Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Salı, Aralık 26, 2006

YILBAŞI AYBAŞI TEPEBAŞI ATBAŞI

Her sene özel günleri yazmak adet olmuş. İlle iki satır attıracaksın. Bu başlardan hep tırsmışımdır. Yılbaşında hediye al, ne yapacağına karar ver, normal zamanda 5 ytl olan yılbaşında 50 ytl oluyor. Bu yüzden evin dışındaki her yere eşek yüküyle para öde. Böyle olunca da komik şapkaları kafana geçir, düdükleri öttür, geberene kadar iç, gecenin sonunu hatırlama, ertesi gün paçavra gibi yat. Neymiş efendim yeni yıla çook eğlenerek girilmiş. Geriye kalan 364 gün hayat koşturmasına devam…

Aybaşı da pek hayra alamet değildir. Maaş alınır; ödenecek faturalar, okul taksitleri, banka ekstreleri, geriye para kalırsa evin harcamaları. Buna en güzel örnek benim. Aybaşından nefret ediyorum. Aldığın para ödemelere yetmiyor. Ayı ucu ucuna denk getirip, tam parasızlığa alışıyorken haydi bakalım yeniden aybaşı geliyor. Aynı stresi 12 ay yaşıyorsun.ne olcek bu halimiz yaaa!

Öteki aybaşı hanımları ilgilendiriyor. Onun masrafı daha az olduğundan ve de gizli tutulduğundan pek kimsenin haberi olmuyor.

Rahmetli anneannem derdi ki! “bir baş olda istersen soğan başı ol.” Ne kadar haklı olduğu tartışılır. Onun zamanı hayat daha kolaymış. Hatırlarım bolluk vardı. Kaşar peynirini hemi de eski kaşarı tekerle alırdık. Pastırmayı kiloyla alıp koskoca tepside tek seferde pişirip, yumurta kırardık. Öyle çamaşır bulaşık makineleri yoktu ama bundan gocunmazlardı. En önemli meslek devlet memurluğuydu. Hele subay olanlar pek kıymetliydi. Annem anlatırdı. İlk elektrik, evimize su, radyo, gramafon bizim eve gelmiş.sonradan taş plakları çalan pikap alınmış. Ankara’nın en iyi semtinde ki evimizde bolluk, bereket vardı. Annem memur, babam ve dayım subay olduğu için anneannem pek övünürdü. Soğan başı olduklarından örnek gösterirdi. Paramızın alım gücü vardı.

Peeeeh! Aybaşından nerelere geldim. Şimdi 3. kuşak bizler paramızı yetirmek için 40 takla atıyoruz. Nerelerden nerelere geldik.

Sahi unutuyordum! Bir de bayramlarımız var. bana her gün bayram olduğu için pek önemli değil. Zaten diyabetik olduğumdan tatlıyla aram yok. Dolayısıyla şeker bayramı bana tıırrt! Geliyor. Kurban bayramını seviyorum da o da göz göre göre hayvanları kesmek bana ters geliyor. Marketten aldığımız etleri gözümüz görmediğinden onları sadece et olarak düşünüyorum. Önceden alınıp, bahçede meeee! Meeee! Diye bağıran hayvanın sesinin kesilmesi, hala uyarılara rağmen etrafın kan gölüne dönmesi, kan kokusu, hele işkembeyi ve kelleyi ortaya bırakmaları midemi bulandırıyor.

Kardeşiiim! Kurban kesmek sevap işi, anladık da neden bunu usulüne uygun yapmazsınız. Hemi de sevapsa etleri fakirlere dağıtın yaaaa! Öyle buz dolabının içini boşaltıp etleri tıkmak, bütün sene yemek, ne kadar kurban kestiğinin sevabı olur ki?

Şahsım olarak zaten param kurban kesmeye elverişli değil. Ama kaidelerini de biliriz yani… bayramda her evden kavurma kokusu gelir. Eh benim başım kel mi? marketten şöööle koskocaman koyun budunu, karaciğer, böbrek, koç yumurtası, yürek alırım. Azıcıkta içine kuyruk yağı koymalı. Artık senede 1 kere kuyruk yemenin damarlarımı tıkaması olmaz sanırım. Önce kuyruk yağını eritirim. İçine doğradığım etlerin hepsini boca ederim. Karıştırarak kavururum. Sadece tuz ve az karabiber koyarım. Pişince senede 1 kerede beyaz ekmeği bandıra bandıra bir yerim kiiii! Çaktırmadan size kavurma tarifi verdim. Bunu deneyin çok leziz oluyor.

Yazarken ağzım sulandı. Bunu neden hep kurban bayramı yaparım? Onu da bilmem. Madem bu kadar seviyorsun? A salak kadın et kesmiyorsun ki! Git marketten al, bolcana ye. Dimi ama? Yok ille bende bayramı beklerim. Her bayramda bu soruyu kendime sorarım. Geçince unuturum. Belki de aldığım etler çok para tutuyor diye kendimi senede 1 defaya şartlamışımdır. Öyle ya! tek başıma o kadar eti her zaman nasıl yerim.

Kurban bayramında ne yapacağım şimdiden belli. Etimi alırım, keyfime bakarım. Bu arada kimse bana et vermiyor. Dediğim gibi dolaplara tıkıyorlar. Komşuluk da kalmamış. Bu bayramda bakcez bakalım nolcek?

Yılbaşı için şimdilik 2-3 yerden teklifler geldi. Ama çoğunluğun çoluk çocukları var. birde kalabalık evin içinde hay huy çekemeyecem. Daha vakit var. beklemedeyim.

Daha yazacağım başlar vardı da yerim bitti. Umarım yaşantınızda hep iyi yerlerde baş olmuşunuzdur.

Yine de hepinizin yılbaşını ve bayramını kutlarım. İnşallah her geçen sene bizlere daha sağlıklı, huzurlu, bol kısmetli, bol paralı, mutluluklar getirsin. Siz benim gibi çatır kadına bakmayın. Her güzellikler sizinle olsun. hepinizi kucaklarım, şapadak şupadak öperim.

SEVGİYLE KALIN

Pazar, Aralık 24, 2006

HASTAYIM EVDEYİM TE VE’ YE MAHKUMUM

Soğuklar başladı. Kışın ortasına geldik. Güneşli günler var, yağmur desen nanay! Her sabah penceremden güneşi görünce resmen sinirleniyorum. Başka zaman olsa güneşe aşık olan ben keyiften geberirdim. Pırıl hava, bol güneş, yürüyüş yap, deniz kenarında otur. Emmeee kazın ayağı öyle değil! Mevsimlerin özelliğini yapması lazım. Yaz yakmalı, kış üşütmeli ve yağmalı. Dünyanın altını üstünü kurcalarsak, ozonunu delersek, atmosferi leş gibi yaparsak, topraklar erozyonda gidermiş tınmazsak, ormanları yok edip siteler kurarsak, tabiatta bizden böyle intikam alır. Bu gidişle yazın popomuzu yıkayacak su bulamayacağız. Denizde sabunda köpürmüyor. Valla yazın herkes maymun beslesin, bitlerini kırdırsın. Yağmur ve kar olmayınca mikroplar sahayı serbest buldular, fırıl fırıl dolanıyorlar. Grip mi ararsın? Nezle mi? zatürre bilem salgın. Ne kadar tanıdığım varsa hastalıktan kırılıyor.

Bu sene rahat ederim diye grip aşısı bilem oldum. Hasta arkadaşlarımla görüşmüyorum. Kendimi sözüm ona korumaya aldım. Peeeeeah! What fayda? Bende şifayı kaptım. Sobam devamlı yanar, evden mecbur olmadıkça çıkmam. Demek ki mikroplar adresi bulup bana kadar ulaştılar. Uzun sözün kısası, grip oldum. Bütün kemiklerim kamyon geçmiş gibi kırılıyor. Ciğerlerim öksürükten caaart diye yırtılıyor. Burnumu hiç demeyin. Kağıt mendil ne ki? Koca tuvalet kağıtları, 32 lik paket baş ucumda duruyor. Musluk gibi akıyor. Burnumun ucu yara oldu. salonumdaki divanıma yapıştım. Yardımcı kadınım ve canım arkadaşlarım gelip, bana bakıyorlar.

Öğlen 12 de filan uyanıyorum. Sabah programlarını hiçbir zaman seyredemedim. Sağlıklıyken bile uyandığım saat değişmez. Hasta olunca ilaçlardan baygın kalıp aynı saatte uyanıyorum.

Evde yalnız olunca mecburen vaktimi te ve seyrederek geçiriyorum. Öğleden sonraki hanım programları, ne kadar birbirini kaybeden varsa, ağlayan feryat figan eden, tam bir duygu sömürüsü desem! İnsanın içi çıkıyor. Gece olunca yüzbin sekizyüz tane dizi var. kim kimdir? Karıştırıyorum. Konular üç aşağı beş yukarı aynı gibi. Hep değişen dizilerdeki oyuncular aynı. Dün başka dizideydi, bu gün başka dizide. Eski dizide ölmüş, burada canlanmış.

Benim seyrettiğim bazı dizilerim zaten vardı. Sağır oda, hırsız polis, (ordaki Erol Günaydın ile Uğur Yücel’in beraber sahnesine bayılıyorum. Vücut diliyle oynuyorlar.) bir de Çınarım var. ona aşığım. Yabancı damatta çok gülüyorum. Bir de sevilen diziler, arabın sakızı gibi uzayınca bıkıyorum. Tadında bıraksalar ne güzel olur. Sanki bende te ve eleştirmeniyim gibi ahkam kesiyorum. Lakin bu benim düşüncem. Bende halkim ne de olsa. Efkar-ı umumiyeyi ilgilendiren mevzuların namütenahi eleştirisini yapmak lazım. (Bülent Ersoy deyimiyle)

Beni en çok eğlendiren popstarlar. Yok efendim alaturka, yok efendim oryantal. Başka ne var ? Hah buldum! Buz dansı başlayacakmış. Yarışanların gayretleri akıllara seza! Ya cüriler? En çok onların değerlendirmelerine bayılıyorum. Hepsi bir hava. Ama alaturkada Orhan gencebay ve Bülent ersoyu tek geçerim. Hele bülentin musiki bilgisi deryadır. Diziler, yarışmalar derken şöööle ağız tadıyla iyi film seyretmek çok zor. Geç vakitte eski filmleri dayıyorlar.

Hadi benim gribim geçecek! Kısıtlı mecburiyetten te ve seyrediyorum. Ya devamlı evde oturanlar, yatalak hastalar, okuldan gelen çocuklar, yaşlı insanlar. Te ve ye mahkum olanlar ne yapıyor acaba?

Şimdiki gençlere gerçek Türk musikisi bestekarlarını ve eserlerini tanıtsalar. O eserleri dejenere etmeden doğru okuyan solistlere yer verseler. Bu kadar te ve bağımlısı olan necip milletimize, reyting denen canavar kaygısı olmadan çaktırmadan, bıktırmadan eğitici programlar yapmak. Te ve yi seyredilir hale getirmek çok mu zor?

Gene coştum. İyi ki hasta oldum da evde te ve seyrettim. Ukalalık damarım kabardı. Şimdi “sende te ve seyretme. Kitap oku. Gazete oku, müzik dinle.” Dersiniz. Zaten onu yapıyorum. Emme bütün gün sessizce tek uğraş bıktırıyor. Birde burnumun çeşme gibi akmasından, olmayan aklımı toplayamıyorum.

Yeni yıla kadar noooooluuur iyi olayım! Paçavra gibi yatıyorum. Dua edin de şu hastalığım geçsin. Sizleri öpemiyeceğim. Hastalık bulaşmasın. Hadi ilaçlarımı içip tumba yatak yapcam.

SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Aralık 21, 2006

SİTELERİMİZİ İKİLEDİK

Bu sayfadan size ulaşalı dolu dolu 2 sene olmuş. Vakit ne çabuk geçiyor? Meğersem yaşadıklarımı sizlerle paylaşmışım. Bazen hüzünlü bazen sevinçli günlerimi sadece size söyledim. Tanrı bana ömür verirse ve de aklım başımda olursa yazmaya devam edeceğim. Son zamanlarda unutkanlığım had safhada. Ah ah ah! Neler yapıyorum neler.

Dün netten arkadaşla sohbet ediyoruz. Annesi beyinde pıhtı oluşmuş, yarı felç gibi durumu olmuş. Hastane, ilaç tedaviler derken ucuz atlatmış. Bütün bunları sesli değil, sesli olsa kulağım zaten çoğu zaman duymuyor. Popomdan uyduruyorum. Kızcağız yazıyor. Ben de kör olarak artık nasıl okuyorsam. Nasıl üzüldüm. O kadını tanıyan millete telefon ettim. Zavallının hastalığını söyledim. Vah! Tüh! Diyerek telefona sarılmışlar. Ben de bütün gece iyileşmesi için dua ettim. Sabah telefonlarım susmadı
Meğer bizim arkadaş değil de annesi hastalanmış zaten çok yaşlı kadıncağız evde yatıyormuş. Bizim hatunda bakıyormuş. Bana nasıl kızdılar? Sen adamı ipe götürürsün dediler, haklılar…demek ki bayağı aklım karışık.

İmdiiii! Bu koyma akılla kendi sitemin hakkından geldim de sıra bizim koronun web sayfası eksik kaldı. Anacım beni çok bilmiş zannediyorlar. Neyse bizim bilgisayarcı arkadaşla beraber bişeyler yapmaya çalıştık. Engin ve zengin fikirlerim fışkırdığından ellerinin yettiğince toplayıp kullandılar.

Bizim musiki sayfamızı necip halkımızın beğenisine açmak için, nasıl çalıştık. Mesela sayfaya sayaç koyalım fikri benden çıktı. Bakalım sitemizi günde kaç kişi ziyaret ediyor? Bu aşamada cıvıdım. “Belediyeye gidecem, akıllı sayaç alcam, sitem var hemi de 2 tane diycem. Ona bağlayacam.” Belediye kaçak site varmış haberimiz yokmuş. Hemi de 2 tane siteye tek sayaç. Vayyy! Hemen tespit edip yıkıma gidelim diye düşünmüşlerdir. Bir de evim yok kiralarda sürünüyorum diye ağlaşırdım. Şimdi ne evi ayol 2 tane siten bilem var. diyorlar. Onlar mı salak ben mi? tartışılır.

Beynimin yarı lobu bu siteye, diğer yarısı öbür siteye bölünecek. Artık yarım akılla ne gibi güzellikler yaparım ? bu demek ki sizler bayağı eğleneceksiniz. Yalnız koromuzun sitesi daha ciddi. Buradaki gibi aklıma ne gelirse sallayamam.

Zaten benim sitenin en altında diğer sitenin logosu var. onu da tıklayan yaptığımız güzellikleri görebilir.

İşte yine yılbaşı geliyor. Bu sefer kurban bayramıyla beraber olacak. alın bakalım bir sorun daha! Kurban etiyle içki içilir mi? en büyük memleket meselesi. Nolcek şimdiii! Hoş benim ne kurban kesecek param vaar, ne de içki içecek? Kesenlerden but istiyorum. Azıcıkta kuyruk yağı. Kavurmada senede bir kere yiycem. Eğer beni davet ederlerse ona da hayır demem. Beleş olsun, eğlence olsun pek severim. Aslında paracıklarımı sarfedip, ertesi günü ağlamak istemem. Çoğu zaman nasıl cimriliğim tutuyor? Avantayı seviyorum. Beni iğreeenç bulabilirsiniz. Napalım! Arada böyle oluyorum. Üstelik bütün arkadaşlarımda bana soruyor. Yılbaşı gecesi ne yapacakmışım? Son ana kadar evde bekleyip gelen davet tekliflerini bekleyeceğim. Onlara belli etmiyorum. Yoksa evimde yemek yerim. Sokağa çıkar havayi fişekleri seyrederim. Paraya kıyar bir şişe kırmızı şarap alırım. Elimde içerek dolanırım. Sokak şarapçıları gibi keyfini çıkarırım.

Daha yeni yıla sürüyle vakit var. Bakalım yaşayıp görcez. Arkadaşlarım beni düşünüyor mu? Aman bu kızda evde kalmasın, onu eğlendirelim, yedirelim içirelim gezdirelim. Derlerse en iyi arkadaşlarım onlardır. Yok eğer boş ver biz kendimize bakalım onu mu taşıyacağız derlerse, en kötü arkadaşlarım onlardır. Bekleyip görcez. Du bakalım nolcek…

SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Aralık 18, 2006

RÜYAMDA KADI OLMUŞUM

Çoğu zaman olan hadiselerin etkisinde kalıp rüyalarımda görüyorum. Mesela nerde olursa olsun güzellik kraliçesi seçiminde, kendimi dünyanın ennn güzel kadını (pardon kızı demek istedim. Kadın olunca taç giydirmiyorlar.) olarak görüyorum. Öyle taçlı tuvaletli pırıltılı dünyada yaşıyorum.

Denizi sevdiğimden, kocaman teknelerde edeleli kaptanlarla löküs tarifeden seyahatler yapıyorum.

Bazen de uçuyorum. Artık kuş mu desem? Uçak mı desem? Yoksa uçan kaz mı? bir şekilde havalarda dolanıp duruyorum.

Kalabalıklar içinde kah göbek atıyorum, kah ağlıyorum, kah yemek yiyorum, kah da abuk sabuk isimlendiremediğim kabuslar görüyorum.

Dün gece de eski kocaman bir odada önümde rahle, üstünde kara kaplı defter, elimde koskoca bir tokmak. KADI olmuşum. Üstümde ağır cübbe, başımda yeşil sarık varmış. (rüya bu yanlış yorumlamayın.) mahkeme kurup halkın arasında adalet dağıtıyormuşum. Odadan insanlar çıkıyor. Tam artık boşta kaldım derken:

Salonun kapısı açılıyor. İçeriye sürüyle çeşitli yaşlarda kız ve erkek çocuklar ağlayarak doluşuyor. Önce bu kadar çocuğu bir arada görünce şaşırıyorum. “ çocuklar ne oldu? neden hep birlikte böyle feryat figansınız?” çocukların en büyüklerinden bir erkek çocuk ki en büyüğü 13-15 yaşında. “ah kadı abla derdimiz çok büyük… bizim çocuk aklımızı çeliyorlar. Kimi oyuncak, kimi hediyelerle, kim de parayla kandırıp bizi soyuyorlar. Resimlerimizi çekiyorlar. Birbirinizi öpün……” devam edemedi. Katılarak ağlamaya başladı. Önce duyduklarıma inanamadım. Çocuk hayalimi? Yalan mı? diye düşündüm. Bütün tüylerim ayaktaydı. Kapıdaki bekçiye “kimseyi içeri alma bu işi bir öğreneyim” tembih ettim.

Sırasıyla gelen bütün çocukları onları ürkütmeden sorguya çektim. Hepsi ağlayarak üç aşağı, beş yukarı aynı şeyleri anlattılar. Hem onları dinledim, hem de yakınımdaki çocukları düşündüm. Bu olay neydi böyle? Bunu bir de (rüyada olduğumuz için, o zamanda internet varmış) bilgisayarda yayınlayıp, para kazanıyorlarmış. Bu işleri yapan o kadar çok insan (insan demek ne kadar doğru, hayvan bile denemez. Hayvanlara hakaret olur. Ancak iblis demek lazım.) varmış ki! Okumuşu, cahili, büyüğü, küçüğü bu çocukların sırtından para kazanmak, sapık zevklerini tatmin etmek istemişler.

Çocukları sakinleştirip, ailesinin yanında mutlu yaşayacaklarını, bir daha asla böyle olayların olmayacağının güvencesini vererek evlerine yolladım.
Odamda uzun zaman kendime gelemedim. Sonra padişaha gittim. Bunlar böyle, şöyle diye anlattım. Padişah delirdi. Hemen vezirini çağırdı. Ferman hazırlattı. O fermanları memleketin dört bir yanında çığırtkanlarla okuttu. Fermanda şunlar vardı.

Ey ahaliiii! Duyduk duymadık demeyiiin!
Padişah efendimizin fermanıdır:
Her kim ki! Küçük çocukları cıbıldadıp resmini çekerse!
O resimleri internette yayınlarsa!
Bilgisayarda siteler kurup bundan para kazanırsa!
Küçük çocuklara en ufak tacizde bulunursa!
Çocukları üzecek her türlü davranışta olursa!
Yapanın cinsel organı kesilip, alnına dikilecek! Kendi çocuklarını milletin önünde soyulacak! Bakan gözlere kızgın mil çekilecek. Tacizde bulunanlar da tez elden boğdurulacak! Bunlar böyle bilineeeeeee!

Ter içinde uyandım.demek ki son zamanlardaki olan bu hadiseye çok fena kafayı takmışım. Üzülmüşüm. Sonra düşündüm. Acaba gerçekte padişah karısı ( padişah olamam ki) olsaydım daha ne gibi ağır cezalar verirdim? Mesela kızgın yağda organını yakma, parayı yediği için ağzını kezzapla dağlama, ne biliiiim en ağır cezaları uygulardım.

Tanrı hepimizin evladını, torununu bu tip sapıklardan korusun.

SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Aralık 16, 2006

BEN SÖZÜMDE DURDUM DA OLAYLAR DURMADI

Bakın bu yazımdaki gecikme benim suçum değil. Masumum yaniii! Ben yazmaktan bıkmadım, (ayrıcana da keyif alıyorum) siz okumaktan bıktınız. Hani kızım doğurmuştu da ben 9 ağustosta İstanbul’a gitmiştim. Giderken özel uçak şirketi kuşumu (aşkımı) götürmüştü. 3 ay kaldım. Dönüşte aynı uçak şirketi kuşumu almadı. Ne kadar şirket varsa hepsini denedim. Kuşum İstanbul’da kaldı. Çok samimi arkadaşım arabasıyla gelecek, dönerken kuşumu da getirecekti. Buraya kadar her şey normal. Ayrıca benim bir işim normal olarak hallolsa dişimi kıracağım. İşte olaylar başlıyor.

Geçen hafta arkadaşım, İstanbul’daydı. Defalarca konuştuğum zaman kesin aşkımı getireceğini söyledi. Hafta başı döneceği için nasıl seviniyorum? Öyle ya! o da benim evdeki en iyi can yoldaşım. Konuşuyor, benimle yemek yiyor, hatta pc de bile zıplayıp yazı yazıyor. Tam beklediğim gün öğleye doğru, ortak arkadaşım aradı. “arabada minicik muhabbet kuşunun kafesini koyacak yokmuş. Onun için almadan yola çıkmış.

Bir beynim varmış ki! Balata sıyırdı. Sinir katsayım katrilyonlara filan fırladı. Telefona sarıldım. Bulduğum ilk uçakla İstanbul’ a gideceğim. Emmevelakin dönüşüm sorun. Telefon trafiğiyle neyse ki bir otobüs firması, bagajda getirmeyi kabul etti. Evde eşofmanlarımla oturuyordum. (iyi ki gecelikle değildim) aynen evden fırladım, doğğğru uçağa…

Kızıma bile haber vermedim. Onlara da sürpriz oldu. birde uçakta 5 yıldır konuşmadığım arkadaşımla sanki sözleşmişiz gibi aynı sırada oturduk. Merhabalaşmadan 1 saat mecburen beraber gittik. Önüme geleni resmen yiyebilirdim. Öylesine sinir içindeydim. Kızımın kapısını çalıp da kucağında ECE yi görünce bütün bedenimde hoşafın yağı kesildi. Cadı kız 1 ayda insan ayırt etmeyi öğrenmiş. Dudaklarını büke büke ağladı. Annesi de sevinçten zıplıyor. Artık bizi ana baba olarak tanıyor diye…

Gelmişken kal dediler. Benim konser çalışmalarım olduğundan, 2 gün kalmak bile lüks oldu. Torunumla özlem giderdim. Dönüşümde normal olmadı. 2 araba beni terminale götürmek için zamanla yarıştı. İst. Trafiğini unutmuşuz. Neyse salimen terminale vasıl olundu. Yolcuların bütün bagajları yüklendi. En son ben kaldım. Muavine kuşumu koyacak yer açtırmak için, bütün bagajları yeniden düzenlettim. Besmeleyle yola çıktık. Meğer molalarda bagaj asla açılmıyormuş. Prensipleri böyleymiş. Bana söktüremediler. Tutturdum kuşum da kuşum diye. İllallah diyerek bagajı açtılar. Yolda çift şoför olduğu için garibim şoför uyumaya gitti. Selçuğa geldik. Yine kuş krizim tuttu. Açın bagajı bakcam dedim. Zavallı şoför uyanmış.”abla senin kuş Devamlı (sevgoş geldiiii! Aşkııım! Eceee!) diye bağrınıp durdu. O çok iyi de ben uyuyamadım.” Aman kardeşim selçuğa kadar gelmişiz. Artık bundan sonrasını ben bile götürürüm diye dalgamı geçtim.

Salimen evimize kazasız belasız vasıl olduk. Züppelik parayla değil ya! uçakla yolculuğa alışınca 12 saat otobüs canıma okudu. Popom ayaklarım uyuştu. Ertesi gün önce duş, sonra mış yaptım. Kuşumda 3 ay kafeste kapalı olduğu için önce dışarı çıkamadı. Ertesinde de evimizi tanıdı. Odanın her köşesine uçtu. Sevinmesini ve konuşmasındaki cıvıltıyı izlemek lazımdı. Minicik kuş deriz. Kuş beyinli deriz. Hepsi yalan, külliyen yalan…

Arkadaşımın biri “o kuş orda kalsaydı. Yeni kuş alsaydın. Daha ucuza gelirdi.” Dedi. “sen çocuğunu bir yere bırakınca, ondan vazgeçip evde yeniden başka çocuk mu yapıyorsun?” deyince sustu. Şimdi ikimizde evimizde mutlu, mesut yaşıyoruz.

Yazımın aksadığı sorunumu anladığınız için hepinizi şappadak, şuppadak öperim

SEVGİYLE KALIN

Cuma, Aralık 08, 2006

MAİLLERİNİZİ İHMAL ETMİYORUM

Artık uzun aralarla yazı yazdığımdan şikayet ediyorsunuz. Çok hemi de çok haklısınız. Üstünüze afiyet benim nazik vücidimi, taaa! En küçük hücrelerime kadar bir atalet, tembellik, uyuşukluk, miskinlik, mıy mıylık ve hepiciği birden sardı. Bunun en ufak özrü bilem olamaz. Ne kadar sitem etseniz, kızsanız hepiciğini hak ettim.

Hadi yazın doğum, bebiş dedim salladım. Eeeee! Evime geldim. Bu sefer de adaptasyon bozukluğu dedim ki! O bozukluğum geçici değil. Devamlı hiçbir şeye konsantre olamıyorum. Her yaptığım işleri yarım yamalak yapıyorum. Şimdi konserimiz var diye devamlı provalardayım. Kış geceleri başladı. Bizde soba keyifleri başladı. Kestanesini, patatesini kapan geliyor. Kuzinemi yakıyoruz. Kestane kebap, fırında patates, kek, börek şeklinde midemizi şişirip duruyoruz.

Şu anda dışarıda nasıl güzel şakır yağmur var. hava limonata gibi. Bu lafıda hiç anlamam. Neden limonata ayol? 2 bardak buz gibi içersin. Serinlersin de şekerli olunca için bayılır yaaa! Susarsın kardeşim! Su gibisi var mı? Yani hava ılık, yağmur harika, sobam yanıyor, sizlerle beraberim.. daha ne ossuun?

Canlarım!... beni taa! Germeniden , Kanada’dan, her yerden mail yağmuruna tutuyorsunuz. Nasıl mutlu oluyorum. demek ki, tiryakilerim bayağı var… mesela Almanya’nın Münih’inden yazan Selami kardeşim öylesine şirin sitem etmiş ki! “bizler sizin enerjinizden taşan yaşama sevincini, hiç görmediğimiz Bodrum hakkındaki bilgileri, her olayda sevmenin ne kadar önemli olduğunu sizin yazılarınızdan okuyorduk. Bayağı moralimiz düzeliyordu.” Vs vs… “bak Selami kardeşim ve aile efradı! Öyle güzel yazın için sağol, emme bende sizler gibi yaşayan hatunum. Bazen dediğim gibi yazılarım aksıyor. Parayla yazdırsalar mecbur olurum. (deeeermiiiişiiiim) size söz veriyorum; artık ihmal etmeden yazmaya çalışacağım.

Alamanyanın başka şehri Dusseldorf’da yaşayan Canan kardeşim de orada sabahın köründen çalışmaya başlıyormuş. Neden ben hep keyif içinde yaşıyormuşum? Peeeh! Sen öyle san… bende gençkene senelerdir öğretmenlik yaparkene sabah güneş doğmadan yollara düşerdim. Az çile çekmedim. 30 yıl nelerle savaş verip vazife yaptım. Şimdi emekliliğin keyfini çıkarıyorum ne olur çok görmeyin. Sende anladığım kadarıyla daha gençsin. Çalış ki! Emeklilikte keyfini sür. Haaaa! En önemlisi ne bilin mii? Şartlar ne olursa olsun, sağlıklı olup ekmeğini kazanabilmek. Şimdi Canan kardeşim! Sen de her zaman mutlu ol.

Kanada’da yaşayan engin ve ailesi. Oraya çok yıllar evvel göçmen gitmişler. Vatan hasreti ne demek orda yaşayınca bilmişler. Benimle canım yurdumun çeşitli yerlerini geziyorlarmış. (sankim seyyah oldum şu alemi gezerim.) tamam kardeşim. Sen beni Kanada’da gezdir. Ben de seni burada gezdireyim. Ne zamandır seyahate gitmemiştim. Bana gel deyin, anında zıplarım.

Canım yurdumun çeşitli yerlerinden yazan okurlarım. (bu da taverna gibi, Hande, Gamze, Lale, yenimahalleden tüm mahalle gibi oldu.) siz bana yazmaya devam edin. Beni motive ediyorsunuz. Kızanları da hoş karşılıyorum. Herkes sevecek diye bir kaide yok. Zaten hepinizi memnun edemem.

Yine kızacaksınız ama bu aralar yine çok yoğunum. 24 aralıkta Bodrum’da konserimiz var. Zeki Müren anısına vereceğiz. Sıkı çalışıyoruz. O bitecek, ocak ortasında tekrar konser var. bir de sene sonu haziran ayında kalede konser var. devamlı çalışmalar sürecek. Bu arada torunumu özlerim. Gider 2-3 gün görüp gelirim. Arkadaşlarımla her an bir yerlere kaçabiliriz. Lakiiiiin! Artık söz bu kadar uzun ara vermeyeceğim. Sizleri çatlak yaşamımdan haberdar edeceğim. Beni özlemeye devam edin anacım!

SEVGİYLE KALIN