,26,1,4 = % 85 BAŞARI

D-E-N-E-Y-İ-M
5,6,17,6,28,11,16 = % 90 BAŞARI

Y-A-L-A-K-A-L-I-K
28,1,15,1,14,1,15,11,14 = % 100 BAŞARI

T-O-R-P-İ-L
24,18,21,20,12,15 = % 110 BAŞARI

Nasıl matrak değil mi? Bunu bulanı kutlamak lazım. Artık yorumunu sizlere bırakıyorum. İster matrak birinin buluşu deyin, ister bizdeki başarıya giden yolların gerçek adı deyin. Şu insan beyni neleri üretiyor? Bunları araştırıp ortaya çıkarıp sizlerle paylaşmak da böyyük BAŞARI kardiiiiiiiş!

SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Nisan 12, 2006

MEĞER NE ÇOK ÖZLEMİŞİM… KİMİ Mİ?

İstanbul’un puslu ve soğuk havasından, evime köyüme dönmüştüm. 1 ay uzakta olunca bütün işler birikmiş. Tıkanan su boruları, çalışmayan sifon, bozuk elektrik süpürgesi, tozlu ev, takır tukur ses veren buz dolabı…. Ya ben giderken hepiniz uslu uslu çalışıyordunuz. Neden birden dellendiniz! Beni mi özlediniz? Yoksa gittim diye boykot mu yaptınız? Len erkekseniz teker teker bozulun yaaa! Burada iş yaptırmak zaten deveyi hendekten atlatmaktan çoook zor. Abla valla biraz sonra ordayım derler. Seni eve bağlarlar. Cepten ara, dükkandan ara, wat fayda! Gelirse adaklar adayacak duruma gelirsin. En sonunda gelirler. Iskartaya çıkmış 1 sürü alet edevatı değiştirirler. Artık anlamadığın için, yapılanlara boyun eğersin. Cebin hafifler, şok harcamalardan şoka girersin. Tamirat işi bitti. Sıra temizlikte. Yardımcı hanım, bir türlü gün bulamıyormuş. Buranın insanı, bahar gelince temizlikçi alırlar. Paraları boşa gitmesin diye de ne varsa yıkatır, paklatırlar. Kadının posasını çıkarırlar. Sanırsın ki o temizlik bütün sezon yetecek. Garibim bana geldiğinde bahar temizliği yorgunuydu. Acıdım. Nasıl olsa her hafta geldiği için, “benim işim narin, bugün olmazsa yarın” misali kafana göre takıl dedim. Yaniii bütün bunları yapmak 1 haftamı aldı. Düşünün! Daha bodrumu teftiş edememiştim. Ne büyük kayıp ve de ayıp… bu sezonda sokaklarda dolaşmayı seviyorum. Sezon hazırlığı başlıyor. Her yıl mekanlar el değiştiriyor. Geçen yıl kokoreç satan, bu yıl tişört satmak üzere hazırlık yapıyor. Zaten esnaf olarak açılışlar çok olur emmeee! Kapanışlar ve de kaçışlar muhteşem olur.

Vurdum kendimi sokaklara kiiii! Anaaaa! Millet yanmış bilenee! Tabi ki turist taifesi bunlar. Derileri pembe olduğu için, güneşi görünce kedilerin ciğeri gibi kızarmışlar. Cıbıl cıbıl dolanıyorlar. Ben de tuhaf 1 huy var. kışın giyinemem, yazın da birden soyunamam. Onların arasında hırkayla, kutuptan gelmiş gibi oldum. Sokakları özlemişim. Limon çiçekleri açmış. Her yer mis gibi kokuyor. En güzeli de bizim araba girmeyen daracık sokak dahil, her sokak bembeyaz karolarla döşenmiş. Kara asfalt yok olmuş. İçim açıldı. Sonra sahile yürüdüm. Abooooov! Şezlonglar açılmış, millet saçılmış güneşleniyor. Veeee! Denize giriyorlar. Eeee! Ben de girmezsem eksik kalırım. Zaten deniz manyağının en hasıyım.

Önce kuaföre gidip, genel bakımdan geçtim. Öyle ya! manikür, pedikür olmadan, sir yaptırmadan denize girilmez. Gitti mi 1 gün daha… deniz çantası hazırlandı, havlular çıktı, mayolar giyildi, pareolar alındı, salınarak deniz kenarına gidildi.

Önce yattım iyice ısındım. Eh! Sezonu açıyoruz, boru mu bu? (11-nisan-2006) çaktırmadan pedikürlü ayağımı denize soktum ki! Bııııırrr! Buz yav buuuz! (şimdi demeyin, “a şavalak kadın ne diye girersin? Deniz kaçıyor mu?”) ben DENİZ MANYAĞIYIIM… baktım sahilde şıpır şıpır yüzüyorlar. Yiğitliğe b.k sürmemek için, ya! Allah! Dedim! Kendimi denize salıverdim!

Bıııırrr! Tiiir! Tiiir! takadak, takadak ( diş takırdama efekti.) vücidime on yüz bin milyoncuk iğneler batıp duruuuu! Üşümeyim diye deli gibi hareket ediyorum. Yüzmeyle, çırpınma arası 1 stil geliştirdim. İlk giriş 10 dakikada nihayet buldu. Saat 15 olmadan eve koşturdum. Sıcak suyla duş aldım. Gecede masaj aletimi sırt, bacak, omuz bölgelerinde uzun zaman dolandırdım. Ayağa kalkınca vücidimden çatır çutur sesler geliyor. Olsuuun! Sezonu açtım ya! önemli olan o.. valla soğuk moğuk emme denizi çok özlemişim.

Delilik parayla değil! Böyle ortaya avuçla atıyorlar. Benim gibi şavalaklar da bol bol alıp, tadını çıkarıyorlar. Normal oldum da ne oldu. deniz dediler mi? akan sular duruyor. Öteki hayatımda acaba balıkmıydım kine? Veya su araştırmacısı.(ufak at da civcivler de yesin)

SEVGİYLE KALIN

Pazar, Nisan 09, 2006

YAŞIMI BEN BİLE ŞAŞIRDIM

Canım yurdumun canım vatandaşları öyle şeker ki! Hangisine ne cevap vereceğimi şaşmış durumdayım.

Canım annecim öleli mayıs 14 de 2 yıl olacak. İnsanlar bir doğmaya, bir de ölmeye görsün. Günler su gibi akıp gidiyor. Daha annem olmadan yaşamaya yeni alışıyorum. Köpeğim de ölünce kuş almıştım. Sonra da kapıma arkadaşımın köpeğini aldım. Nasıl şeker hayvan. Uysal, bahçede kulübesinde yatıyor. Ama cahil insanlarla çuvala girilir mi? Ev sahibinin kızı car car bağırdı. İstememmm! Bahçe ortak ve kapımın önündeki hayvana bağırıyor. Bu tip insanlar ev sahibi olunca her şeye muktedir sanıyorlar. Üniversite bitirmek insanı adam etmiyor. Cahillik baki kalıyor. Bakalım direnebildiğim kadar direneceğim. Sonu nereye gider. Kendileri hiç ortak yaşamadan haberdar değiller. Tam kahvaltı yaparken başından aşağı halı silkelerler. Yukarıyı yıkarlar, şelale gibi bana akar. Çamaşır sermişin ne gam! Umurlarında olmaz. İzan denen bir şeyden haberleri bile yok. Söylesen anlamazlar. Surat asarlar. Neyse daha fazla kızgınlığımdan söylenmeyim.

Geceleri çok seviyorum. El ayak çekiliyor. Müziğim ve ben kalıyorum. Yazılarımı da geç vakitte yazıyorum. Şimdi de rahmetli Tanju Okan çalıyor.(benim çok iyi dostumdu. İyi ki onun gibi özel insanları yakinen tanımışım.) Şu toprak neleri içine almıyor ki! Allah herkese uzun ömür versin. Bir de Gönül Akkor hastasıyım. Onun 45 lik plaklarının kayıtlarını buldum. Abdullah Yüce, belki yazmışımdır. Artık unutuyorum. Bunadım mı nedir? Keyifle dinliyorum.

Bugün evin telefonu çaldı. Adamın biri annemin ismini vererek, onun kızının nüfus kağıdını istedi. Ben “annem öleli 2 yıl oldu. kızı benim. Ne vardı?” “bak kardeşim ben muhtarım. Senin doğum tarihin 1341 yazıyor.” Ben dumur oldum. “Kardeşim bu durumda annem benden küçük oluyor. Annem öleli 2 yıl oldu. ben nasıl yaşarım?” “Bilmem gariii” dedi. “Nüfusunu al gel, düzeltelim” dedi. “Peki kardeşim bu kayıt ne zamandır duruyor?” “Ne bilem ben? Burada öyle yazıyor…” “peki ben o zamana kadar muhtardan ikamet ilmuhaberi aldım. Hep doğru yazıldı. Şimdi nasıl oldu” dedimse de anlamadı. Gittim. Defterde resmen doğum tarihim. 1341 yazıyor. Nüfusum yenilenmesi yıllar öncesi yapıldı. Akıl erdiremedim. Bir de annem daha sağ görünüyormuş. Neyse onları düzelttik. Eve dönüyorum. H. Teyzeyle kocası S. Amcayı gördüm. Kendi yetiştirdiği yöresel otları götürüyormuş. Beni pek severler. Elindeki ne kadar ot varsa hepsini bana verdi. Bunları kavur da yiyive gariiii! Ben para dedim. Olur muuu! Allah’ın otuna senden para mı alırım. Yi güzelcene! Elimde torbayla otlar, eve yaklaştım ki! Bana süt veren C teyzeyi gördüm. Şişedeki sütü satamamış. Geri götürürken beni görünce al bunu lıkır lıkır iç de kan can olsun dedi. Gelini de yanında. Bir de beni yanağımdan öptü ki! Sesi öteden duyuldu. Şeker kadındır.

Eve geldim. Otları kavurdum. Süt pişerken aklıma bir şiir takıldı. Amma! Ne yapsam aklıma gelmiyor. Huyum kötüdür. Aklıma takılınca uyku tutmaz. Evdeki kitapları karıştırdım. Nete girdim. Gugıl ( google) mugıl kalmadı. Deli olcam. Hey nerden öptün beni be C. teyze. Şiir kimindi? İsmi neydi? Tık yok. Belki de şiir değil de meseldi.

Aklımda kalan tek şuydu:

Bir yol öpsem, yanağının altından.
Manda suya tersler gibi şarpadan.

Aslında bundan güzel benzetme olamaz ya! öpmenin içtenliği, candanlığı başka nasıl anlatılır. İşte C. Teyzenin öpücüğü bende bunu hatırlattı. İyi ki bu insanlarımız var. Yoksa monoton yaşam ne işe yarar ki!

SEVGİYLE KALIN

Cuma, Nisan 07, 2006

BEDENİM BURDA İÇİM NERDE BİLMEM

Gel gitler yaşıyorum. Beynimin ve de vücidimin kimyası bozuldu. Hayatımda önemli değişiklik olsun istemiyorum. Bu sefer de monotonluk sıkıyor. Ne halt edeceğimi kestiremiyorum. İçim boooş, kafam booooş, hayatım boooş, yani bomboşum. Bodrum’a geldim. 5 gündür evden dışarı çıkmadım. Evde de iş yapmadım. Sadece öööööölesine dolandım, yattım, yemek bile yapmadım. Duyduğum kadarıyla (söyleyenlerin yalancısıyım, yakinen görmedim) millet denize girmeye başlamış.

Bahar gelince benim bildiğim kadarıyle insanlarda canlılık olur. Tabiat uyanır, kanımız kaynar, aşık bilem olmaya teşne oluruz. Bahar yorgunluğu denen şey, genelde gelir, hasarını yapar ve gider. (nasıl hasar yapıyorsa en ufak bilgim yok. Rivayete göre yorgunluk, uyku hali, v.s.) bende bu sendromlar var emmeee! İleri derecede isteksizlik, tembellik, uyku durumu. (bütün bunlar bende 12 ay var. bahara bok atmaya lüzum yok.)

Gencim, canlıyım, enerjiğim, gönlüm ölmedi, içim kıpır kıpır, desem de acaba yaşlılık bu mu ki??? Canım yazı yazmak bile istemiyor. Pc’ nin ekranına öküzün trene baktığı gibi bakıyorum. İlham gelsin diye bekliyorum. Ne ilham geliyor, ne de ilhamiii! Bahar bana ters tepti. Her şeyi kıçından anlayıp, yaptığım için bahar da bende ters oldu. sizlerden gelen, beni motive eden o güzel mailleriniz olmasa, yataktan bile kalkmam. Anam ne güzel, ne iç açıcı postalar. Bahar sizlere gelmiş. Canımcıklarım! O ne coşku? O ne heyecan? Size baka baka bende titreyip kendime geleceğim. Sünepe olmak bana yakışmıyor.

Bakın İstanbul’ dan ne aldım. ( hah! Aklıma geldi. Sizle paylaşmazsam çatlarım.) damadımı Eminönüne yollayıp, sayaç aldırdım. Şu sayıları elimizle çekince gösterenlerden. Bir de damat evde kurandan çeşitli duaları cd ye yükledi. Özellikle ben yasini, selat-ı tefriciyeyi çok okurum. Sayılarını şaşırırım. Mesela güç bir işimde 41 defa yasin okurum. Başka zamanda 4444 defa selat-ı terficiye okurum. İşte film burada kopuyor. Sayıları ne yaparsam yapayım karıştırıyorum. O zamanda sanki içimden dualarım kabul olmayacakmış gibi geliyor.

Şaşırmayın sevgili canımcıklarım. Ben helva demesini de bilirim. Havla demesini de. İçerim, gezerim, süslenirim. Ama inancım sonsuzdur. Okumalarımı ihmal etmem. Neyse nerde kalmıştım? Hah! Sayıları gösteren sayacımı yanıma aldım. Pc’den yasin duasını açtım. Taaaa! ’den yasin duasını açtım. Taaaa! Mekke’den harika hafızlar okumuşlar. O okuyor ben huşuyla dinliyorum. Bitince, numaratöre basıyorum. 1-2-3-4-5- derken 41 yasini bitireceğim. Dualarda dijital oldu. İstanbul’da bile bunun cd’sini satıyorlar. Hiç olmazsa ben ticaret yapmıyorum. Kendime okuyorum. Burada cami hocasına gösterdim. Dumur oldu. bunca yıllık hocayım bunu akıl etmemiştim dedi. Ona da verdim. Maksat inançla dinlemek. Sanki TV den de dinlemiyor muyuz? Bana görüşlerinizi yazabilirsiniz.

Yaz mevsiminde kalabalıktan, denizden, en önemlisi torunum doğacak. Pek zaman bulamam emmevelakin. Kışın artıkın vaktimin çoğunu dualarımı dinleyerek geçireceğim. Öyle düşünüyorum. İstek üzerine cümle aleme okuyabilirim. Para yok valla maksat iyilik olsun. Bu saatten sonra işimiz dualara kaldı. Uykum geldi. Yemek yiyip, yatayım. Sonra TV karşısında, battaniye altında fındık, fıstık, ceviz, çay keyfi yapayım. Bu gece karamel diye kız köpek misafirim var. artık ona ben bakacağım. Kulübesinde şimdilik yatıyor. Umarım iyi anlaşırız. Çok şeker şey. Bahçeyi hanıma tahsis ettim. Bakalım ilk gecesi olacak. nasıl geçecek? Benim kızım oldu. ama esas annesi istediği zaman görebilecek. Şimdilik ikimizde mutluyuz.

SEVGİYLE KALIN

Salı, Nisan 04, 2006

İŞTE İSTEDİĞİM BUYDU

Yine İstanbul’dan haberlere devam: Kızlarla nişantaşında hoş bir cafeye gittik. Daha içeri girerken vitrindeki tatlıları gördüm. Vitrin dedimse öyle kenar mahalle pastanesi gibi buz dolabı vitrini sanmayın. Çok şık katlı pasta, turta şeylerin üstünde duruyor. Öyle albenisi var ki! Şeker hastası bile olsan onlardan bolca yiyip, şeker komasından dünyayı değiştirebilirsin.

Ağzımın iki yanı, oldu bir düden şelalesi. Neyi yiyeceğimi şaştım. Fekaaat! Mide ve kalori meselesi var. O brovniler, çeşitli tartlar, tiramisular, çikolatalı her bişeylerr! Ben tuzlu takılayım dedim. Çayın yanında kibarca yerim.

Çok şeker bir genç bayan yanımıza geldi. “hoş geldiniz! Ben buranın işletmecisiyim. Aynı zamanda da diyetisyenim. Yani bizim bütün ürünlerimiz sizi şişmanlatmaz” hööö? Nasıl yaniii? “bakın bütün bunların hepsini yiyemezsiniz. Biz sizler için bazı minik önlemler aldık” Hööööö??

En önce tabaklarımızı ve porsiyonlarımızı küçülttük. Ama parası da küçüldü. ( bu kısmına bayıldık) 2 porsiyonda ancak normal tatlı yiyorsunuz. İlkini bitirip, 2. ısmarlarken vakit geçiyor. Beyin tatlıyı yeterli diye algılıyor.

Bütün malzemelerimiz tıpkı evinizde yapıldığı gibi hijyen ve de ölçülerde. Rahatlıkla yiyebilirsiniz. Yaniiii! Şu layt denilen şeylerden koyulup kendimizi kandırıyoruz. Yağın neresi laytsa artık.

Elin Amerika’lı uzmanı R. Hirsch’e göre kişi yediği şeyleri ne kadar severse onları yemekten o kadar tatmin duyarmış. Bu da beyine az bile yesen yeterli sinyali gidiyormuş.Vayyyy! Beeee! Demek ki benim beynim algılama özürlü ne yersem yiyeyim yeteeeer! Demiyor. Sadece güzel yemeğe endekslenmiş, yemekleri lüplettik diyelim, geldik tatlılara… sütlü mü? İstersin. Hamur işi mi? çikolatalılarrr! Allaaaaah!

İmdiiii! Bütün bu tatlıları yiyip de kilo alınmayacağını öğrenmiş bulunmaktayım. Mesela: karamelli, fıstıklı çikolata yerine bitter yersek kafadan 120 kalori attaaa! Gidiyor. Brovniye çikolata sosu dökmezsen tam 266 kalori eksik oluyor.(ne iyi yaaaa!) Kekimize krema koymazsak, her diliminde 85 kalori eksik olurmuş. Keki en az 20 dilime böl, hepsini ye…20x85=1700 kalori gitti. Dondurmaya çeşitli soslar dökmezsen 154 kalori eksik yersin… bu örnekleri çoğaltabilirim… bu hesaplarla biz yedikçe zayıflayacağız. Belki de Etopya’lılar gibi bir deri ve kemik kalabiliriz.

İyi ki nişantaşındaki cafeye gitmişiz. Çok bilgilendik. En güzeli de istediğimiz kadar tatlı yedik. Sahibesi de çok zarif ve güler yüzlüydü. Eğer İstanbul’da otursam mutlaka her gün oraya uğrar, muhteşem tatlılardan yerdim.

Hanımlar! Artık rahatlayın! İster evde, ister dışarıda istediğiniz kadar tatlı yiyebilirsiniz. Rejim yaptığımız zaman tatlı yemek canımız isterse; onu havuçla, krakerle,ıvır, zıvırla geçiştirmeye çalışıp yarım tepsi yersiniz. İyisi mi gömülün tatlılara rahatça yiyin. Aklınızda kalacağına, midenizde kalsın.

Bütün bunları popomdan uydurmuyorum. O şirin hanım anlattı. Bilimsel olarak: ABD’ deki Teksas Üniversitesinde yapılmış bir araştırmada hanımlar sürekli diyet yapınca,devamlı yiyecek düşünüyorlarmış. Ama daha az kalori de almıyorlarmış.

Anlayacağınız gibi anacıklarım! Rejim mejim boş! Yiyin hatunlar yiyin. Can boğazdan gelirse, bir gün gelir yine boğazdan gider. Çıkacak cana bu eziyet niye kine? Bu yöntem bana çok uygun geldi. Hoşuma da gitti. Neden şimdiye kadar bu cafeyi bulup da suçluluk duyarak tatlı yediklerimin suçunu hafiflettim. Yıllardır istediğim buydu. Hem yiyip hem de zayıflamak… Yaşasın ! bütün tatlılar! Yaşasın aslan CİM BOM……Yaşasın Türkiyeeeeee!

SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Nisan 03, 2006

EVİME KÖYÜME DÖNDÜM

En sonunda evimdeyim.. ama daha İstanbul’dan havadislerimi bitirmedim. Uzun bir ara verdim. Sokaklarda deli dumrul gibi gezmekten yazmaya vakit bulamadım. Öyle komik olaylar yaşadım ki! Size anlatayım valla çok güleceksiniz. Bir akşam 2 araba halinde gezmeye gittik. Yedik içtik. Geç vakit eve dönüyoruz. Ekip durdurdu. Ehliyet ruhsat derken bizim nişanlı çift olan arkadaşın arabasında sorun yaşanıyordu. Merak edip yanına gittik. Memur bakmış ki! Kağıtların hepsi tamam. Yanındaki hanım kim demiş? Bizimki de nişanlım deyince “nişanlılık cüzdanını” göster demiş. Oğlan dumur olmuş. “nişan cüzdanı olur mu? Diye söyleyince biz de yanlarına geldik. Bu sefer memur kızın nüfus cüzdanını istedi. (bizde sonucu ne olacak diye bütün şaşkınlığımızla bakıyoruz) yanan farların yanına oğlanı çağırdı. Cüzdan elinde başladı.” Anasının adını söyle, babasının adını söyle, doğum tarihini söyle, nerede doğmuş söyle.” Çocuk hepsini tıpkı üniversite giriş sınavı ciddiyetiyle cevapladı. Memur onların nişanlı olduğuna kanaat getirdi. Ben devreye girdim. “ memur bey bizim araba 5 kişi. Neden kim kimdir sormadınız?” dikkat buyurun! “ sizde ahlaksızlık olmaz kalabalıksınız” dediiiiiiii! Veee bizi salıverdi. Eve geldik güler misin? Ağlar mısın? Tam fıkra gibi olaydı. Kızcağızın sinirleri bozuldu. Gecemiz rezil oldu diye ağladı.

Başka bir gün yine biz 3 hatun arabayla ak merkeze gidiyoruz. İstanbul trafiği 24 saat felç vaziyetinde. Milimlerle ilerliyoruz. Bir otobüs durağında bizim kızlardan birinin tanıdığı varmış. Onu da arabaya aldık. Adamcağız bin teşekkürler filan.. tanışma faslı bitti. Ama bu adamı tanıyorum da nerden diye kafa patlatıyorum. Laf lafı açtı. Ben dayanamadım sordum.”sizi çok iyi tanıyorum ama nerden bulamıyorum” dedim. Söz bodruma geldi. Veeeeee! Bir zamanlar benim kaldığım pansiyonda kalan bir çift vardı. Adam kendini çok zengin tanıtmıştı. Karısını da çok seviyordu. O zamanlar öyle 5 yıldızlı oteller yok. Ev pansiyonları var. bende 17 sene aynı pansiyonda kaldığım için, akraba gibi olmuştuk. O çift öyle iyi davranıyorlardı ki! Tam 2 ay kaldılar. Giderken pansiyon sahibinden o zamanın parasıyla baba para almış. Sana yollarım diye. Gidiş o gidiş…

Pansiyoncunun kızı bir araştırma yapmıştı. Meğer adam süper dolandırıcıymış. Kadınla ortak çalışıyormuş. İzmir’den zengin bir kadınla evleneceğim diye kandırmış. Kadının bütün mücevherlerini, paralarını iş kuracağım diye almış. Aynı kadını da kız kardeşim diye yutturmuş. Yükünü tutunca vıın turizm olmuş. İzini bulamamışlardı. Her seferinde ayrı isimle piyasaya çıkıyormuş. Ben bodrum deyince adam bozuldu. Kaçamak cevaplar verdi. Hele eski pansiyoncunun ismini söyleyince panik oldu. “benim acil inmem lazım. İşim var” diye sıvıştı. Ben kesin tanıdım. Arkadaşa sordum nerden tanıyorsun diye. Meğer arkadaşımla bir ara evlenmeye kalkmış. Kızın durumu iyidir. Onunla da iş kuralım demiş. Para istemiş. Bizimki akıllı davranıp vermemiş. Ama hala içinde bir his varmış adamın çok iyi olduğunu, kibar ve zengin olduğunu, kendi parasına tenezzül etmeyeceğini düşünüyor. Bende adamın bütün foyasını döktüm. İnanmadı. Bodrumla telefonla konuşturdum. Adamın resmini bodruma gösterdik. Aynı adam çıktı. ( teknoloji sağolsun, anında görüntü yaptık) ak merkezi filan unuttuk. Hepimiz adamın adresine gittik. Meğer adam orda çok kısa müddet oturmuş. Hem de başka isimle. Oradaki esnaftan da para toplamış. Arkadaşım resmen şoka girdi. Nerden nereye! Bir tesadüfle belki de korkunç bir dolandırma işleminin önüne geçmiş bulunmaktayım.

Şu canım yurdumda neler oluyor? Kimine gülüyor, kimine şaş kalıyoruz. Neyse zararın neresinden dönsek kardır.

SEVGİYLE KALIN