Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Cumartesi, Nisan 30, 2005

VALLAHİ BİTİYOR DÜĞÜN FASLI

Dünden hemen devam ediyorum.

Kadınlar ve erkekler yöresel oyunları ve zeybek oynarlar.Çalgıcılara bol bahşiş atılır.Oyunlara misafirler davet edilir.

Misafirlere yemek verilir. Yemekler yer sofrasında geniş sinilerin üstünde yenir. Zeytinyağlı sarma, keşkek,salata, otlu gözleme, et kavurma, pide yenir. Tatlı olarak helva verilir.içecek olarak ayran, kola veya içki ikram edilir.

Eğlence yemek boyu devam eder.

Yemek bitince gelin ve damat evlerine çekilir.

Düğün sona erer.

Amanın bu 3 günde ne masraf, yorgunluk. Fakat deyiyor. O ne güzellik, nasıl geleneklerinin en hasını yapıyorlar. Birde en enteresanı ne biliyor musunuz? Altın diyelim bir aile 1 kilo evet yanlış değil tam 1 kilo taktı değil mi? Öteki aile mutlaka 1 kilo 100 gram olmalı. Birbirleriyle yarışıyorlar. Asla eksik olmayacakmış. Beşi bir yerde orada çeyrek altın gibi. Mesela 100 tane çeyrek altın diyor. Eh diyorlar.

Ben muhtara “ burada bekar adam var mı? Fazla istemem 3 kilo altın yeter” dedim. Ama şansım yokmuş. Beni alacak kimse çıkmadı.

Düğünün havasına kaptırdım kendimi. Tutturdum beni de giydirin! Neyse bir takım kıyafet getirdiler. Başladım giyinmeye: ilk önce şalvar, üstüne ham ipekten gömlek, dışına önüme göğüslük denilen kumaş, cepken, üstüne kuşak, sonra önlük.

İnanın giyinmek en az yarım saat alıyor. Başıma altın dizili fes, üstüne ham ipekten kocaman örtü. Ve arasına hakiki kokulu çiçekler. Boynuma sıra sıra dizili altın kolyeler taktılar.

Hayatımda bu kadar altını bir arada ne gördüm, ne de taktım. Arkadaşım kamerayla o kıyafetimi tespit etti. Çok hoşlarına gitti. Yeniden sazları çaldırdık. Efeler ve kadınlar hep beraber bir harmandalı oynadık ki.

Ben ezelden beridir harmandalı oynarmışım da haberim yokmuş. Haydaaa!!! Biz oynarken paralar havalarda uçtu. Bende coştum ya tutabilirsen aşk olsun. Sonra beni ortaya oturttular ellerime kına yaktılar, türküler söylediler. Birden havaya girdim. Essahtan evleniyorum sandım. Pek hoşuma gitti. Harika bir gün geçirdim. Çomakdağ kızılağaç köylülerin başta muhtarı ve bütün halkına sonsuz teşekkürler.



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Nisan 29, 2005

KÖY DÜĞÜNÜNE DEVAM

İkinci gün:



Şeker paralama:

Damatla gelin, kız evinden çıkarlar.gelinin yüzü kapalıdır.

Gelinin başında, oğlan evinden gelen ve gelin şekeri denilen akide şekerleri küçük parçalar halinde kırılır.Yani paralanır. Damat gelinin yüzünü açar.

Gelin ve damat yöresel oyunlar oynar.

Bu arada iki evde de misafirlere yemekler yedirilir.



Üçüncü gün:



Oğlan dolandırma:

Gelin tarafından oğlana bir buket çiçek gider.Damat çiçeği beline takarak meydanda tek başına zeybek oynar.

Damat alkışlanır. Bu bekarlığa veda anlamına gelir.

Gelin alma:

Bayraktar tarafından bayrak yerinden alınır. Bayraktar öncülüğünde gelin evine gidilir.

Gelini gezdirecek at süslenir. En son atın üstüne beyaz örtü olan humayun örtülür.

Soyadının devamı ve erkek evlat isteğini belirtmek için atın üstüne erkek çocuk oturtulur.

Atı,sağdıç tutar ve gelinin evine gidilir.

Yakın akrabalarıyla beraber gelin evden çıkar.Babası veya amcasıyla beraber atın yanına gelen gelin, ağaç dibeğe basarak ata biner. Damat evine doğru yola çıkılır.

Gelin cami etrafında dolaştırılıp, damat evine gelir.

Damat nerde diye sorulur. “değirmende” denilir. Bahşişten sonra damat gelir.

Damat atın boyun altından geçerek, önce gelinin sağ ayağını, sonra sol ayağını üzengiden çıkarır. Bolluk ve bereketi simgeleyen buğday ve bozuk paraları gelinin başından atar. Damat gelini kucaklar attan indirir.

Beraber yöresel oyun oynarlar. Eğlence başlar.

Bu düğünü anlatmam tefrika gibi oldu ama o kadar yöresel ve güzeldi ki inanın az kaldı yarın bitireceğim söz. Orada yaptıklarımı da size anlatmazsam çatlarım. Yarına kadar sabır lütfen.



SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Nisan 28, 2005

ÇOMAKDAĞ KIZILAĞAÇ KÖY DÜĞÜNÜ

Milas’dan labranda yoluna sapınca dağa çıkıyorsun. Tam bir dağ köyü. Çomakdağ folklor ekibini TV Programında ağırlamıştım. Son derece keyifli bir çalışma olmuştu. Bu sefer onlar beni davet ettiler. Turizm acentelerine gösteri düğünü tertiplemişler. Bir otobüs dolusu gittik. Köyün hepsi ellerinde çiçeklerle karşıladılar.

İlk önce köyün içini gezdik. Rehberimiz canım arkadaşım Mehtap ( profesyonel rehber) bize ayrıntıları ile anlatıyor. Evler o kadar ilginç ki oda sayısı kadar baca var. Bacaların üstünde çeşitli hayvan motifleri yapmışlar. İpek böceği yetiştiriyorlar. Kozasını ve nasıl ipek ipliği elde edildiğini yaparak gösterdiler. Eski usul ipek tezgahları, ham ipek dokuması, işlenmesi yaparak gösterdiler.

Eski gelenek ve göreneklerini hiç kaybetmemişler. Başlarındaki taze kokulu çiçekler, üzerlerinde taşıdıkları altınlar, akılları durduruyor. Hemen hepsi renkli gözlü, güler yüzlü insanlar ve aşırı çalışkanlar.

Gezmemiz bitince köy kahvesinin bahçesi, gösteri için hazırlanmış. Davul, zurna, saz ekibi çalmaya başladı. Köy düğünü 3 gün sürüyor. Bize hepsini sembolik olarak sırayla gösterdiler:

Birinci gün: okuntu verme,bayrak dikme,dibek dövme.

Düğün davetiyesi yerine geçen kadın ve erkek mendiller okuntu olarak verilir.

Oğlan evine bayraktar tarafından Türk Bayrağı dikilerek düğünün başladığı ilan edilir.

1500 yıllık dibek taşının olduğu dibek yerinde, keşkeklik buğday dövülmeye başlanır.

Yöresel zeybek oyunları oynanır.

Misafirler düğün yerine yerleşir. Çay ve elma çayı ikram edilir.

Köy kadınları tarafından yapılmış çeyizlik malzemeler, misafirlere gösterilir.

Nişan getirme:

Oğlan evinden kız evine hediyeler getirilir.

Geline verilecek eşyalar,meydanda köy muhtarı ile2 şahit huzurunda açılır.

Kıyafetler ve altın takılar,tek tek sayılarak, kızın annesi ve babasına teslim edilir.

Gelin meydanda takılarıyla oynar. Hediyeler verilir.

Gelin evine döner.

Bu günlük yerim bitti. Yarın 2. günden başlayıp devam edeceğim.



SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Nisan 27, 2005

ÖLÜDENİZ’İ DE BATTAL ETTİK

Fethiye’de normal turistler ve insanlar tatil yapıyor, çimenlerin arasında doğayla kucaklaşıyor. Biz öyle miyiz? Duşun altında kocaman eşek arısı olmalı gelip beni boynumdan soktu. Aman yandım!! Ciyaklamasıyla, eline çamuru alan koştu. Kimi domates kesip getirdi. Kimi de kibritin eczalı ucunu sürmeye geldi. Sol çenemin altı, boynuma doğru şişti mi 1 güzel. Ağrısı da cabası. Allah’tan alerjim yok. Yoksa tahtalı köyü boylardım. Tek yanlı gergedan gibi oldum.

Kıymetli arkadaşlarım halime acıyacaklarına ikramiye bana çıktı diye gülüyor, kışa hasta olmazsın diye kocakarı hurafeleriyle benimle dalga geçtiler. Bende intikam planları yapmaya başladım. Fakat fazla beklemedim. Akşam yemeğe gittik. Şık restoranda şık servis, Bertan beyaz ipek bluz, siyah etek giymiş. Hepimiz bakımlıyız. Şarap siparişi verdik. Garson kırmızı şarabı tatması için Bertan’a verdi. Beğendik ve garson da kadehlere doldurdu.

Kakara kikiri yaparkeeen!! Bertan’ın eli kendi kadehine çarptı. Ben ayy!!deyip onu tutayım derken bu sefer benim kadehe çarptım. İkisi birden Bertan’ın beyaz bluzunun yakadan başladı, önünü tamamen kapladı. Masa bir anda karıştı. Panikle silelim derken su bardakları da yemeklerin içine döküldü.. Daha tek lokma yemeden sinirlerimiz oynadı. Aç bilaç otele döndük. Hepimiz hem suratlar asık, hem de söyleniyoruz. Bertan bluzunu yıkayıp lekeyle boğuştu. Çıkaramadı, sinirle sandalyeye attı. Gecenin tadı kaçtı deyip, otelde bir şeyler yedik. Odada şarap içmeye başladık. Üçüncü şişeden sonra deminki olaya katıla katıla gülmeye başladık. Öyle azıttık ki! 3 hatun yastık kavgası bile yapıp, yatakların üstünde zıpladık.

Gündüz deniz kenarında güneşleniyoruz. Anita denize girdi. Daha boyunu yeni geçmişti ki! Bir çocuk ciyak ciyak bağırıyor, annesini çağırıyor. Anita çocuğa doğru yüzüp denizden çıkarmaya çalışıyor. Çocuk debeleniyor. Annesi kıyıdan bağırıyor. Bir curcunadır gitti. Kıyıya çıktılar. Çocuk niye çıktı diye ağlıyor. Anne ne oldu diye soruyor. Anita çocuğu çıkarırken dizini taşa vurmuş. Dizi kanıyor. En sonunda durum anlaşıldı. Meğer çocuk annesini yanında yüzmeye çağırıyormuş. Lakin bunu çığlıkla ifade ettiği için, Anita boğuluyor zannetmiş. Anne kızının huyunu bildiği için Anita’nın kızına müdahalesini anlayamamış. Plaj karıştı. Otel personeli koşuşturdu.

Bütün bu olaylardan sonra Ölüdeniz bizim için yetti dedik. Bavullar gene toplandı. İnşallah yarın Bodrum’a doğru yola çıkacağız. Ölüdeniz de sakinliğine kavuşacak.



SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Nisan 25, 2005

PARAŞÜTLER SAĞLAMMIŞ

Ah evimde yeni keyif yapıyorken, başımın belası Anita yine devreye girdi. Beni kandırmayı başardı. Haydi gene üç hatun arabaya atladık. Doğru Fethiye.. Anacım her yerde sezon açılmış, turistler vıngır vıngır. Ölüdeniz’de bir motele yerleştik.

Hava ve manzara şahane. Deniz mevsimi açıldı ya turistler denizden çıkmıyor. Bize daha erken zira ben 1 kere girdim dondum, buz kestim. Önce Fethiye turuna çıktık. Nasıl yeşillik, çiçekler açmış. İçimden koşmak, çimenlerde yuvarlanmak, avaza şarkı söylemek geldi. Esnafla sohbet etmeyi seviyorum. Onların bu sene turizmden beklentileri hemen her esnafınki gibi aynı. Bereketli bir sezon ve iyi kazanç.

Bir şey dikkatimi çekti. Burada fiyatlar daha makul. Bodrum sade bu civarın değil belki de Türkiye’nin en gözde yeri olduğundan fiyatları da fark atıyor. Bodrum’da yaşamanın bedeli ağır oluyor. Biz 12 ay oturanlar, tatile gelenlerle aynı kaderi paylaşıyoruz. Fakat ne olursa olsun Bodrum’un haricinde ki bütün tatil beldeleri daha ucuz.

Anita yine bir sürü ıvır zıvır hediyelik eşyalar aldı. Bizleri de ihmal etmiyor. Herhangi 1 şeye baktığımızı görünce hemen alıp, armağan ediyor. Bertan’la bakmaya korkar olduk.

Motele dönünce Anita deniz paraşütü yaptı. Nasıl keyif almış da çok güzel manzara varmış da mış da mış. Bana demez mi sende binde gez… Al bir kaya nereye dayarsan daya..

Beeenn!! Bu kiloda nasıl olur? Ama Anita’nın inadınla baş etmek mümkün değil. Deniz kenarında beni gezdirecek gence yalvararak bakıyorum. Ne olur paraşütün ipi sizi çekmez de, tekne bozuldu de, benzin bitti de… Peeeee!!! O da hiç umuru değil, beni iknaya çalışıyor. Aklıma gelen ne kadar dua varsa ediyorum.

Beni iki kişi sandalye gibi bir şeye bacaklarımdan oturtmak gibi yaptılar. Bertan’a “hayatta tek kızım var o hakkını helal etsin, ben yukarıya doğru gidiyorum. Bakarsın hepten uçarım” moteldekiler biraz meraktan,birazda korkumdan ne yapacağımı meraktan toplaştılar. Can yeleği filan var, her türlü önlemi alıp çocuk tekneye yol verdi.

Önce ciyaklamamdan kendim korktum. Sonra havalandım… amanda aman bu ne muhteşem duygu.. resmen uçuyorum. Korku filan kalmadı. Manzara hakikaten süper. Niye şimdiye kadar denemedim diye bir üzüldüm. Neyse ki yaşım daha genç. Dayanıklılık testi yapılmıştır. Paraşüte emin olarak binebilirsiniz.



SEVGİYLE KALIN

Pazar, Nisan 24, 2005

ZİLLER ALARMLAR ÇALIYOR

Sabah sabah sıcacık yatağımda uyurken Aiiiiooo!!! Diye bir ses. Yataktan paralel vaziyette sıçradım.”Allah! ya harp çıktı, ya da hava saldırısı başladı” dedim. Kendimi dışarı attım. Baktım bütün komşular (onlara öğle vakti olmuş, normal yaşayanlar grubu.) sokaklara dökülmüş, sirenin niye çaldığını anlamaya çalışıyorlar.

Eve koşup 155 aradım. Polisin telefonu kilitlenmiş vaziyette. Tüm ahali telefona sarılmış. Polis memuru hemen zabıtayı aradı. “ne oluyor kardeşim? Millet şokta, telefonlar yağıyor?” “ Haaa!! Anladım!!” dedi veeeee bize cevap verdi…

Zabıta alarma bakım yapıyormuş da yanlışlıkla düğmeye basmışlar…….. bakar mısınız? Şimdi buna ne denilir? Belediye her 1 şeyi anons eder. Vefat ilanından tutunda, icap eden her şeyi bildiren belediye. Yanlış alarmı halka anons edip de rahatlatmaz.

Burada yaşayan halkın içinde benim gibi kalp hastası var, çocuğu olan var, yaşlısı, genci, panik ataklısı, evhamlısı yani türlü çeşit insanı var. Bir anonsla halkımızı neden rahatlatmazlar.

Sabah tersimden uyandım ya! artık gün boyu öyle gitmez inşallah dedim. Peeeeee!!!! İlk önce evimin telefonundan arkadaşım aradı. Lafladık, alarmı konuştuk, kapattık ki!! Anaaa!! Benim telefon zırıl çalıyor. Açıyorum kesiliyor, kapıyorum devamlı çalıyor. Aç kapa artema misali bir türlü düzelmiyor. Deli çıkıyorum. Cepten santralı aradım. Meğer telefon bağlı kalmış. Neyse halletti sağ olsun görevli arkadaş

Bu kadar zillerden sonra kulaklarım uğulduyordu. Tam kahvaltı ediyorum, (saat 13.30) yan komşumun arabasının kornası takılmış. Daaaarrrrrttttt!!!! Vallahi abartmıyorum bunların hepsi aynı günde ve kısa aralıklarla oluyor. Eh artık yetti dedim, bana yine kalabalık geldiler. ( hiç gitmiyorlar ki zaten, arada bir dinlenmeye çekiliyorlar.)

Televizyonu iyice açtım, radyodan müzik bulup sesini bayağı açtım, bilgisayarın müzik kanalını da açtım… Ohhhh!!! Nasıl bir ses kirliliği, nasıl anlamsız gürültü, her telden çalıyor. Her biri avaza çalıyor. Bu sefer komşular benim eve üşüştü. “İşte alarmdan, zillerden, kornadan sonra alın size müzik demeti. İsteyen istediğini dinlesin.” Bende bahçenin en kuytu köşesinde keyif sigarasını yaktım. Millet eve koştu. Kimi tv’yi kimi radyoyu kapatıyor. PC yi beceremediler. Yalvar yakar insafa geldim onu da ben kapattım. Asıl sessizliğin kıymetini hep birlikte kahveler içerek çıkarttık.



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Nisan 22, 2005

BEN GÜZELLEŞTİM MİLLET KORKTU

İstanbul’dan arkadaşım geldi. Güzellik uzmanı olmuş. Ne kadar malzemesi varsa yanında getirmiş. İlk müşterim sen ol dedi. Çaresiz önüne oturdum. En önce yüzüme masaj yaptı. Burun deliklerime kadar her 1 yerim mıncık mıncık yoğruldu.

Sıra çamur maskesine geldi. Güzellik veren özel çamurmuş. Çamuru ısıtıp, fırçayla yüzüme sürdü. Sadece gözlerim ve dudaklarım açıkta kaldı. Gerisi simsiyah Afrika zencileri gibiydi. Bu şekilde en az yarım saat kalacaktım.

Hadi çay yapalım dedik. O ne? Tüp bitmiş. İstedik ve tüpçü geldi. Ben akıllım ve de şaşkın 1 kadın olarak, yüzümdeki maskeyi unut. Kapıyı açmamla tüpçünün “ Allaaah!!” nidasıyla 3 adımda geri kaçması bir oldu. Ben gülmekten 1 şey diyemiyorum. Her zaman gelen tüpçü genç, bana dikkatli bakınca tanıdı. “gel oğlum gel! Güzellik çamuru bu” deyince zavallı çocuk şaşkınlıkla” abla sen eskiden bayağı güzeldin. Şimdi pek çikin olmuşun, çamuru batsın, silive garii!! Heç yakışmamış, görenler korkaaa”

Tüpçüye rezil olarak, çamuru yıkadım. Aynada yüzüme baktım, pek 1 fark görmedim. Arkadaşım demez mi? “Daha bitmedi şimdi başka bir maske uygulayacağım.” Kaderime razı olmuştum. Güzellikten kaçanın burnu yamulsun.

Bir tüpten yemyeşil macun çıkardı. Fırçayla yüzümü yeşertti. Hani maske diye bir film vardı ya? adam yeşil bir maske takıp her şekle giriyordu. Ben de aynen o haldeydim. İnşallah kimse görmez derken, yan komşumun küçük kızı gelmez mi? Kuşumu sevmeye gelmiş. Beni görünce önce tanımadı ve çığlık attı. Haklıydı. Zira yeşil suratım yetmiyormuş gibi ; badem yağı, yumurta sarısı, E vitamini kapsülünü birleştirip saçlarıma sürüp, naylon bone takmıştım.

Aynada kendimden ben korktum. Kaldı ki küçük kız! Garibim kuşu muşu unuttu. Doğru eve koşturdu. Baktım biraz sonra annesi geldi. “ayol kız hortlak görmüş gibi geldi. Sevgi teyze öcü olmuş, inanmazsan git de bak” dedi. Hay Allah ne bu halin?

Güzelleşme uğruna ne hallere girdiğimi anlatım. Arkadaşımı tanıştırdım. Komşum da pek meraklı güzellik malzemesine. Haydi baştan aynı işlem ona da uygulandı. Arkadaşım da malzemelerinden sattı. Daha bitmedi ama yerim bitti.



SEVGİYLE KALIN

Pazar, Nisan 17, 2005

BAHAR GELDİ BÖYLE OLDUM

Bugünlerde üstümde bir dalgınlık, bir unutkanlık var. Bahar başıma mı vurdu nedir. Her şeyi unutuyorum. İnsan çorbayı yakmayı nasıl becerir? Kim çamaşırları makineye koyar da gider bulaşık makinesini çalıştırır? Telefonda arkadaşımla konuşurken, kapı çaldı.Telefondaki arkadaşa 1 dakika dedim, gidip açtım! Gelen komşumla bahçede bir güzel oturduk. Kahve yaptım. Sigaralar, çenele Allah çenele!! Nice sonra gitti. İçeri girdim Anah!! Telefon açık… Baktım dıt dıt dıt düdük sesi. İşte o an hatırladım, telefondaki arkadaşım, beklemekten sıkılıp kapatmış. Hemen aradım. Özürler diledim, falan filan neyse eskiden beri tanıdığı için huyumu biliyor da kırılmadı. İşi tatlıya bağladık.

En güzelini dün yaptım. Bunu yaparak kendimi aştım!. Anlatıyorum sıkı durun!.. Televizyonda film seyrederken çekirdek yemeyi seviyorum. Sevdiğim film başlamadan, kocaman çanak çekirdeğimi, çöpünü koyduğum kabımı ve ne lazımsa tam teçhizatlı olarak oturdum. Film başladı. Ohh!! Keyfim beyde yok. Film bittiğinde saat 2’ye geliyordu. Ortalığı toplamaya üşendim. Öylece bıraktım ve yattım.

Sevgili çatlak (kuşum oluyor kendileri) kafesi devamlı açıktır. İstediği gibi evde gezer. Sabah benden evvel uyanıyor. (benim uyanma saatim 11-12 arası ) yaramaz çatlak çekirdek ve kabuklarını koyduğum çanakların içine gir. Nasıl becerdi hala anlamış değilim. Bütün onları odanın her yerine saçmış. Uyandım veee!!! Ciyyaak!! Diye cırladım.

Yüzümü bile yıkamadan, elektrik süpürgesi ile kendimce temizleyeceğim. Baktım süpürgenin çöp torbası dolmuş. Alın size bir işgüzarlık daha.. Dolusunu çıkardım, yenisini takacağım. Tam o sırada kapıya satıcı geldi. Alırsın, almazsın cenkleştim. Bu kapıdan satıcılara nasıl kızıyorum. Yediğim kazığı başka yazımda anlatırım.

Sonunda satıcıyı savdım. Süpürgeyle evi temizliyorum ama makine bir hoş çalışıyor. Hiç de dönüp bakmaya gerek görmüyorum. Temiz torbayı taktım ya!! gıııırrn!! Grıııınn!! Diye sesler!!

Bir baktım kiiiii!! Süpürge aldığı çekirdekleri arkadan havalara nasıl savuruyor? Tavandan konfeti gibi çekirdek ve kabukları yağıyor. Meğer torbayı takmayı unutmuşum. Evin halini tarif etmeme imkan yok. Çatlak bile kafesine sinmiş, korkudan tüneğinde büzüşmüş oturuyor. Her şeyi bıraktım. Yardımcı kadınıma acil çağrı yaptım. Yarın gelecek. Şimdilik çekirdeklerimle mutlu,mutlu oturuyorum.İnşallah çat kapı misafirim gelmez. Üstelik şimdi de koca çanak çekirdek yiyorum.



SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Nisan 16, 2005

DÖN DOLAŞ GEL KÜRKÇÜ DÜKKANINA

Marmaris faslını da kazasız belasız bitirdik. Muğla’ya da girdik ne varmış ne yokmuş bir tamam teftiş ettik. Şirince den şarap stokumuz arabada kafi derecede vardı. Kuşadası’ndan ne bulunursa hediyelik olarak, ıvır kıvır hepsini aldık. Marmaris’te bal bırakmadık. Ne çok çeşidi varmış. Hepsinden abartı aldık.

Muğla’dan ne alacağımızı bilemediğimiz için, önerdikleri her 1 şeyi Anita attı arabaya. Ben artık yavaş yavaş tırlama vaziyetine girmeye başlamıştım.

Rahmetli annemin bir lafı vardı. “oynasam da gülsem de eski oynaşım aklımda” ben de ne kadar gezmeyi sevsem de ille bir müddet sonra evimi özlüyorum. Anita daha nerenin nesi meşhur? Diye sorunca, bana kalabalık geldiler. “Şekerim Çorum’un leblebisi meşhur, Eskişehir’in simiti, Konya’nın unu ve etli ekmeği, Maraş’ın acı biberi, Karadeniz’in kara lahanası ve hamsisi meşhurdur. İstersen bir koşu oralara da gidelim hepsinden alalım.”

Garibim sahi zannetti. Bir sevindi ki sormayın. “hadi toparlanın gidiyoruz. Önce hangisinden başlayalım demez mi? Bertan’la birbirimize bakakaldık.

Biz millet olarak şakayla ciddiyi ayırabiliyoruz Elin yabancısına şaka yapılmıyormuş. Bunu Anita’nın yüzünün asılması ve söylenmesiyle anlamış bulunmaktayım.

Muğla’dan Bodrum’a dönebilmek için ne diller döktük. Yol boyu bize ne söylendi. Madem götürmeyecekmişiz. O zaman neden sayıp dökmüşüz. Vır vır da vır vır….Bertan’la bin bir izahdan sonra Bodrum’a gelmiştik.

Onlar tutturdular ille birlikte Yalıkavak’a gidelim diye. Nasıl direndim bilmiyorum. “Evimi özledim, kuşum çatlağı özledim.hem de kaç gündür birlikteyiz. Biraz ben sizi özlemek istiyorum.” Falan filan zor ellerinden kurtuldum.

Oh! Beee!! Nihayet evimdeyim. Çatlak da beni özlemiş. Evdeki rutubet kokusu bile hoşuma gitti. Komşularım,bahçem, eşyalarım hatta tuvaletim bile beni özlemiş.

Ohooo !! PC posta kutum dolmuş. Geldiğim gece saat 5 e kadar maillerime baktım. Dışardan yazıyı yazıp yolluyordum ama tırım tırım gezmekten maillere bakmak için vakit bulamıyordum. Şimdi bayağı birikmişler. İnanın hiç abartmıyorum. Hepsini teker teker okuyorum. İlk fırsatta sizlere yer ayıracağım. Şimdilik yol yorgunuyum. Gidiyorum. Nereye? Tumba yatağa…hepinizi şapadak, şupadak öperim.



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Nisan 15, 2005

HALA GEZİP DURURUM

Yazarınız olarak, yurt dışından gelen arkadaşımın peşine takılmış, dolanıp duruyorum.

Kuşadası’ndan Şirince’ye gitmiştik ya! 2 gece kaldık. Tekrar Kuşadası’na dönüp, hesabımızı kapattık. Türkün aklı ya kaçarken, ya kaçarken gelirmiş. Yola çıkarken hesabı kes, topla bohçanı, çık yola değil mi? Yok Kardeşim yok! Bizde akıl yok.

Akılsız kafanın cezasını araba ve benzin çekiyor. Taaa!! Şirinceden geri gel, tekrar yola koyul.

Bu sefer bakalım bizi yol nereye atacak diye düşünürken, baktım ki! Marmaris levhası… Seneler var ki gitmemişim. Birde girişteki o ağaçlı yolu oldum olası severim.

Gözünü sevdiğimin yurdumun güzellikleri.. nereye baksan ayrı bir cennet. Manzara harika, hava pırıl pırıl. Marmaris’e girdik.

Amanıııınnn!!.. ben görmeyeli burası ne olmuş? Bir sahil ki boydan boya. Kıyıdaki salaş kahveler ve restoranlar tümden gitmiş. Değişmiş ama güzel olmuş. Anita gene bizi gezdirdi. Bir türlü otel beğendiremiyoruz. Neticede yine tatil köyüne yakın şık bir otele yerleştik.

Benim hatırladığım Marmaris ne kadar değişmişti. Buraya geldiğim zamanlar kaldığım bir pansiyon vardı. Mualla teyzenin evi. Oğlu Ali, gelini Ayten. Gittim ki evin yerinde kocaman bir kıyı oteli yapılmış. Sordum soruşturdum. Mualla teyze rahmetli olmuş. Oğlu ve gelinin adresini verdiler. Buldum, beni görünce hemen tanıdılar.

Hepimiz yaşlanmışız! Ali gencecikti. Saçları dökülmüş, karısı kilo almış. 3 çocuğu olmuş. Çocuklar boyumdaydı. Senelere geri döndük. Evlerini satınca iyi para almışlar. Şimdiki oturdukları evi almışlar. İlle sizi gezdirelim diye tutturdular. Bizim Anita belki istemez dedim. AAA!!! Beni mahcup etmedi mi? Gidelim diye ısrar etti.

Ali Marmaris’in biraz dışında bir deniz kenarında balık yemeğe götürdü. Bu kadar lezzetli ve taze mezeler görmedim. Balığı önünde pişiriyorlar. Muhteşem bir gece vardı. Limonata gibi havada eski dostlarla keyifli yemek, bir ömre bedeldi.

Söz döndü dolaştı, yine yemeğe geldi. Yarabbim ne olacak bu halim? Şimdilik Marmaris’teyiz. Kaç gün kalırız? Buradan nereye gideriz? Hiçbir fikrim yok. Bir gün evime dönmeyi ümit ediyorum.



SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Nisan 13, 2005

UÇTUM YİNE GEZİYORUM

Hollanda’dan gelen arkadaşım Anita ve Bertan’la, arabayla Bodrum’dan çıktık. İlk durağımız Kuşadası oldu. Aman da aman burası tatil beldesi değil resmen koskoca şehir gibi olmuş. Kocaman apartmanlar, kuş adasını baykuş adasına çevirmiş.

Orası da yeni sezona hazırlanıyor. Her yer tamirlerden moloz yığınları dolu. İnsanın zengin arkadaşlarının olmasının nimetlerinden bol bol yararlandım. Aman bir de keyifli oluyor ki… ( ne kadar fırsatçıyım değil mi? Kendimden utanmalıyım. Allah’tan o kadar uzun zamandır dostlarım ki, onlar bunu düşünmez. Bir tek ben fesatlanır, onlara açıkça söylerim.)

5 yıldızlı otele yerleştik. OOHH!! Benim evden rahat. Her şey emrimizde. 3 hatun Kuşadası’nı turlamaya başladık. Tamam iyi güzel de geceleri bile pek tadı yok. Bazı barlar açık fakat kalabalık pek yok. Deniz mevsimi de açılmadığı için, yapacak pek bir şey bulamadık.

Oradan Selçuk, Meryem Ana yaptık. Anita çok mutlu oldu. Hacı oldum diye, bin kere teşekkür etti. Ben devamlı gittiğim için, ilgim boğaz kısmına doğru oldu. Yine patlayana kadar ye babam ye. Ne olacak bu halim? O kadar sabırla yaptığım rejimler kışın güme gitti. Sözüm ona ekmek yemiyorum. Öteki yediklerime ne demeli?

Bir dirhem et, bin ayıp örter. Deseler de bana göre değil. Keşke et obur olacağıma, ot obur olsaydım. Kan değerlerim normal olurdu. Et yemekten; kolestrol: 1500, şeker: 3500, yağ: 5000, iyi huylu kolestrol : nanay!! Yook. Güzel, lezzetli yemek oldu mu? Üstüne atlıyorum.

Şirince’ye geçtik. Geçen gittiğim yere bu sefer bizimkileri götürdüm. Önce Anita lüks değil diye ( kendince lüks anlamı neyse?) burun kıvırdı. Fakat oranın işletmecilerinin samimiyeti, servisin ve yemeklerin güzelliği karşısında gecelemeye karar verdik. Ben önceden gittiğim için adamlarla artık akraba gibi oldum.

Meşhur Şirince şaraplarının içinde yüzdük. Akşam şömineyi yaktılar. Anita’nın yanında getirdiği klasik müzik cd sini de koydular. Zaten bizden başka 3 kişi daha vardı. Onlarla da ahbap olduk. Nasıl güzel şarap eşliğinde, şömine sohbeti yaptık.

Kıymetli misafirimiz Anita olduğu için, gezi programımız tamamen onun isteği doğrultuda geçecek. Kendimi onların programının akışına bıraktım. Nasıl olsa beni bekleyen kimsem yok. Geziyi de severim. Ohh!! Gel keyfim gel! Bakalım, yarın seyahat nereye doğru olacak? Göreceğiz … Bu gidişle daha bu bölgedeyiz…



SEVGİYLE KALIN

Salı, Nisan 12, 2005

HOLLANDA ANILARI-2

Dünden devam: Hollanda’nın denizi çamur gibi, kurban olayım bizim denizimize. Yel değirmenlerini görünce don kişot olmak geldi içimden. Biz 4 kişi (bertan, ben, anita ve kocası) arabayla büyük Avrupa turuna çıktık.

Belçika’da bilmeden salyangoz yedim. 1 de sevdim ki!.. Hollanda Dover’den feribotla 4 günlük İngiltere’ye gittik. Londra’ nın ve memleketin gezilecek neresi varsa girdik, çıktık. Döndük. Oradan Almanya, veeee!!! Fransa! Ah!. O Paris’in görkemi!. Büyülendim..

Paris’te bir de bana koca çıkmaz mı?.. Aman adamın zenginliği!! Evi ev değil, filmlerdeki gibi malikane.. Eh! Bende o seneler bayağı güzelim. Adam bana tutuldu. May kuinim ( kraliçem) diye dolanıp duruyor. 10 gün kaldık. Benim aşkımdan, Piyer efendi bizi nasıl gezdirdi. Elimizi cebimize atmadık. (Paris korkunç pahalıydı) bizi foliberjer ve lidoya bilem götürdü. Ayrı alemdi onlar, anlatsam roman olur. Ah!! Ah! Ah! Kırk yılda bir koca bulduk, oda elin Fransız’ı çıktı. Bende o zamanlar akıl 5 karış tepede. Sersem kafa kabul etsene adamı. Ah! Şimdiki aklım olsaaa!!!...
Fransa’nın dijon kentine bizim devlet halk dansları topluluğu gelmişti. Hazır ordayken seyredeyim dedim. Aman kardeşiiim!! O ne muhteşem salon ve tıklım dolu. Zor yer bulduk. Bizim aslanlar bir çıktı sahneye!.. davul, zurna eşliğinde göğüslerinde Türk bayrakları. Hepsi civan gibi bir ağızdan HOPPAA! Diye sahneye girdiler. Ben ve bertan nasıl ağlıyoruz, o duyguyu anlatmam mümkün değil. Türkiye nireee, Fransa nire! Ayağa kalkmışım deli gibi hem ağlıyorum, hem alkışlıyorum. Bütün elin Fransa’sı bile şaş kaldı. Zaten o yarışmadan Türk ekibi altın madalya kazandı, yani birinci geldileeer….

İşte belki de içimdeki vatan sevgisi bu evliliğe sıcak bakmadı, kim bilir? Oradan İtalya Roma ve diğer şehirler. Sonra Avusturya! Viyana ve diğer şehirler. İsviçre! Lozan ve diğer şehirler…

Bütün bunları anlatmam mümkün değil. Tam 3 ay bütün Avrupa’yı karış karış dolaştık. Her yerde ne anılarım var. Bir de biz çok gır gır gruptuk. Devamlı gülecek bir şeyler buluyorduk.

En sonunda Temmuz 15 de İstanbul Atatürk hava limanına inince, ilk gördüğüm polisi öpmüştüm. Adam şaş kaldıydı. Ben “hoş bulduuum” dedikçe sordu.”Hanım efendi kaç yıldır Türkiye’ye gelmiyorsunuz?” ben de 3 ay turistik geziden geliyorum deyince, iyice şaş kaldı. Ertesi gün kendimi ailemle birlikte Bodrum’a atmıştım hiç unutmam. Ne varsa benim memleketimde var..



SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Nisan 11, 2005

HOLLANDA VE DİĞERLERİ

Bugünlerde bana bir haller oldu. Yaşlandım mı nedir? Eskiler gözümün önüne geliyor. Dün yakın arkadaşım Bertan, Hollanda’dan beraber tanıdığımız arkadaşımız Anita’yı getirmiş. Bana geldiler. Çığlık çığlığa bağırdım, nasıl mutlu oldum, anlatamam.

İngilizce, Türkçe, Hollanda’ca hepsi birbirine karıştı. Anita 15 gün kalacakmış. Hemen arkadaşıma el koydum. Mutlaka en az 5-6 gün bende kalması lazım. Gündüzleri Bertan’la beraberiz de geceleri o Yalıkavağa dönüyor. Zira kocası var. Biz gibi şen dul değil.

Hemen 3 hatun, vır vır da vır vır….. Önce kahveler içildi. Sonra haydi yallah Gümüşlük. 2 Hollandalı, 2 Türk olarak balığın, şarabın gözüne vurduk. İlk günü diye Anitay’la beni eve bıraktılar. Bertan Hollandalı eşiyle evine döndü. Yorgun olan arkadaşım hemen uyudu. Ben gece zombisi olarak yatağımda o günlere döndüm.

İlk yurt dışına çıkışım 1983 de Hollanda’ya olmuştu. Bertan o zaman ilk eşiyle sefaret mensubuydu. Anita ve eşi Piit’i o zamandan tanımıştım. Dünya şekeri insanlardı. Kızımla yaşıt kızları Barbara (şimdi evlenmiş ve oğlu var.) özel sörf okulunda öğretmendi.

İlk önce Hollanda’nın altını üstüne getirmiştik. Adamların yüz ölçümü bizim Konya vilayeti kadar. Denizden aşağıda ve bentlerle korunuyor. Toprak diye bir şey yok. Bildiğiniz deniz kumu her yer. Teknolojik olarak havaalanının altını tünel yapıp yol yapmışlar. Denizin üstünde gemiler geçiyor, altından yol yapmışlar, metro yapmışlar. O Amsterdam’ın şirinliği, güzelliği. (kaç kere gittiysem doyamadım.) Yüzlerce kanal var.üstünde minik minik köprüler. Hollanda insanı güler yüzlü, sempatik. Millet olarak bisiklete biniyor diyebilirim. Hayatımda ilk defa bisiklete ait ayrı yol olduğunu orada görmüş, şaşmıştım.

O zamanlar Hollanda, Lüksemburg, Belçika benelüks ülkesi sayılıyordu. Vizeyi alınca 3 ülkeye de gidebiliyordun. Zaten insanlar günü birlik, gidip gelebiliyordu. Kanalların üstünde, yemekli ve müzikli gemiler çalışıyordu. Şirin, insanın içini ısıtan ülkeydi. Havası hariç. Devamlı çisil yağan yağmur ( Ben mayıs 15 de gitmiştim.) soğuk, güneş yok, rutubetli bir havası var. Yaz kısa oralarda. Onun için oradan yurdumuza gelenler, aklını şaşıyor.

İşte yine yerim bitti de benim maceralar bitmedi. Artık tefrika roman gibi birkaç gün bunları sizlerle paylaşmazsam çatlarım.



SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Nisan 07, 2005

ANKARA ANILARIM - 2

Yabancı bir TV kanalına “MY FAİR LADY” Oynuyordu. Zap yaparken takıldım kaldım. Oyun İngilizce olmasına rağmen sanki çok iyi anlıyormuşum gibi zevkle seyrettim. Yine yıllar öncesine gittim. O günleri yaşamaya başladım.

Ankara devlet tiyatrosunun Büyük tiyatrosu. Aynı oyunun promieri yani ilk gecesi. Başrolde Ayten Gökçer, Cüneyt Gökçer. Bütün gelen davetlilerde Hanımlar uzun tuvzlerler, üzerlerinde kürk etoller. Erkekler siyah takım elbise veya smokin.

Önce fuayede kokteyl verilir. Sanatçılarla görüşülür. Sonra oyun seyredilir ve sanatçılar tebrik edilir. Harika bir ilk gece geçer. Ben Ankara’dayken eğer ilk gece davet edilmezsem aklımca küserdim. Hiçbir tiyatronun ilk gecesini kaçırmazdım. O özel gece için bilet satılmaz, davetiye yollanırdı.

Ah! Ah! Ah!.. ne oyunlardı onlar: Küheylan (baş rolde, Kerim Afşar, Mehmet Ali Erbil) cadı kazanı, kaktüs çiçeği ve daha nice oyunlar… bunlar devlet tiyatrosuydu.

Bir de özel tiyatrolar vardı. Benim için yeri her zaman ayrı olan “Ankara Sanat Tiyatrosu.” “AST”

Genco Erkal “Bir delinin hatıra defteri”ni bir yıl, belki daha fazla aralıksız oynadı. Tek kişilik bir oyundu. Kendini İspanya kralı 8. Ferdinant sanıyordu. O oyun anlatılmaz, ancak seyredilir ve oyunun içine girilir, yaşanır. Nasıl bir oynamadır? Nasıl başarıdır? Ben belki 15-20 kere filan gittim. İnanın abartmıyorum. Tiyatro müdürü, rahmetli Muammer bey bir gün dedi ki! “ o kadar çok seyrettin ki, bak bakalım Genco replik kaçırıyor mu?” hatta ne kadar tanıdığım varsa hepsini oyuna götürmüştüm.

AST bir okuldu. 72.koğuş, Godotu beklerken, daha niceleri.. Bir Rana Cabbar, Savaş Yurttaş, Rutkay Aziz, Salih Kalyon, Ayberk Çölok, daha ismini şimdi hatırlayamadığım, nice tiyatrocular..

Ayak bacak fabrikası diye bir oyun vardı. Seyrettiğim zaman zannederim orta son filandım. Orada bir replik vardı. Hayatım boyunca unutmama imkan yok. “İnsanlar! Acıkmaya görsün inançlarını bile yer.” Hala o söz güncelliğini korur benim için.

Daha anlatacak o kadar çok anı var ki. Ankara sanatsal olarak çok zengindir. Gençliğim! Tiyatrolar, sergiler, konserler arasında geçti. İyi ki de geçmiş. Şimdi Bodrum’da bulunmaktan mutluyum ama zamanında, sanatla ve sanatçılarla iç içe yaşadığım kendimi çok şanslı sayıyorum.

İyi ki o dev sanatçılar, dev oyunları oynadılar ve ben de onları seyredebildim.Yurdumun yetiştirdiği bütün sanatçılar!.. İyi ki varsınız. Ölenlere rahmet, sizlere de nice sağlıklı ve sanat dolu yıllar dilerim.



SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Nisan 06, 2005

ANKARA GÜNLERİM AKLIMA DÜŞTÜ

Geçen gün bir televizyon (sanırım trt.2 deydi) kanalında Cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası şefi, rahmetli Hikmet Şimşeğin tanıttığı bir müzik programına rastladım. Eski programdı. Baktım nasıl zarif ve halkın anlayabileceği lisanla klasik müziği açıklıyordu. Orkestra Bethoveen konserine başladı. Ben daldım, gittim.

İlk Hikmet hocayla tanışmam, sanırım 72 senesiydi. Harika bir müzik adamıydı. İlginç bir şekilde, koleksiyonları vardı. Peynir, kibrit, sigara, plak, ve içki koleksiyonları vardı. Evi başlı başına bir müze gibiydi. Dünyanın her köşesinden getirdiği kıymetli porselen, kristal evinin her tarafını süslüyordu.

Evinde ki piyanodan özel konser dinleme şerefine nail olmuştum. Çok iyi sanatçıydı ama olağanüstü bir insandı. Hemen her Pazar, Ankara’nın küçük konser salonunda Hikmet hocanın konserleri olurdu. O zaman bilet bulmak meseleydi. Ben ve öğretmen arkadaşım Meliha ( Cüneyt Gökçer’in ağabeyi, avukat Kemal Gökçer’le evlendi.) Hikmet hocanın kontenjanından bilet almadan girerdik.

O yıllarda ne kadar yenilik varsa, hocanın evinde görürdüm. Çok iyi ahcıydı. Harika spagetti a-la şimşek yapardı. Sosunun formülünü kimselere vermezdi. Mesela teflon yapışmaz tavayı ilk gördüğüm zaman üstünde biftek pişirirken metal çatalla çevirip tavayı çizmiştim. Ne kadar kızmıştı rahmetli.

Mikro dalga fırına ilgiyle bakıp, incelemiştim. Evinde onun yaptığı yemekleri yerdik, sonra kocaman bir odası vardı. Tavandan tabana kadar sıralı şişelerden korkunç büyük bir içki koleksiyonu vardı. Hayatımda içmediğim çeşitli içkileri orda tatmıştım.

Tütsü nedir bilmezdik. Çeşitli tütsülerden yakardık. Bazı kokular benim içimi bayardı, “aman ne olur! Bu sefer yakmayalım” derdim. Son derece zeki ve fıkra dağarcığı çok zengindi. Sohbeti doyumsuzdu.

Kızım hocaya “himşek şişmek amca derdi oda ona bayılırdı. İlk beslenme çantasını hoca hediye etmişti.

Plaklarının zenginliği ve arşivi şimdi ne oldu? Ben hocayı en son olarak Bodrum torbada, eşiyle beraber ressam Yaşar Çallı ve eşi Çiğdemin yanında görmüştüm.( Çallılar da ayrıca çok sevdiğim dostlarımdır.) Meğer onu son görüşümmüş.

Bir tv programı beni nerelere getirdi. Ben bunları düşünürken baktım program bitmiş. HİKMET ŞİMŞEK sen önce çok iyi insandın. Veee!! Yerin kolay doldurulmayacak şeftin! Ölünce bile vücudunu fakülteye bağışlayıp hayır işledin. Nur içinde yat! Ne şanslıyım ki seni yakından tanıdım.



SEVGİYLE KALIN

Salı, Nisan 05, 2005

AH SANAL ALIŞVERİŞ AHH!!

Benim gibi yeteneksiz ve PC nin her bir tuşuna bilip bilmeden basan başka bir insan daha yoktur. Sözüm ona PC nin her şeyini öğrenmiştim. Tamam kendi yapabildiklerimi öğrendim. Öyle kendimi bilgili sanıyordum ki! Başkalarına bile akıl yürütüp, ukalalık yapıyordum.

Bir de sanal alışveriş varmış. Bana tavsiye ettiler. Gördüğüm, duyduğum her 1 şeye safra olurum. Sanal alışveriş dediler mi üstüne atladım. Ayrıca ne alacağımı bile bilmiyordum. Önce bileğime takılan zayıflama aleti alayım dedim. Bana sanal adresi verdiler.

Başladım sipariş vermeye. Eh!. Adresi buldum, istediğimi yazdım, sıra sepete koyup satın almaya gelince beceremiyorum. Hadi sil baştan bütün programa yeniden giriyorum. Tam satın alacağım, yine sonuç yok. Bir kere ahdetmişim, ne pahasına olursa olsun mutlaka becereceğim. Dönmek yok..

Başardııım!! Vallahi başardım.. En sonunda o aleti satın almayı başardım. Zaten çok ucuz (15 milyon, yeni ytl ne ediyor bilmiyorum.) olmasa hayatta almazdım. 1 kere resmini görüyorsun. Ne menem 1 şey olduğunu bilmiyorsun. Artık ne çıkarsa bahtıma dedim.

Kredi kartı no yu falan girdik. İşlem bitti. Orda yazıyor en geç 3 günde elinizde diye. Ertesi günü firmadan bana telefon geldi.” Sevgi hanımla mı görüşüyorum?” “Evet” “ Hanımefendi siz medikal sahibi misiniz?” “ hööö??” “Siz diyorum siz, bu malın ticaretini mi yapıyorsunuz?” “niye böyle düşündünüz ki? Kardeşim bunu kendim için istedim. Niye ticaretini yapayım.” “ hanımefendi!.. Aynı maldan tam 15 tane birden ısmarlamışınız. Siz ahtapot olsanız 15 kolunuz olmaz. Biz bunda anormallik gördüğümüz için sizi aradık. Aslında bizim müşteriyi aramak, prensipte yok. Siz bunun ticaretini mi yapacaksınız diye aradık.”

Haa?? Höö?? Nasıl derken iş anlaşıldı. Ben her alışverişi beceremedim dedikçe, meğer siparişi vermiş durmuşum. Demek ki nasıl inat ettiysem tam 15 kere sipariş vermişim. Neyse firma yetkilileri benim ne kadar gabi olduğumu anladılar. Rica minnet, bütün siparişleri iptal ettiler. Tek siparişe düştüler. Binlerce teşekkür, öptüm bile dedim.

Bir daha sanal sipariş mi? Tövbeler tövbesi.. Her firma aynı anlayışı göstermez. Maazallah 100 tane saat, 150 tane tansiyon ölçer aleti, sayısız ıvır zıvır 1 sürü şeyler alabilirim. Şimdilik bu tecrübe yeter de artar bile…



SEVGİYLE KALIN

HAYATTAKİ GÜZELLİKLER

Bu gün yatağımdan uyanış şeklim bile 1 başkaydı. Gece uykumda kafama saksı düşmediği için bu neşe neydi ki böyle? Kuşum çatlaktan daha 1 havalarda uçuyordum. Şarkılar, türküler, hatta gazel bile attım. Sabahları sallama çay içerken bu gün demledim. (büyük fedakarlıktı demleme yapmak, tembellik ruhumda var.) Çaydanlıktan çıkan buharın sesi bile kulağıma müzikli geliyordu.

Dışarıda hava mis gibi, günlük güneşlik. Önce kahvaltımın keyfini çıkardım. Sonra attım kendimi sokağa! Sanki bütün sokaklara parfüm sıkmışlar. Ağaçlar ne kadar güzel kokuyor? Yürüdüm, amaçsız dolaştım. Sanki insanların baharla birlikte, yüzlerine canlılık gelmiş. Neşe ve enerji dolular.

Hangi esnafı gördüysem, harıl harıl sezona hazırlık yapıyordu. Hepsi güler yüzle, şakalaşıyorlar ve yardımlaşıyorlardı. Herkes de bir faaliyettir gidiyordu. Hatta ben de tanıdıklarıma küçük yardımlar yaptım.

Manavların önünde, bir baktım davul zurna. Belli yeni gelmişler, garajdan aşağı yürüyüp geliyorlar. ( ben Bodrum’un delisi olarak) onları durdurdum. “Çalın bakalım” Bir oynak hava tutturdular, millet bir anda işi gücü bıraktı. El çırpan mı istersin? Oynayan mı istersin? Turistlerin içinde resim çekeni mi, kameraya alanı mı istersin. Arabayla yolda giden şoförler de yol tıkanınca kornayla eşlik ettiler. Orası bayram yerine döndü. Kendimce yeter dedim, davulcuların eline para verdim. “sağ ol abla ilk siftahı senden yaptık, inşallah uğurlu gelir” Çevredeki insanlar “abla be! Ne iyi geldi bu bize, şimdi daha bir şevkle çalışırız”

İşte hayattaki mutluluk buydu. Bir anda içimdeki çocuk uyanmıştı. Tıpkı yaramaz çocuklar gibi, içimden taklalar atmak( Hoş bu vucitle, nasıl takla atacaksam) ağaçlara tırmanmak, sırf gıcıklık olsun diye herkese gülün demek gelmişti.

Bu sabahki neşemi çözmüştüm. Bahar gelmişti, ben kış uykusundan uyanıyordum. İçim enerji doluydu. Bunu sizlerle paylaşmak istedim. Yaşadığımız hayatımızı güzelleştirmek bizim elimizde.

Damadım bana harika bir sürpriz yapıp, bana WEB sayfası hazırlamış. Bu demektir ki artık yazılarım dünyaya açıldı. Bundan sonra yazılarımın tümü WEB sayfamda var. İstediğiniz gibi okuyabilirsiniz. Benimle haberleşebilirsiniz. Beni yönlendirebilirsiniz. Adresimi yazıyorum.

http://members.fortunecity.com/bodrumunsevgisi/



Ben artık WEB li bir yazarım. Sizleri orada da beklerim efendim.



SEVGİYLE KALIN

ÇİFTER ÇİFTER DOĞUMLAR

Benim canım komşum Emine’nin kızı Fatoş 4- nisan-2005 de sabah doğum yaptı. Sabah saatlerinde hepimiz özel bodrum hastanesindeydik. Saat 10.15 de anneyi doğum için ameliyathaneye aldılar. Fatoş’un ailesi, yakınları ve ben. Nasıl bir heyecan bunu anlatmak mümkün değil, yaşamak lazım. Hakikaten içerdeki tek doğuruyor, dışarıda bekleyenler dokuz değil, on dokuz doğuruyor.

Baba olan Süha, yüzü sapsarı ortalıkta sadece bilinçsizce dolanıyordu.Saat 11.45 de bebeği getirdiler. Önce kuvöze koydular, hemşireler rutin bakımını yapıyordu. Bizler bebek odasının camına yapışmış vaziyette, bebeği görmeye çalışıyorduk. Anneanne kamera çekiyor.( odanın camına, istisnasız hepimiz kafamızı vurduk.) her birimizden “ ayyyy!!! Canııım!! Gözünü açtııı! Ellerini sallıyor! “ daha ne sözler çıkıyordu.

Aklımız, annenin sağlık durumundaydı. Devamlı hemşirelere sorup, her şeyin yolunda gittiğini duyunca rahatlıyorduk. Baba Süha işte o an koptu. Başladı ağlamaya.. bizler yatıştırmak isterken,”rahat bırakın ne olur?” diyince ben koptum. Şekerim düştü veya yükseldi o an bilmiyorum. Sadece “ben gidiyorum” diyebildim.

Dışarıda ben de koptum. Başladım ağlamaya Dede Arif’e tutundum ve “beni bir yere oturt” dedim. Çay içerek sakinleşmeye çalıştım. En sonunda anne Fatoşu da odasına aldılar. Hepimizin tatlı telaşı bitmişti. Artık rutin gelişmeler yaşanacaktı.

Hastaneden ayrıldım, gittim deniz kenarına oturdum. İnsan oğlu yüksek teknolojiyle elde edemediği hiçbir şey yok. Ben bunu köpeklerin doğumunda da düşünmüştüm. Lakin insan doğumunu bu kadar bire bir yaşamamıştım. İşte mucize dedikleri buydu. İnsanın Tanrıya inancı bir kere daha yüceliyor. Tek hücreden nasıl insan yavrusu oluşuyor? 9 ay anne karnında suyun içinde yaşayabiliyor. Doğduğu andan itibaren havasını 2-3 saniye kes, ölüyor. İlk andan itibaren meme arıyor. Beslenme başlıyor.

Tanrıya inanmayanlar! Ne olur! Bir candan, can çıkmasını düşünün. Allah’ın yüceliğini bir kere daha kabul ettim. Eve geldim. Akşam bana bir haber geldi. Emine’nin ablası Ayşe’nin kızı da İstanbul’da Hamileydi. Ayşe önce yeğeninin doğumunu görüp sonra kızına gidecekti. Meğer kızı İstanbul’da doğum yapıyormuş. Aynı gün uçakla yetiştiler.

Bakar mısınız? Aynı gün iki kardeş çocukları; biri İstanbul’da, biri Bodrum’da aynı gün iki erkek evlat doğuruyorlar. Fatoş’un bebeği KARTAL EGE bey, Esin’in oğlu (şimdilik KUZEY biliyoruz, değişebilir.) dünyaya hoş geldiniz!.. Allah ikinize de; hayırlı sağlıklı ömür, sevdiklerinizle nice mutlu yıllar dilerim.



SEVGİYLE KALIN

Pazar, Nisan 03, 2005

NEREDEN SEVDİM O ZALİM HIRSIZI

Bu günlerde benim başımda 1 şeyler dolanıyor ya! hadi Allah’tan hayırlısı. Evimi su basmıştı, kuşum her yeri plaj zannedip kumları saçmıştı. 3 günde evin terasında zor kuruttum. Halılarımı mahalle seferber oldu; taşı, çevir, kurut, eve getir, ser, telef ettiler kendilerini. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ederim, şapadak şapadak öperim.

Hayatım normale girdi derken, evimdeki alarmı kurmayı unuttum. Kaç senedir özenle dikkat ederim, aman bir sakatlık olmasın der, alarmı kurarım. Su bastığı gecenin heyecanı ile nasılsa unuttum.

Benim alarmımı takipte miydiniz be hırsız kardeşlerim!! 1 de size açık açık rica ettim değil mi? “aman halılarım ortada, gelmeyin! Başka halım yok, vicdanınıza sığınıyorum” falan filan. 1 tek el etek öpmediğim kaldı.

Peeee!!! Kim dinler! Gençten 1 kardeşim, gece sabaha karşı kapının kilidini kır. Benim evde gece lambası projektör gibidir. Korktuğum için, nerdeyse evin her 1 yerini yakacağım. Uyandım.( uykum oldukça hafiftir.) baktım saat sabahın 5 i salonda tıkırtılar var.

Evim bildiğiniz eski bodrum evi, öyle geniş meniş değil. Kuşum çatlak, kafesinde dellense bile böyle ses çıkaramaz. Kalkıp bakayım dedim. O neee???? Salonun ortasında genç esmer bir delikanlı…

İlk birkaç saniye ne olduğunu anlayamadım. Sonra bastım çığlığı!!! Kendimden öyle bir ses çıkacağını asla tahmin etmezdim.Demek ki insanlar zor anda canhıraş diyorlar ya doğruymuş. Oğlan hemen tüydü. Ben kapıya çıktım hala yırtınıyorum…

Mahalle ayağa kalktı. Gürültü, patırtı, koşanlar, etrafta hırsızı arayanlar, hatunlar eve doluştu. Kim ne söylüyor? Hiç anlamıyorum, sadece böğürerek ağlıyorum. Polis geldi. “ Evde kayıp neyin var” dediği anda etrafa bakmayı akıl edebildim. Çantamın içinden cüzdanımı olduğu gibi alabilmiş, telefonum yatak odamda başımda olduğu için daha orayı ziyaret edemeden ben uyanmışım.

Haydaaa!!!! Kimlik, ehliyet, paralar, visa kartları, (cevşen, bereket, nazar dualarım) hepsi gitmiş. Bankaları aradım kartları iptal ettirdim. Bankada param var hafta sonu olduğu için kapalı ve ben kartlarım olmadığından para çekemiyorum. İmece usulü ile komşulardan hallettim.

Yeni baştan bürokrasiyle uğraş, yeniden hepsini çıkar, ohooo bir sürü angarya… Polis 1 de demez mi? “ sen şanslısın iyi ki sana zarar vermemiş.Hırsızlar girdikleri evlerde uyanan olursa saldırıyorlar. Yaralama hatta ölümler bile oluyor.”

Haydi bakalım!! Benim gibi,; takıntılı ve panik birine bunu da söyledin ya polis ağabey! Artık geceleri rahat uyu bakalım, uyuyabilirsen. Köpeğim ölmeseydi, ortalığı ayağa kaldırırdı. Kuşum çatlak, dünyadan haberi yok.. Ne yapsam? Evin içinde, koruma mı beslesem? Yoksa dağa çıkmış eşkıya gibi baştan aşağı silahlanıp yatağa öylemi girsem.( zor olacak öyle şakur, şukur demir sesleri ve bi yerlerime batacak)

Polis parmak izi filan aldı, görevini yaptı. Bakalım bekliyorum, yakalanacak mı? Sevgili hırsız kardeş!!! Anladık parayı aldın. Bari evraklarımı evimi biliyorsun, yakın bulabileceğim 1 yere bırakıver. Kartları neyse yenilerim de kimliklerle uğraştırma beni emi? Bırakırsan seni bir severim zaliiiim…



SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Nisan 02, 2005

EVDE BAŞIMA GELENLER

Televizyon çekiminden eve aç ve yorgun döndüm. Şekerim düşüp, yiyecek arayınca deliye dönüyorum. Gözüm hiçbir şeyi görmüyor.

Kuşum çatlağın kafesini açık bırakmıştım. Nasıl olsa camda teller var salonda istediği gibi dolansın, keyfine baksın dediydim. Vay!! Eve bir geldim ki peh,peh!! Köpeğim laki 12 sene yaşadıydı. O da yaramazdı ama yaptığı zaman sıkı yapardı. Terlikleri paralar, camın perdesinin tülünü paralar, ( tülü öyle parçalara ayırmış ki, tak beline Haiti dansı yap) yatakları darmadağın ederdi.

Çeşitli cam kaseler almıştım. Evde dekor olsun diye, içine renkli kumlar koydum. Üstüne mumlar yerleştirdim. Yani evime kendimce şekil yapmak istemiştim. Masa üstü, sehpalar, yerler çok güzel camlı kumlu mumlu süslerle doldu. Sözüm ona geceleri o mumları yakıp, kırmızı şarap içecektim. Rengarenk hayallere dalacaktım. Fakat what fayda!!!

Kapıdan salona bir girdim ki!!! Ciyyaaak!!! ( bu ses benden çıkıyor) Ne cam kaselerde kum ve de mum kalmış. Halıların ve her yerin üstü, ciyir ciyir kum dolu. Basıyorum iri kumdan ayağım patinaj çekiyor. Kuş da beni gördü nasıl seviniyor? Hem uçuyor hem de “çatlak! Çatlak! Öpücük, öpücük” diye bağrınıyor.

Hangisini toplayım, nereyi süpüreyim? Parmak kadar kuş bütün bunları nasıl becerir? Yüce Allah’ım hiçbir şeyin normali beni bulmaz mı? ( eeee!! Kızım sen hayvanın adını çatlak koyarsan olacağı budur. Kendin kaşındın.)

Salonu öylece kendi halinde dağınık bıraktım, mutfağa koştum. Dünden kalan çorbamı, küçük tasta ısıtıp dolapta ne varsa yiyeceğim.( ipi topu, iki yumurta, üçgen peynir, 6-7 zeytin, koca torba eti form. Fare dolabın içine düşse başı yarılır) Tepsime engin ve zengin akşam yemeğimi hazırladım, tencereyi de eviyeye koydum suyu açtım ki ıslansın.

Sobamı yaktım, yv yi açtım, kuruldum koltuğuma, şapırt şupurt, ye babam ye! Karnım doyunca salon bana feci içler acısı göründü. Gelecek yardımcım Tezcan’a acıdım ne iş vardı, peh peh…

Tepsimi mutfağa götürmek üzere ayağa kalktım!! Cııllıık diye bir ses!! Halıya bir baktım kiiiii!! Cöllüm suu!! Mutfağa yüzerek gittim. Ben salaklar kraliçesi musluğu açık unut, su taş, taaa! Salona kadar gel, ben andavallı anlama…

İlk tepkim ne oldu biliyor musunuz? Mutfakta sandalyeye oturdum ve avazım çıktığı kadar,( Tarzan’ın ormanda naralanması hiç kalır) BAĞIRDIIIM!!! Mutfaktaki sularla salonun halısının üstündeki kumlar harika bir karışım oluşmuştu.

Endonezya’daki tsunami inanın benim evdeki kadar tahribat yapmamıştır. Tamam o çok kötüydü. Binlerce ölümlere sebep oldu. Ama inanın iç dünyam o kadar karardı. Şimdi ne yapacağıma karar vermeliydim. Venedik kanalları gibi, şapırdaklı şupurdaklı oturmalıydım.

Attığım naralardan komşular geldi. Evin halini gören, nasıl becerdiğime akıl sır erdiremediler. Hep birlikte halıları dışarı taşıyamadık, sürüdük. Dışarısı yağmur, içerisi sulu zırtlak. Şöylemesine kuruladık, allahtan yatağım kuru kalmış.

Hırsızlara sesleniyorum!! Başka halım yok. Ne olur gece gelip de kak gidelim demeyin. Sabaha suyunu çeksin, ıslak mıslak içeri alacağım. Bu gecelik bizim semte uğramayın. Vicdanınıza sığınıyorum.( ıslak halı ne ağır oluyormuş, 4 kişi zor sürüdük) sizde grup olarak gezmezsiniz umarım. Zaten tırlak vaziyetteyim



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Nisan 01, 2005

İNTERNETTE MEYHANE

En sonunda interneti de kendimize uydurduk ya helal olsun bize! İnternet ne işe yarar? Dünyayı ayağına getir, bilmediklerini sor, soruştur, bilgin görgün artsın, hızlı haberleş, işlerini kolaylaştır, vs, vs, vs,

Peki bizim sülale ne yaptı? İlim irfan sahibi, aklı başında insanlarız. Adam gibi çete gir konuş, haberleş, gır gırını geç kapat değil mi? Olur muuu!!! İşin cılkını çıkarmada üstümüze tanımıyorum.

Gece zombileri olarak 12 de toplaşıyoruz PC başında. İstanbul’dan iki ev, Ankara’dan 1 ev, Bodrumdan ben. Açıyoruz kameraları, takıyoruz kulaklıkları. Car car da car car. Bu arada Ankara’dan Özlem biraya takılıyor. İstanbul’dan kuzenlerim rakı ve arçiiz içiyorlar.Benim başım kel mi? Ben de rakıya başlıyorum.

Ohooo!!! Kimse kimseyi pek dinlediği yok. Herkesin önünde bardaklar, “şerefeee!!!” ler gırla gidiyor.Özlem (radyoda idi, konservatuvar TSM mezunu sesi harika ) başlıyor şarkı söylemeye!.. Aman Yarabbim ne ses, ne şarkılar. Çıt çıkarmadan dinliyoruz. Bitince “yaşa, varol, bi daha “ hadi içelim, açılalım arkadaşlar!!”

Zaman geçiyor, istekler saati başlıyor. Her kafadan bir istek geliyor. Kızcağız “ durun yahu! Teker teker söyleyeceğim” Tabi ki bizlerde kıytırık plak şirketi sanatçıları olarak, şarkıları katlediyoruz.

Bazı firaklı şarkılarda Toplu ağlama seansı başlıyor. Zırıldak zırıldak ağlıyoruz. Birden neşeli türkülere geçiyoruz. Haydi başlıyoruz.” Ohhh!! Yandan !! Şakıduk!! Şukuduk!! Ziller takılıyor, tefler çalınıyor. Çılgınlık ayyuka çıkıyor.

Şarkı aralarında nostalji saatleri başlıyor. Tam serhoş muhabbetleri.. eskiden neler vardı? Ne günlerdi o günler? Eski dostlar, ölenler! Hadi baştan ağlama sesleri başlıyor. Arada “öpüjiim abiii!!, özüjrft dilirimifj, ijjjeliim abalarımk, abeylerjmk!”

Sigarası biten bağrınıyor” sigaram bittiiiii!!! Gecenin bir vakti, otlakçılık yapcwam! Gönderin yaaa!!” bu arada dayım yırtıyor kendini “ne ya bu ? ayyaşlar yatın artııık!!!( onun sevgi sözcüğünün başında eş…..oğ……ek!!) “ dur ya ! iki şarkı daha dinleyelim. Özlemin düğmesine bastık, devamlı söylüyor.

Artık hangi şarkı, kaç kere söylendi? Kim ne şarkı istiyor? En önemlisi kim ne kadar dinliyor? Bütün hatlar birbirine karıştı. Ağlaya, oynaya, şarkılı ,türkülü, şapırdaklı öpücüklü meyhanemiz, çoğumuzun zerroş olmasından dolayı saat 4 sularında kapanmaya karar verdi. 4.30 a kadar veda faslı sürdü.”öpejjeim, selajlm, yarınmk ije iyiyk gitmeyklaer, iyiyyk gejelejkr”

İnternet teknolojisi nelere kadirsin sen? Ayrı şehirlerdeki hısım akrabayı talugatı nasıl birleştirdin? Hem görüştük, hem konuştuk. Bir tek kusuru vardı kameranın hareketler ağır çekim gibi yavaş gidip geliyordu. 1 de konuşmalar devamlı ekoluydu. Hani televizyonda canlı bağlantıda, sunucu konuğa seslenir.” Televizyonunuzun sesini biraz kısar mısınız? Yankı yapıyor da!”

İşte bir kusur yankılı ve ağır çekim görüntülü meyhaneydi. Bu kadar kusur kadı kızında da var. Aman canııım!! Beş beş hesap mı ödedik sanki. Beleşten yedik, içtik, assolist dinledik, oynadık. 1 eğlendik, 1 eğlendik ki sorma gitsin. Bundan iyisi Şam da kayısı…



SEVGİYLE KALIN