Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Perşembe, Mart 31, 2005

SEVGİYİ KURTARALIM

İnsanlarımın zekasının sivriliğine aklım duruyor. Elin Amerika’lı bir vatandaşı, yolda yaralı tavşan bulur. Onun yaralarını tedavi eder. Bakmaya başlarken aklına parlak bir fikir gelir. Hemen internette kendine sayfa açar.”SAVE TOBİE” Alt yazı:” Tobi!yi kurtar.”

İnsanlara diyor ki!” 50.000 yazıyla elli bin dolaaars verin bana! yoksa tavşanı yahni yapar, bir güzel yerim” Vayy!! Sen misin bunu yazan? Elin Amerikalısı dolaarsları bastırı, bastırıvermişler. 1 haftada 20 bini doğrultmuş, bizim uyanık. Şimdi 30 daha verirlerse, tavşan kurtulacak. Hayvan hakları, her 1 şey hakları neyim ayaklara kalkmış. Tavşanı nasıl yermiş, haydi pamuk eller cebe!!!

Bunu duyunca bir hislendim ki sormayın? 1 tavşana 50 bin.. İyi para!! Sonra düşündüm. Tavşan kadar haysiyetimiz yok mu yahu? Kendime internet sitesi neki, koskoca şehir kuracağım. Dünya milletlerine ilanatta bulunacağım. “ SAVE SEVGİ” “Sevgiyi kurtarıııın gariiiii” yabancı yazdım ki entel, dantel olduğum meydana çıksın. Altına yazacağım: “ kardeşleee!!! Vatan millet hayrına! Şu gariban Sevgiye bir el atın, baksanıza her gün yazı yazcak diye yırtınıyoooo.. Dikili ağacı bilem yok da diktiği adak mumları çok. Haydi millet ( bu uluslar arası çağrı oluyor.) şu Sevginin tavşan kadar hatırı yok mu?

Tam bunları ince ince düşünüp parlak fikirlerimi yazdığım sırada evime, çat kapı Hüsseyn amca geldi. Bana köyden süt, yumurta getirmiş. Demek ki bu ruh halim ona malum olmuş. “dur şuna para neyim veremem de süt, yoğurt götüreyim de sebeplensin garibim, vitaminlensin..”

Hoş beş den sonra ne dese beğenirsiniz? “Gızıım öyle yediğini, içtiğini, gezdiğini, arabaları yazma. Onları bulamayanlar var. Umsuruk olurlaa”

Haydaaaa!!! Ne den sen Hüsseyn amca ya!! seni duyanda beni sosyetenin en üstünde yaşıyor zannedecek. Daha evimiz bile yok, kiradayız. Kaloför de yok, katalitik neyimize yetmiyor. Arabamız da yok sattık gitti. Bodrumda tabanvayla geziyoruz.üstümüz başımız, çaput pazarı olmasa çıplağız.

Herkesle beraber kol kola yaşayıp giderim.Yoksa sizin köyde zenginlik vurdu,diye rivayet mi çıktı?

Kahve içerken, Hüssen amcama tavşanı okuyuverdim. Tepkisi kısa ve netti:”Enee! Elin cavırı davşana ha!!”Ben de yazdığım yazıyı okudum. Yüzüme boş boş baktı, baktı..” Ben de seni essahtan akıllı bilirdim, emme sende de akıl yokmuş. Heç bu kutudan para istenir mi? Bunun neresine para atcekler ki! Get gızım get! Sen böyle şeyler yapma ben sana daha köyden ne istersen getiriverem. Yingen hamur edee, börek edee, ot toplarım getiririm gari! Ayıp böle para neyim toplama, bak bi daa gelmem küserim.”

Ne kadar bunun bir şaka olduğunu söylediysem de asla kabul ettiremedim. Adamcağızın beyin balataları karıştı. Töbee!! Töbeee!! Diye diye gitti.

Siz ona bakmayın! Kendime şehir(site) kuracağım. Öyle 50 bin dolar da değil gözüm. 1 kere 10 bin bile beni idare eder. Bakın yollayın ha!! Yoksa kendimden yahni, tuzlama, kavurma, kıyma, biftek her bir et çeşidi çıkaracağım. Etim kart ama olacak o kadar. İdare edin. Haydeee!!! Pamuk elleeer cebeeeee!!! Kurtarın şu sevgiyi gariiiii!!!



SEVGİYLE KALIN

Salı, Mart 29, 2005

KAPILARIMIZ

Dün gece evimde gene sakarlığım tuttu. Elektrikli ısıtıcım arıza yaptı. Kendi becerimle tamir edeyim dedim.( eski ettiklerimden ders almadım, keseme zararımın haddi hesabı yok) Aldım elime veee 10 dakika yetti, parçalayıp dağıtmama. Neyse kendimce topladım. Her vidayı kafama göre yerleştirdim. Fişe taktım. PAAAAAT!!!! Sigorta gitti.

Mutfaktayım; karanlıkta yönümü bulamam. Mum yok, zira salonda hepsi. Çakmaklar sigarayla dışta masadalar. O sivri aklımla el yordamıyla salona gideceğim de nasıl olacak derken KÜÜÜT!! Mutfak kapısına olanca gücümle vurdum. Ellerimle yönümü bulayım derken HAŞIIRT!! Salon kapısına. Ayağımı vurdum, kafamı gözümü çarpa çurpa salona geldim.

Mum nerdeydi? Çakmağı bul. Nihayet hepsini bulup azda olsa aydınlandım. Dışarı çıkıp sigortayı yaptım.OHHH!! dünya varmış.. Allah kör insanlara yardım etsin. Nasıl hareket ediyorlar.

Kaldım mı ısıtıcısız? Netcez şimdi? Cezveyle su kaynatıp çay yapmaya ne kadar üşendim. Rahatlığa çabuk alışıyorum ruhumda var tembellik.

Çayımı aldım, kuruldum koltuğuma. Deminki deliliğimi düşündüm. Nasıl kapılara çarptım? Bir anda kapıların (canımı acıttığı için) hayatımızdaki önemini kavradım.

Doğumda anamızın karnının kapısından çıkıyoruz, ölene kadar ne kapılardan geçiyoruz. Bütün bu kapılar, bizi olgunlaştırıyor.Tam kapılara alışıyoruz ki haydi abbas vakit tamam, deyip gidiyoruz.

Evdeki kapılar nerelere getirdi beni.Bakın kapılar neler yapıyormuş: “Kapattık kapıları dostlarımıza, mesafeler koyduk araya. Bir merhaba demek için, girmeleri gerekti sıraya” “Bize çok ihtiyaçları olduğu an meşgulduk. Not bıraksınlardı, başka zaman arardık” “Sınavdan en iyi notu alınca, gözlerindeki pırıltıyı göremedik ve bir küçücük armağan veremedik.” “Canları yandığında, bize koşamadılar nefes nefese. Ne kadar hasrettiler, dost ele ve sese” “Görüşürüz; Salı, Çarşamba diye diye kaçırdık özel günleri. Paylaşamadık o en coşkulu anlarımızı. Sevdiğimiz yanları hayat denen suyun akışında birlikte çağlayamadık. Ölümleri bile geç duyduk da vaktinde ağlayamadık.” “ bu hikaye hem acı hem uzun. Selam vermeden geçiyoruz artık yanından komşumuzun” “ Herkes bir yalana kandı ne olursa bir sebep. Aslında kapılar hep kendi üstümüze kapandı.”

Bu bana gelen bir yazıydı. Birden kapı deyince aklıma geldi. Sizle paylaşayım dedim. Bak kapıya kafamı çarpınca nasıl çalışmaya başladı. Demek ki elimi kessem kasaplarla ilgili bilge sözleri yazacağım. Ayağımı incitsem, paçanın nasıl pişirileceğini ilmi olarak açıklayacağım.

Ah bu günlerde üstüme bir ukalalık geldi, bir bilgiçlik geldi. Her şeyi biliyorum. Her şeye ahkam kesiyorum. Birileri beni kendime getirmeli. Höööst! Demeli. Uçtum yine, olmayacak işler yapıyorum. Kalabalık geldiler, ( ne zaman gittiler ki?) hadi eyvallah ben 1 dolanıp geleyim de gazım kesilsin.



SEVGİYLE KALIN

Pazar, Mart 27, 2005

TİYATRO ( ANAA!!! O NE Kİ??) GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN

Her sene 27- Martta dünya tiyatrolar gününü kutlarız. Aman ne kocaman laflar ederiz. Sanata ve sanatçıya övgüler, hakkı ödenmezler, 1 de bildiri oku tamamdır…..

Evropaalıyla bizim aramızda tiyatro anlayışı farklıdır.Onlarda bir eser sahneye konunca değil aylarca, belki yıllarca oynar. Bilet bulmak meseledir. Bizdeki gibi karaborsa ( tiyatro için geçerli değil, maç için evet.)adeti olmadığı için millet gider paşalar gibi kuyruğa girer, saatler sonra sırası gelince biletini alır.

Sinema sanatçılarını medyadan takip ediyoruz. Yaşantıları,kazançları, güvenceleri, falan filan.. Onların lüksleri bizim hayalimizi süsler, ağzımızın sularını toplayıp dururuz.

Tiyatro sanatçılarına gelince; meslekleri gereği hem daha saygınlardır hem de kıymetleri bilinir. 1 de mesleğinde eskimiş, ekol olmuş tiyatrocu varsa önlerinde huuuu! Diye eğilinir, ellerinden gelen her türlü imkanı önlerine sererler.

Ben yurt dışında 1 kaç kere tiyatroya gittim. Tamamen bir seremoniydi; kılık, kıyafet, içerdeki sessizlik, alkışın bile zamanlaması, bitiminde herkesin mısır patlağı gibi tek tük değil de komut verilmiş gibi hep beraber ayakta alkışlama. Gecenin bitiminde kutsal ayinden çıkmış gibi huşu içinde evimize dönerdik.

Bizdeki tiyatro anlayışı öylesine farklı ki: eskiden bir insan fazla süslendi mi? ( hoş değişen 1 şey olduğunu sanmıyorum) “ne o tiyatorocı mı oldun ne bu süs, ne o kakır kikir haller” derlerdi. En hafif ve alaya alınan meslekti.

Devlet ve özel tiyatroların halini biliyoruz. Devlet 1 yerde maaşlı çalışan sanatçılarla kör topal gidiyor. Özel tiyatrolardan kaçı ayakta kalabildi? Sanatçısı, emekçisi, yazarı, ışıkçısı koca sektör battı gitti.Ekmek yiyenler yiyemez oldu.

Aklımızda kalan eski duayen sanatçılar ne yaparlar, ne yer , ne içerler, nasıl yaşarlar? Bilen varsa beri gelsin. Televizyon denen evlerimizdeki kutu, güzelim salonlardan ayırdı hepimizi.

Bakın televizyonlara!... yılların usta tiyatrocuları, maddi güçlükten kimlerle dizi yapıp aynı kategoriye giriyorlar. Yılların okuması, deneyimi, emeği vızıltı kalıyor. Kolay yoldan şöhret olanla aynı karede boy gösteriyor.Onlar da insan! En basitinden yaşamak zorundalar. Tiyatronun veremediğini; dizilerden, reklamlardan, üç otuz paraya yapıp yaşamaya çalışıyorlar.

Geçen gün 1 haber okudum! İçim acıdı, yandı, kahroldum.Emekli olan sanatçılar kamuda çalışamaz denmiş. Tam 25 devleşmiş sanatçının konservatuardan ilişiği kesilmiş. Sadece tiyatro değil her daldan mesleğin zirvesinde olan insanlar…Yıllarca hizmetten sonra, yeni nesilleri yetiştirip, her alanda çıtası yüksek gelecek yapmak uğruna, canla başla çalışırken, haydi yallah evinde otur.deyip ilişiklerini kesmişler.

Yıldız Kenter, Haldun Dormen, prof.dr. Nevzat Atlığ, Erol Sayan, Prof. Dr.Selahattin İçli, Daha ismini sayamadığım üniversite öğretim görevlileri… Bu özel insanlar kolay yetişmiyor.Kazanmak çok zordur da, harcamak bir nefes kadar kısadır.Bütün bu sanatçıları dışarı yollayın. Aynı kariyerleriyle değil sokağa atılmak, çoğunun heykelleri bile dikilmişti.

Güzel, kıymetli, zor yetişen, zor bulunan değerlerin kıymetini bilememekte üstümüze yoktur. Şahsım ve hemfikir yandaşlarımın adına, Tiyatrolar gününüzü kutluyorum. Sessiz ama sürekli alkışlarımla birlikte, ayakta şapka çıkartıp, saygıyla ve sevgiyle eğiliyorum. İyi ki sizleri seyredebilen, şanslı nesillerimiz oldu.



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Mart 25, 2005

BEKAR AHALİMİZE MÜJDE

Modern çöpçatanlık servisleri kurulmuş. Hemide taaaa!! M.Ö.800 lü yıllarda Çin de ortaya çıkmış. Köyün evlenme çağına gelen kızlar, köyün en yaşlı kadınına götürülürmüş. O kadın onların nasıl yetiştirildiğini kontrol edermiş. Onay verdiğinde ise kendi elleriyle münasip gördüğü gençle evlendirirmiş. Çin de bu çöpçatanlar “kader” belirlediği için çok önemsenir ve saygı gösterilirmiş.

O zamandan bu zamana kadar bu çöpçatanlık modern hale getirilip, kadınlardan çok erkeklerin el attığı bir sektör oluşturmuş.

Ne kadar modern yaşama alışsak görücü usulü tarihe karışıyor. Büyük şehirlerde hatta görücü usulü “ilkel” sayılıyor. Peki kardeşim kendi kendine münasip bir eş bulacaksın. O halde bunca insan her Allah’ın özellikle geceleri chat odalarında, bluetooth mesajları ( ben bu mesaj şeklini bilmiyom kıı! Bilenler bana anlatsın. Etrafımda bu deyimi çok duyar oldum.)ve modern evlilik bürolarında ne işi var?..

Sorunun cevabı bence: Moderen olduk ya! hayat koşturması, ekmek parası, kariyer yapma, rekabette galip gelme kavgası derken eş bulmaya vakit yok. Eğer okulda kendine eş adayı buldun şanslısın. Bulamadın mı yandığının resmidir. Değişen değer ölçüsünden dolayı hadi bakalım eş bul da görelim.

İşte bu aşamada devreye çöpçatanlık firmaları giriyor. Avrupa da bu sektör almış başını gitmiş. Basıyorsun 1000 dolar ve ya 1000 euro. Gelsin koca veya hatun. Eğer zengin istersen pamuk elini cebine biraz daha derine daldıracaksın. Firma senin için isteklerinin dışında yaşayacağın yeri, eşyaları, arabayı, banka dekontlarını bile inceleyip size bildiriyor. Hadi 1 aday çıktı. Öyle bedava buluşmak yok. Her buluşma 100 dolar. Beğenmedin gitti 100 dolar.

Bu evroopa standardını daha biz tutturamadık.Bizim firmalar sigara,içki, kadın,kız, kötü yol var mı?yaş, meslek, para durumu gibi standart tutturdun mu? İyi kısmetsin.Hediyesi bizde ucuz. 150 dolar yetiyor.70 dolara görüşmeye git. Benim uyanık milletim. Parayı ucuza getirsin diye 3-5 kişiyi aynı anda görüp 70 dolara ÖSYM sınavından geçenle evlenir.

Kadınların ilk sorusu” evi, arabası ( markası) parası var mı?” Erkekler ise “güzel mi?, vücidi güzel mi?, genç mi?”

Üye olunca beklemeyi öğreneceksin. Öyle 1-2 haftada hoppadanak olmaz bu işler. Buluşmaya giderken gergin olmayacaksın. İster sakinleştirici al, ister kafayı iyi et. Azimle ………. n taşı delermiş. Ümidini yitirme. Bu arada da ilginç buluşma ve konuşmalara şahit olup, bol eğlence de cabası.

Bakın Bodrum’lu bekarlar! Ben de size bir hizmette bulunmak istiyorum.Bu çöpçatanlık işi beni bayağı sardı. Hizmet, hizmettir. İyisi kötüsü olmaz. Sizler için çöpçatanlık bürosu kurmaya karar verdim. Parası da ucuz 100 dolara fitim. 50 dolara iki görüşme. Eğer anlaşma olurda evlilik olursa, bir tepsi baklavayla, su böreğimi isterim.

Ofisimi tutayım, dayayıp döşeyim, her türlü fakıs neyim varsa tedarikleneyim. İlk müşteri de kendimi yazayım. 100 doları yatırayım. Bekleyen derviş, çorbayı içemeden gebermiş diye kendi moralimi bozmayım. Görüşmelere başlayıp, evlilik aşamasına gelince kendime söz verdiğim gibi 1 tepsi baklavayla su böreğini de göndereyim. Bakalım bu çöpçatanlık işi verimli mi? Bana paralarınızı biriktire durun bakalım ilk müşterimde başarılı olabilecek miyim? Yaşasın baklava ve su böreği!....



SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Mart 24, 2005

I LOVE YOU TELEFON MU ACABAA??

Dün tam bu konuya başlamıştım ki, tv beni dellendirdi. Neyse şimdi bunu size şeyedeyim bari. Son günlerde cep telefonuna takık vaziyetteyim. Yer, zaman, mekan hiç önemli değil. Yeter ki telefonumuzun şarzı bitmesin.

Telefonlar ucuzu var, resim çekeni var, şarkı söyleyeni var, var oğlu var. 1 de telefon şirketleri. Yok sevgiliye hat; yok askere, polise, öğretmene aklınıza ne gelirse her kuruma hat. Başka şirketler de ne vereceğini şaşmış haldeler.Ver Allah ver ucu bucağı yok. Yeter ki sen telefonu kulağına yapıştır, vır vır da vır vır..

Senin yaşama sebebin telefonun artık. Geçtiğin mesajların gelecek kuşaklara bırakacağın en önemli eserlerindir. Çağrı bırakmak OUT, mesaj çekmek İN.

Teknoloji düşmanı değilim, aksine her gelişmeyi sıkı takip ederim.Gençlik telefonla manyaklaştı da derdinde değilim. Ama görgüsüzlük ve abartı beni bile dellendirdi. Otobüste, minibüste, hastanede, pastanede, okulda, sokakta ve aklınızın alabileceği her yerde. Telefonla saatlerce konuşmaları çözemiyorum.

1 de konuşma tekniği geliştirdiler. “Ayyyy!!! İnanmııııyooooruuuuumm!!bu gün ne oldu biliyomuuuuuuusun?? Oha filan olduuuum yaniiiiiii!!!” kelimeleri yuvarlayarak, uzatarak, bozarak özel dil yarattılaaaaaaarrr..geçen minibüsle Milas’a gidiyorum. Vallahi bir kızcağız garajda başladı konuşmaya Milas garajına kadar hiç kapatmadan sevgilisiyle konuştu. Ben oradan ayrıldığımda hala konuşuyordu.

Minibüste yanımda oturuyordu. Sevgilisine neler anlattı neler. Annesi hastalanmış, esas babasına naz yapıyormuş. Babası da her seferinde de annesinin numarasını yiyormuş. Mahallelerine yeni taşınan komşunun köpeği çok şekeeeeeeeeeermiiiiiiş. Matematik yazılısında nasıl kopya çekmiş, hoca andavallıymış anlamamış, kesin iyi not alacakmış.

O konuştu biz minibüs sakinleri mecburen dinledik. Kızımız avaza bağrınıp duruyordu. Şöyle düşündüm. Bunlar iki sevgili… Telefonda 1 saatte konuştuklarını karşılıklı 1 kafe de oturup konuşsalar, en az 10 saat eder.H em göz göze el ele olurlar, hem de mimiklerini görerek sohbet ederler.

Bu kadar uzun konuşmak bence hastalık belirtisi ve görgüsüzlük. Sesleriyle etrafı rahatsız ettiklerinin farkında bile değiller. Tam güneş batarken deniz kenarında 1duble rakı söyleyip güzel havanın keyfini yaşayacaktım da yaşayamadım. Üstlerinde okul forması olan iki kızımız yanımdaki masaya oturdular. İkisi ayrı ayrı ellerinde telefon, sevgilileriyle ailelerinden gizli konuşuyorlar.

Ne kafamı dinlemek kaldı, ne güneşin batışının güzelliği kaldı. Dayanamadım “ çocuklar ya yavaş konuşun, yada başka yerde konuşun “ A!! TEYZEEEE ( baba bababa bak bide utanmadan teyze) sana neee!! Burası babanın malımı istediğimiz yerde konuşuruz. Eğer rahatsız olduysan sen giit”

Şimdi anladınız mı neden kıl oluyorum şu telefonlara. Benimde var, ben de konuşuyorum. Bir adabı var. Benim için 10 dakikadan çok konuşan, görgüsüz ve hastaaaa!..Bizler her teknolojiyi, verilen hakları dibine kadar kullanmayı marifet sanıyoruz. Çevremde car car car bağırarak konuşan sevgililer istemiyoruuuum. Belki de kıskanıyoruuum… Şaka bi yana bebeler ne olur abartmayın, şu telefonları kulağınıza yapıştırmayın. İcat olmasaydı hepiniz sevgilinizle nasıl konuşacaktınız? Kendinize gelin dellenmeyiiin…



SEVGİYLE KALIN

Salı, Mart 22, 2005

NE VARSA ESKİ TÜFEKLERDE VAR!!

Başlık ve girişi değiştirdim. Neye niyet neye kısmet.( tv de Mustafa Sağyaşar “KARAM” şarkısını öyle bir söyledi ki, kalktım. Sesi sonuna kadar açtım. Bizzat o güzel sesimle avaza bağırarak söyledim. Bi de oynadım, oynadım. Oh!! Mahalle beni dinledi, komşularda iştirak etti. Umurca korosu oluşturduk. Her evden “Oh!! Yandaaan!!! Şıkıdık, şıkıdık sesler geldi.Bir anda ortalık karıştı..Komşularım hay gönlüne sağlık dediler. Günlük rutin işlerden birden içimize şevk geldi, gayrete geldik. Dediler. Ah!! Şimdide “benzemez kimse sana “yı söylüyor. Heeeeyyt!! Beeee!! Ah ulan ah! Şimdi içilmemi? “tabi sabahın 10. da çok iyi gider”

Ayol! Ben tv’ yi kapatayım yazı yazamıyorum. Ahaaa!!! Şimdide “bir bahar akşamı rastladım size” okuyor.Yok anam yok.. ben dağıldım, konu monu kalmadı.

Meğer ne kadar hasret kalmışız, kral gibi seslere.Aslan Mustafa Sağyaşarrrr!!! Sizler ve esas sanatçı olanları nasıl özlemişiz…İşte müzik buuuu!! ( aşka geldim yırtıyom gendimiiii) . “Yar saçların lüle lüle , ararım seni her yerde, nasıl geçti habersiz, eski dostlar.)

Yaaa! İşte böyle.. TÜRK SANAT MÜZİĞİ böyle icra edilir. Annaaam da Annam!! “her mevsim içimden gelir geçersin” ne ya!! Mustafa sağyayaşar, rahmetli Ziya Taşkent, Kutlu Payaslı, daha aklıma gelemeyen nice eski tüfekler…

Ankara radyosu okuldur. Bütün bildiğiniz baba sanatçıların hepsi sanat hayatına Ankara radyosundan başlamıştır. Yetişirler, pişerler hazır olunca hooop! Ya İstanbul radyosuna transfer ya da sahnelere..

Bizler şanslı nesiliz; müziğin kalitesini, adabıyla okunmasını, sahne terbiyesini, gazinolarda fasılın güzelliğini, radyo dinlemenin keyfini, arkası yarınları nasıl merakla beklerdik. TV hayatımıza gireli daha ne oldu şunun şurasında? Radyodan nasıl keyif alırdık.

“Hani tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” derler ya, tv hayatımıza girdi. İyi veya kötü oldu tartışmasına girmeyeceyim. O bildik sanatçıları gördük, tanıdık. Esas onlar tv sayesinde tanındılar, cepleri para gördü. Senelerce radyodan devlet memuru olduğu için maaşa talim ettiler. Bu sanatı gönülleriyle yürüttüler. Bakın eski sanatçılar eğer piyasadan veya tv den kazanmadıysa evi bile yok.

Şimdikiler öylemi ya!! iki şarkı ezberle haydi tv’ ye bide baldır bacak açtın mı? Dakkada şöhretsin. Kim tutar artık seni? Sesin yokmuş ne gam, vücidin var ya yeterde artar bile. Benim favorim şu günlerde O ŞİMDİ ASKER, CANI NELER NELER İSTER. Yaaaa!!! Bakar mısınız sanatsal şarkıya ve şarkıcıya? Birde nerde olduğunu asla söylemem kıyamet kopar. Bir sunucu dedi ki” biz müziğimizle AB’ ye gireriz bakın ŞAKŞUKAYA nasıl seviliyor? Bence bundan güzeli olamaz, TARKAN’ da eh işte kendi çapında yurt dışında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ama daha çalışması lazım” Ben şaka yapıyor zannettim, baktım ciddi söylüyor. Hani lafın bittiği yer vardır ya, işte öylece kaldım.

Ah! Mustafa emmi ah!! Ne vardı sabah sabah bu kadar güzel müzik ziyafeti yapmaya. Bir anda coştum, dağıldım, Ne yazacaktım nerelere geldim? Cep telefonuna takmıştım onu yazacaktım. Bak şu SANAT MÜZİĞİNİN KALİTESİNİN bana ettiği kötülüğe.

Her şey bi yana büyük bir tv yozlaşmasının (sadece müzik değil, her yönden) arasından böyle sesleri duyma şansına erişince rüya zannettim, sevindirik oldum, yazımın konusunu unuttum, şarkı çığırdım, oynadım,gençliğime ve ne günlere döndüm. İyi ki( Seda Sayan ne oldu da Mustafa Sağyaşar’ı konuk etti, şaş kaldım. ) geldin Mustafa ağabey!! Seni yakından tanımak şerefine de erişmiştim. SESİNE, GÖNLÜNE SAĞLIK..



SEVGİYLE KALIN

Pazar, Mart 20, 2005

EVDE İŞTE STRES

Geçen gün bir gazetede okudum. Çok hoşuma gitti. Kim yazmış, ne zaman yazmış? Bilmiyorum ama bize uyar.

Profesör; öğrencilerine stres yönetimi konusunda ders veriyordu. Su dolu bir bardağı kaldırıp dinleyicilere sordu.”Sizce bu su dolu bardağın ağırlığı ne kadardır?””

Cevaplar 20 gram ile 500 gram arasında oldu. Bunun üzerine profesör şöyle dedi.”Gerçek ağırlık fark etmez.Bardağı elinizde ne kadar süreyle tuttuğunuza göre değişir. Eğer bir dakikalığına tutarsam, problem yok. Bir saatliğine tutarsam, sağ kolumda bir ağrı oluşacaktır. Bir gün boyunca tutarsam, ambulans çağırmak zorunda kalırsınız. Ağırlığı aynıdır ama ne kadar uzun tutarsanız o kadar ağır gelir size.”

“Eğer sıkıntılarımızı her zaman taşırsak, er yada geç taşıyamaz duruma geliriz.Yükler gittikçe artarak daha ağır gelmeye başlar. Yapmanız gereken bardağı yere bırakıp bir süre dinlenmek ve daha sonra tekrar tutup kaldırmaktır.”

“Yükümüzü arada bırakmalı tekrar tazelenip dinlendikten sonra yolumuza devam etmeliyiz.İşten eve döndüğümüzde, iş sıkıntısını dışarıda bırakın. Evinize taşımayın. Yarın tekrar alıp taşıyabilirsiniz.”

Ne güzel söylemiş! Profesör amcam. Aslında hayatımızın sadece iş değil bütün bölümlerinde bu düşünceyi yapabilsek, mutluluktan kanat takıp uçarız.

Düşünün! Bütün insanlar bunu uyguluyor ve lay lay lom yaşıyorlar. Psikiyatrisler havasını alıyor, iflas ediyor. Cinnet vakaları sıfıra iniyor. Maçlarda insanlar stres olmadığı için en hoş sesleriyle usul usul hakeme ve futbola iltifatlar ediyorlar. Bütün silahlar, kasalara kapatılıyor. Trafik yine keşmekeş ama bu sefer millet birbirine yol vermekten yürüyemiyorlar. Her şey güllük gülistanlık. Ne kavga vaar!! Ne didişme!! Kimse kimseye kazık atamıyor, arada atmaya mecbur kalırlarsa bin bir özür diliyorlar. Televizyonda gelinler kaynanalar sarmaş dolmaş… Vs. vs. vs. vs.

Hepsi iyi hoşta bize uymaz anam bunlar!.. Biz ki kanı kaynayan milletiz, ne demek stressiz bir hayat? AAAA!!!! Hiç olur mu? Kavgada kodumu oturtmalıyız. Silaha gelene kadar Allah ne verdiyse kullanmalıyız. Maça değil, harbe gitmeliyiz ki karşı takım en büyük düşmanımız, telef etmeliyiz.

Trafik ne??? Büyüdük lunapark yaşımız geçti. İçimizdeki oyuncak özlemini altımızdaki arabalarla çarpışa, vuruşa gidermeliyiz.

Elin profesörü bir bardakla stresi anlatmış da siz bunları yapmayın demiş.Peeh!! kim dinler abi. Stres bizim iliklerimize işlemiş, kolaysa gel de sök bakalım. Büyük şehirlerdeki necip halkımız sabah işe giderken evdekilerle helalleşiyor. Gitmek var, dönmeyi garanti edemiyorlar.Evde büyükler varsa dualarla uğurlayıp, akşama yolunu gözlüyorlar. İşimiz Allah’a kaldı bizim.

Birkaç gündür ciddi şeyler yazmaya başladım. Bende bir anormallik hasıl oldu. Halbuki hep stressiz, mutlu mutlu yazar idim. Ne oldukine bana. Yoksa o illet stres beni demi sardı ne? Bakın anacım siz boş verin, stressiz günlere!.. Bizi ayakta tutan tek şey STRESSSSS….



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Mart 18, 2005

ÇANAKKALE’Yİ YAŞAMAK LAZIM

Sadece 18 martta Çanakkale’yi anmanın manasızlığını düşünüyorum. Elin öteki milletleri, bu kadar Kahramanca ve o zamanın şartlarıyla savaş kazansaydılar, devamlı dünyaya, gözümüze soka soka dillendirirlerdi. (Uf amma uzun cümle oldu)

Bizim ilk okulda öğretilen bilgilerle bide Çanakkale şehitlerine yazılmış destanı belleyip, bitti sanırdık. Halbuki yerinde gidip görmek; o havayı koklamak o kadar farklı ki!...

Hani bazı olaylar vardır. Okursun, duyarsın, öğrenirsin. Aradan zaman geçince, insanız! bilgilerimiz pekişmedikçe unutur gideriz. Şöyle ilkokul bilgilerinizi ve illaki tarih dersinizi düşünün. Aklınızda ne kaldı? Hangi Osmanlı padişahı kaç yıllarında ne gibi savaş yaptı? Esas nedir? 5 kıtadaki milletleri en ince ayrıntısına kadar okuturuz da kendi tarihi kültürlerimi üstünkörü geçeriz. Sırf not almak uğruna hafız gibi tarihleri ezberleriz. Sınıfı geçip, okul bittimi? Yılların birikimi en kısa zamanda unutulur gider.

Kurtuluş savaşını hepimiz evreleriyle biliriz. Ama ona başlamak için M:KEMAL ATATÜRK’ ün en önemli savaşıydı. Yarbay olarak savaşa girmişti. Savaşın evrelerini anlatmaya gerek yok denizden gelen gemiler Çanakkale’yi geçemeyince karadan yürüdüler. Bizden ve onlardan 250 bin kişiye yakın ölmesine rağmen Osmanlılar hala direnince bakıyorlar ki ! ÇANAKKALE geçilemiyor. M. KEMAL ATATÜRK albay rütbesiyle savaşı

Bütün bunları ve daha detaylarını hepimiz biliyoruz. Ben ayrıca Çanakkale’ye gittim. Esas o savaşın ne olduğunu, siperlerin kazılması, savunma yerleri ve şehitlik…. İnanın oraları gezip görmeden, okumakla, öğrenmekle olmuyor. Bire bir gidip ziyaret etmek, o havayı solumak lazım.

Kameramla Çanakkale’den Eceabat feribotuyla karşıya geçtim. Arabayla şehitliğin olduğu yere gittim. Arabadan indiğim andan itibaren! Sessizlik, içimde huşu duyulan hislerimle yürümeye başladım. Önce şehitliğe gittim. Allah’ım ne kadar çoktular? Yaşlarına ve isimlerine baktım. Hemen hepsinin çok genç olmaları, yaşları ortalama 17- 25 arası binlerce şehit ( mezarı olmayanlar hariç) Kamerayla çekim yapmama imkan yok! Zira nasıl ağlıyorum? Kendimi koyuverdim, hıçkırıklar kah boğazımda düğümleniyor, kah feryat olarak çıkıyor.

Siperlere gidince o günlerin şartlarında nasıl ilkel kazılmış, nasıl cansiparane savaşılmış. Nasıl bir yurt sevgisidir bu? Nasıl bu kadar teknolojinin olmadığı zamanda (Amerika oturduğu yerden bombayı sallıyor, son sistem teknolojiyi kullanıyor.) nasıl savaşmışlar?

Müzeyi gezdim! O savaşın resim ve tasvirleriyle sizi adeta içine çekiyor. Her biri ayrı ayrı isimsiz şehitlerimizin kullandığı silahlar, Kurşundan delinmiş asker albiseleri, daha neler neler…

Şehitlere yapılan anıtın altına gelince ihtişamından, tüylerim diken diken oldu. Kameradan hep hıçkırık sesleri geliyordu. Şuna inandım ki her Türk vatandaşı mutlaka ve mutlaka buraya gelip, birebir görmeli. Okullar gezi düzenlemeli, sadece 18 martta değil her gün ziyaret edip savaşın hangi şartlarda kazanıldığını görmek lazım. İyi ki Türk’üz ve yurdumuzda onların sayesinde hür yaşıyorsak, haklarını ödeyemeyiz. Hepsi nur içinde yatsınlar!!



SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Mart 17, 2005

YARASALIĞA DEVAM

Dünden yazıma devam ediyorum. Okumayanlara kısa hatırlatma yapayım. Geceleri sabaha kadar PC den çetleşiyorum. Orda ki amcaları analiz ediyorum aklım sıra. En çokta eğleniyorum. Bayağı gır gır yaaaa!!!

Hadi ben emekliyim! Vaktim bol gündüz uyurum (normalde öğlen 12 den evvel uyanmam. Senelerdir arkadaşlarım beni asla 12 den önce aramazlar. Zira küfür yerler.) Çalışan aklı başında, tahsilli, mevki sahibi beyler de zombi vaziyetindeler. İşsiz güçsüz insanlarla beraber kariyer sahibi adamlarda çet hastalığındalar.

İyi ki! Onların çalıştığı yerlere işim düşmüyor. Hepsi uykusuzluktan işleri çorbaya çeviriyorlardır. Valla bu çet işi bir alışkanlık oluyor. Nerde olsam olayım, saat 10 nu geçirmiyorum. Eve koşuyorum; çayım, sigaram, gofretim, tam teçhizatlı cevat kelle pozisyonunda geçiyorum PC nin başına.

Müdavimlerim var! Beni benden daha güzel takip ediyorlar. Nerde kalmışım? Niye erken kaçıyormuşum? Akraba olduk hepsiyle. Ah! Bir Antalya Elmalılı var, İstanbul da oturuyor. Nasıl zeki, hazır cevap, esprili. Cem yılmazım diyorum ona. Kelimelerle oynuyor. Pratik zekasıyla öldürüyor beni gülmekten. Basbayağı çılgın gibi sesli sesli katılıyorum.evli ve benden büyük olmasına rağmen ablacık taktı ismimi. Asla askıntı olmuyor, sadece keyifli sohbet ediyoruz. Birde ukala ki! Çünkü her konuda derin bilgisi var beni çoğunlukla şaşırtıyor. Karısıyla da tanıştırdı. Şeker çift. Nasıl keyif alıyorum onunla sohbetten.

AAAAA!! İzmir den bir amcam bana mutat soruları sordu. Yalnızım diyince hemen benim erkeğim olmaya karar verdi. Soruya bakın? “sevişmek ister miymişim?” “derhal dedim de nasıl olcek bu işleee” sonra çözümü yine ben ürettim. “Sen İzmir den ben bodrum dan aynı anda çıkalım. Aydın ortaklar kavşağında buluşuruz. Ortada geniş göbek var. İşte tam o göbekte sevişelim. Hem seyircimiz bol olur, hem de havadarca ooh! Püfür püfür Ne iyi olur.” Dumur oldu tez kaçtı.

Bu arada bütün sülalemle kameralı (ona da webcem diyorlar. Sosyete ismi bu.) ve sesli her gece konuşuyoruz. Dört bir yandaki şehirlerde oturanlar aynı sayfada, görerek konuşuyoruz. Kuşumu (ibişimi) bile gösterdim millete.Ailemize yeni bir prenses katıldı. Kuzenim Nafiz Kenan büyük baba, eşi füsun da anneanne, cansu (cacum) teyze oldu. ben büyük büyük bişi oldum. Kocadım artıkın. DOĞA hanımefendi dünyaya teşrif ettiler. Nasıl şirin bebek İstanbul dan PC me resimleri geldi.İnşallah talihi güzel olur. Hayat ona hep iyilikler sunsun. Işılımı ve tarığımı kutluyor öpüyorum.

WAWWWW!!! Allah ıma bin şükür çet arkadaşım bana zırıl aşık olmuş. Ağlayarak tam beş sayfa mektup yazmış. Yok mükemmelmişim, yok harikaymışım, yok vs. vs. vs. beni görmedi, nerde oturduğumu bilmiyor.(çorumda biliyor) hiç bilgisi yok ama zırıl aşık.

Yalan ya varsın olsun! Kadınlık gururum okşandı ayol. Şimdiye kadar değil aşık olmak, iltifat eden bile yoktu.OOHHH!!!! demek ki bembeyaz PC camında kıpkırmızı yazılarımla son derece şık, cazibeli ve seksi olabiliyormuşum. TÜÜÜÜ!!! Boşa geçen PC siz yıllara yanayım. Beyaz camda lacivert, lacivert yazan hayatımın erkeğini bulmak bu yıllara denk gelecekmiş. Kara kaderim şimdiden sonra gülecek mi acep?? Erkeğimi kim? Ne iş yapar? Nerde? Hiç önemi yok! Değimli ki tam 5 sayfa mektup yazmış. Bütün çettekileri tek geçerim been!!!.....



SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Mart 16, 2005

ZOMBİ OLDUM YARASA OLDUM

Kızım bilgisayarı hediye edeli şunun şurasında 3 ay oldu. ADSL bağlattım ya! gece saat 10 da bir giriyorum. Sörf neymiş? Google neymiş? Oyunlar neymiş? PC nin altından girdim, üstünden çıktım.

En enteresanı çet yapmak!... Amanın ben hariç bütün milletin geceleri PC başında geçiyormuş. Bende eklendim bi tamam olduk. Çet de ne adamlar çıkıyor? EEEE!!!! Kadınlarla konuşacak halim yok. Erkekler benim ilgi alanım da ( yanlış anlamayın, flört etmek değil, onları tanımlamak istiyorum) kendi kendime psikiyatricilik oynuyorum.

Adamların yazılarından, ifadelerinden nasıl erkek olduğunu keşfetmeye çalışıyorum. Bi kere aşırı eğleniyorum. Stadyuma depili toplayıp sohbet etsem bu kadar ilginçlerine raslayamazdım. Onları ufak ufak yemliyorum.( ne fenayım değil mi? Kobay diye kullanıyorum onları, iğrencim ben iğreeennçç!!)

Bir kerem hemen hepsinin ilk sorusu “ evli miyim? Yalnız mı yaşıyorum? Çoluğum çocuğum varmı? Yanımda mı? Veeee erkek arkadaşım var mı? Eğer yoksa, tam onların arzu ettiği bağyanmışım. Ne yüzümü biliyor, ne ismimi biliyor, nede nerde oturduğumu biliyor. Sadece yalan bir alemde geziyor.

Mesela 2 ay gayet seviyeli ( kendi ifadesi) konuştuk. Sonra dünya kadınlar günü için düşüncelerini sordum. Vay bir ses geldi ki kasey-i fafurdan ( o laf böyle miydi, yoksa attım mı?)Efendim! Adam aldı sazı eline: töre cinayetinde suç kadındaymış. Ana babası o kadını ( genç, yaşlı, çirkin, kız sevmiş, sevmemiş önemli değil) evlendirdiği adamdan kaçarsa o……. U olurmuş. Katli vacipmiş.

Tecavüzde de gene kadın suçlu. Çünkü bizler cıbıl cıbıl erkeklerin önünde gezince tahrikleniyorlarmış. Anası, kız kardeşi kapalı kapılar ardındaymış, kapalıymış onlar kimse tecavüz etmezmiş. Cıbıldandıkça (onun terimi) tecavüzü her an beklemeliymiş.

Kumaya sıra gelince bana sordu. Bir kadın evliyse kocasına; haftada kaç gün? Ayda ve yılda kaç gün, karılık görevini yapıp kocasına yetebilirmiş? ( kendini damızlık aygır zannediyor.) onun için kuma şartmış. Günah olmasın diye dini nikah yaparmış. Hem bir adam ne kadar genç hanımlarla beraber olursa o kadar genç kalırmış.

Öylece kaldım.. Dumur olmuştum çünkü. Sonra sarmaya ve haddini bildirmeye başladım. Sorulara ben başladım.”Haklısın kız kardeşinin kocası ölmüş. Benim akrabamın karısı ona yetemiyor. Senin kız kardeşini imam nikahıyla ben ona kuma yapayım. Hem koca yüzü görür, hem de akrabama sevap işler.” Dedim “ bizim kız başı kapalıdır” “olsun adama başı değil başka yeri lazım zaten, o açık olduktan sonra önemli değil” Nasıl küfür ediyor, haddini bildirip hemen PC den sildim.

Bana çok tesir etti! Bu adamlar senelerini PC başında hatunlarla konuşuyor. Ama ruhları hasta. O kadar değişik kişilikler var ki! Bir tanesi “içki sigara kullanmam sıfır kilometreyim” dedi. Ben de “araba mısınız markanız ne dedim?” HÖ? Oldu. “Aaaaa!!! Bende 3 defa alkol tedavisi gördüm. Ailem bezdi. Şu anda bile köpek öldüren şarap, kolonya, renkli ispirto ne bulursam içiyorum” Anında kaçtı.

Sabah 5-6 ya kadar hepimiz çetteyiz gece uykularımı terk ettim, gecem gündüzüme karıştı. Daha ne renkli kişiler var. Onları size anlatmazsam çatlarım ama yerim bitti.

Yazarın önemli notu: Devam edecek.



SEVGİYLE KALIN

Salı, Mart 15, 2005

BAHAR GELDİİİ GÜL AÇILDI, RUHUMA NEŞE SAÇILDI

Şimdi! Bahara erdim, gonca gonca gül derdim. Baharın gülleri açtı, yine neşeli şu gönlüm.Bahar,çiçek çiçek gelince güzel. Bahar meltemidir, başımda esen. Bahar olsa, çemenzar olsa gönlüm.Bahar gelir, güller açar, bülbüller öter.Baharı bekleyen kumrular gibi. Bahar olur yaz olur güzellerde.Bahar pembe beyaz olur. Bahar vakti gelecektin sen bana.

Baharla ilgili ne çok şarkı varmış. Bu benim ezberimde olan ( şahane sesimle, avaza söylediğim) şarkılar. Türk müziği nasıl zengin, nasıl güzel. Şarkıları dinlemeye ve söylemeye zevkten geberiyorum. Onun için 3 yıldır korodayım, TSM ne özel ilgim olduğu için repertuarım oldukça geniştir. Pek bilmediğim yoktur yani.

Bu gün Bodrumun koylarından gündoğana gittim. Aman bahar gelmiş de haberimiz yok.Bodrum’un içinde yeşillik olmadığı için farkına varamıyorum. Tabiat canlanmak ne kelime, fışkırmış. Çiçeklerin renkleri ve kokuları yeşil otların arasındaki dansları, beni mest etti.Pırıl deniz kenarında canım birden çocuk olmak istedi. Yerlerde yuvarlanayım, içime kadar kumlar dolsun,denizden ıslanayım, o haldeyken çimenlerde debeleneyim. Çiçekleri toplayıp, kolye yapayım. Yeşillikleri toplayıp avuç avuç tepemden atayım. En tiz sesimle bağırayım, çığlıklar atayım.Saçımdan ayaklarıma kadar, kir içinde kalayım. Evde annemden eşek yüküyle dayak yiyeyim, ceza olarak tek ayak üstünde durayım. Hepsine razıyım. Yeter ki baharı iliklerime kadar yaşayım.

Bahçeli evlerin sokağa bakan ağaçlarından, mandalina çaldım. Öyle küçücük kalmışlar ki ! belki de son ağaçta kalanlardı. Birde tatlıydı ki çalıntı mandalina, çağla,limon. Ne bulduysam çaldım, bolca yedim. Baharı yaşıyorumya, sevindirik oldumya, Gök görmemiş oldumya! Ye babam ye…

Şimdi sorsanız? Gündoğanın hangi restoranında WC temiz, hangisinde pis. Pis boğazlığım yüzünden, midem bozuldu.Orda yeterince rezil olduğum için Turgut reise geçtik de nasıl geçtik? 3 teker dönsün, tuvalet ara. 5 teker dönsün tuvalet ara. İçim çıktı anlıyacağınız. 3kilo vermişimdir.

Bodrum yolları! Torbadan başlayın bütün yarım adayı turlayın. O ne muhteşem manzaradır? Ormanları,havası beni resmen sarhoş ediyor. Rakı içsem kafam bulanık olur. Bazı olayları pek hatırlıyamam. Aşk sarhoşu nasıl olur unuttum zaten. Bahar sarhoşu olmak en keyiflisi. Aklınız başınızda; koklayarak, görerek,içinizde hissederek başlayan sarhoşluk…..

Aklıma birden Orhan Veli geldi. Ne demişti? “ Beni bu güzel havalar mahvetti./Böyle havada istifa ettim/ Evkaftaki memuriyetimden./ Tütüne böyle havada alıştım,/ Böyle havada aşık oldum./ Eve ekmekle tuz götürmeyi,/ Böyle havalarda unuttum./Şiir yazma hastalığım/Hep böyle havalarda nüksetti./Beni bu güzel havalar mahvetti.

Vay!!!! Be!!! Bahar başıma vurdu dostlar. Bu güzelliği tekrar görebildiğim için Tanrıma teşekkür ettim. Bağırdım, çığlıklar attım, yuvarlandım, şarkılar söyledim, coştum yine dalgalandım. Baharı yaşadım…. Bi de tuvalet ızdırabım olmasaydı…



SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Mart 14, 2005

KADINIM VE ERKEĞİM

Bu hafta televizyon programım her zaman olduğu gibi ses getirdi. Sokaktaki insanlar beni uzun zamandır tanıyorlardı da bu yönlerimi bilmiyorlardı. Bayanları toplayıp marifetlerini sergiledik..Üreten kadın, ayaklarının üstünde duran kadının ve eğer isterlerse neler yapabileceklerini gösterdiğim kadınlar, beni bulmuştu.

Meğer ne kadar benim bilmediğim, marifetli hanım varmış. Ev telefonumu tv. Den almışlar bütün gece telefonum susmadı. Sabah erkenden o hanımlarla buluştuk. İnanın üstün yetenekleriyle meydana getirdikleri eserleri sergilediler . Hepsi birbirinden güzeldi. Programda destekleyeceğime söz vermiştim. Sözümde duracağım ve onlara çalışabileceği bir mekan mutlaka Sayın belediye başkanından rica edeceğim.

Bu gün elime enteresan bir yazı geçti. Daha doğrusu yazı yazdığımı bilen dostum Sevim Selbinçek hanımefendi verdi.( o da ameliyat oldu, geçmiş olsun der öperim.) Sizlerle paylaşmak istedim. Tam konumuzla ilgili.

EFSANE GERİ DÖNDÜ

Aşağıda okuyacağınız, kadın ve erkeğin yaradılışına Hint mitolojisinin bakışını yansıtmaktadır…Başlıktaki efsanenin başka efsanelerle hiçbir ilgisi yoktur!...

KADIN:

Tanrı; yaprağın hafifliğini,ceylanın bakışını,güneş ışığının kıvancını,sisin gözyaşını aldı ve buna rüzgarın kararsızlığı ile tavşanın ürkekliğini ekledi.Onların üzerine kıymetli taşların sertliğini, balın tadını,kaplanın yırtıcılığını,ateşin yakıcılığını,kışın soğuğunu,saksağanın gevezeliğini ve kumrunun sevgisini kattı. Bütün bunları karıştırdı, eritti ve kadın yaptı!.. Yarattığı kadını da erkeğe armağan etti.

ERKEK:

Tanrı; kaplumbağanın yavaşlığını, boğanın bakışını, fırtına bulutlarının kasvetini, tilkinin kurnazlığını, boranın dehşetini aldı… Bunlara sülüğün yapışkanlığını, kedinin nankörlüğünü,hindinin kabarışını ve gergedan derisinin sertliğini ekledi. Bunların üzerine ayının kabalığını, bukalemunun şıpsevdiliğini ve sivrisineğin vızıltısını da katıp erkeği yarattı. Yarattığı erkeği de “adam etsin diye” kadına verdi.

Şimdi bu bir kere benim yazdıklarım değil, koskoca Hint felsefesi. Yalan mı söyleyecek? Bunları ben uydurmadım, milatlardan çok önce milatlarda yazılıp çizilmiş, efsane olmuş. Benim suçum yok yani…Errkkeeklerimiz alınıp gücenmesin valla ben de onlara gücenirim.

Ama elinizi vicdanınıza koyun düşünün gerçek payı yok mu? Kocaman efsaneyi yaratanlar herhalde ince ince düşündü taşındı, birazda o zamanın çilelerini ve kazıklarını yedi. Bunu biz efsane edelim. Bizler acemiydik, hiç olmazsa bizden sonraki gelecek nesiller, efsanemizden yararlansınlar. Okuyup birbirleri hakkında fikirler sahibi olsunlar Maazallah tanımazlarsa birbirlerini tepiklerler, gebertirler. Efsanemiz insanlığa armağanımız olsun. Yaşasın!!! Kadın ve erkek beraberliğiiiii!!!!



SEVGİYLE KALIN

Pazar, Mart 13, 2005

NASYONAL COĞRAFİK GİBİ OLDUM

Köpeğim ölünce bahçeye kediler dadandı. Malum mart ayı geldi, dişiler sabaha kadar konser veriyorlar.Yattığım yerden dinliyorum. Bir kedi kaç türlü ses çıkarabilir? En kalın tondan, en ince tona kadar, ne sesler yarabbim! Erkek çağırıp çapkınlık yapma uğruna resmen konuşur gibi “maaaauuuu, miiiiiüüüüvv, “ uyku durak yok bizlere. Erkek kediler de bir yarış içindeler ki görülmeye değer. Bir kere dişi kapmak için birbirleriyle kıyasıya mücadele ediyorlar.

Hele bir erkek tekir var; çevrenin kabadayısı etrafına kimseyi yaklaştırmıyor.Sade benim değil, civarın çöplerini talan ediyor. Koskoca çöp bidonlarını kırdı. O ne kuvvettir! Bir de bahçede kocaman faremiz var. İşte o kabadayı tekir öncelerde fareyi avlamak için çaba harcıyordu. Bir türlü başaramadı, demek ki kedinin fareyle oynaması bizim tekir için geçerli değil, tam tersi fare azılı tekiri alt ediyor.

Bahar yaklaşıyor ya! bahçemize sümüklü böceklerimiz de ziyarete geldiler. Çiçeklerin dibinden başlayıp, sülalece her yere dağıldılar. Karıncalar da yavaş yavaş evime yazlık komşu olarak yerleşmeye başladılar. Sırada sivrisineklerimiz var, onları beklemekteyim.Kocaman siyah böceklerimiz henüz tenezzül edip gelmeye başlamadılar.

Allah’ım kedilerin mırnav zamanları ne zaman bitecek? Sesler tam bir orkestraya dönüştü.Düşünün biz insanlar, çiftleşme zamanımız gelince garip garip sesler çıkarsak, ortalık ne olurdu? Bir kere adamların hepsi birer susmayan bülbül (!) olurlardı. Kadınlar belki utanır, sessiz bekleyişe geçerdi. Hanım olarak bilirsiniz isteklerimizi öyle ulu orta her yerde dile getiremezler. Yine erkekler bağrınırlardı.

Tabiat uyanıyor, bahar geliyor, börtü böcek ne varsa kıştan çıkmanın keyfini yaşıyorlar. Ben bütün hayvanları sevdiğim için mutlu mutlu yaşayıp gidiyorum aralarında derken ev sahibim, bir çift tavşan getirdi. Ona da ayrı tek odalı, havadar gecekondu yaptık. O da yetmedi köyden baba gibi horoz geldi. Aman da aman ne horoz!

Artık çalar saate ihtiyacım yok, sabahın erken saatinden itibaren zaten zoraki uyanıyorum. İlginç olan ne biliyor musunuz? Bizim kabadayı tekir var ya! Horoza bile kafa tutmaya kalktı. Ammaaaa!!! Horoz onun üstüne bir yürüdü, kabararak bir atladı ve kafasına, neresine gelirse gagaladı. Bizimkinde bir kaçışı var ki! Tırstı şimdi savaş baltalarını toprağa gömdüler, sulh çubuğu içtiler. Kimse kimseye karışmıyor.

Kuşum var evde biliyorsunuz? Pencerem açık ( demir ve tel var, kaçamaz) dışarıdaki kedi evdeki kuşu keşfetti. Kedi dışardan demire tırmanıyor. Pati atıyor, kuşu yakalamaya çalışıyor. Bizim kuşta içerden onu öterek delirtiyor.

Ne deyim! Bahar geldi! Tabiat uyandı. Evimde bütün hayvanlarımla mutlu yaşıyorum. Televizyonda ki hayvanlar kanalı ne ki! Benim kanalım daha renkli. Birebir yaşıyorum, görerek değil. Bazen de hepsi birden aşka geliyor. Kendi tonlarında sesleri çıkarıyorlar. İşte o zaman bremen mızıkacıları gibi oluyorlar. Olsun hepinizi seviyorum. İyi ki geldiniz hayvancıklarım!



SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Mart 12, 2005

ORGANLARIM VATANA MİLLETE FEDA OLSUN

Daha evvel KENT TV de organ bağışı hakkında program yapmıştım. Sizlerle de paylaşmıştım. Geçen gün bir arkadaşım, ameliyat oldu. Onun başında durmak için devlet hastanesine gittim. Başta beyin cerrahı sayın Ender bey( beni kırmayıp sayın başhekim Oğuz beyle programıma katılmıştı. Ben devamlı Ender beye genel cerrah diye hitap etmişim. En son teşekkür kısmında yine genel cerrah deyince, doktor bey nazikçe uyardı.”genel cerrah değil, beyin cerrahı “diye. Utandım, yayından sonra diyemedim bana yedek beyin takın, benimki az geliyor diye. Yedek beyin alana kadar kendisinden özür diliyorum.)

Ne diyordum!! Bunama belirtilerimi başladı bilmem. Ha! Hatırladım. Hastanede Ender bey yayının ses getirdiğini, bağışların arttığını söyleyip aynı yayını tekrarlamamızı rica etti. Oradan diyaliz merkezine ziyarete gittim. Doktor Nemci beyle sohbet ederken, aynı şeyleri de o söyledi.” Program ses getirdi. Eskiden ayda 2-3 kişi gelirken şimdi haftada 10- 15 kişi geliyor. Bu sizin sayenizde” dedi.

Eğer seyrettiyseniz meme konusunu işlerken organlarımı bağışladığımı gururla söylemiştim. Nasıl mutlu olduğumu anlatmama imkan ihtimal yok. Oraya Eczacıbaşın dan yetkili kişi de gelmişti. Organ bağışında, Antalya ve Alanya şimdilik başta gidiyor dedi. Bülent Eczacıbaşı anladığım kadarıyla bu konuda ciddi istatistikler tutuyormuş. Seferberlik gibi bişey başlatmış.

Ben de medyada ve şahsım olarak üzerime düşen bütün görevlerde canla başla çalışacağımı söyledim. Nemci beyle ve Ender beyle devamlı irtibatımı kaybetmeden ne yapabilirim derdindeyim.Biz niye Bodrum olarak sesimizi duyurmayalım diye düşündüm.

Bakın canım, bir tanem, iyilik sever, güzellerim, okurlarım. Beklide bu konudan bıktınız lakin, Bir can kurtarmanın hem sevabı hem mutluluğu hiçbir şeyle ölçülemez.Görüyorum hastane tıklım tıkış. Oraya gelenler yeşillik olsun, torba dolsun diye gelmiyorlar. Mutlaka hasta olan bir yanları var ve doktorlardan medet ummaya geliyorlar. Kiminiz tedavi edilip iyi olduğunuz zaman nasıl mutlu oluyorsunuz. Bu ayakta tedavi veya yatarak tedavi olabilir. Hastanede herkes birbirine şifalar diler, geçmiş olsun der. Eve gidince unutur.Hastası iyileşen evde düğün bayram vardır. Bir de tersini düşünün dermanı olmayacak, belirli ömrü kalan insanlar siz, biz, sevdiklerimiz olabilir. O evde ne olabilir sizce?

Doktor derse ki size! “ organ gerekli; bulursanız ömrü uzar, bulamazsanız, 3-5 ay var önünde.” Kapıdan çıkınca ne hissedersiniz? Hele o insan gencecikse nasıl bir ruh haliniz olur? Yaşıtları sağlıklıyken siz çaresiz olsanız ne yaparsınız?? Kendiniz içinde geçerli bütün bunlar

İnanın Türk filmi senaryosu yazıp sizleri hüngür şakır ağlatmam değil maksadım. Organ bağışının insan hayatı için ne kadar değerli olduğunu vurgulamak istedim. Yoksa duygu sömürüsü filan değil.

Boş vaktinizde şöyle bir düşünün yazdıklarımı… Evinde oturanlar veya hastaneye muayeneye, ilaç yazdırmaya gelenler… Ne şartlarda olursa olsun hastaneye gelenler! İşiniz bitince lütfen diyaliz merkezine uğrayın. Orada nice hastaların diyaliz sayesinde hayatta kalabilme mücadelelerini görün veee Doktor Nemci beye koşun! Yapacağınız tek form doldurmak. Kimlik almak O kadar para pul yok.

Bu konuyu aklıma geldikçe yazacağım hiç sıkılmayın, ben zevk duyuyorum. Bu konuya baş koydum.



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Mart 11, 2005

ŞAŞTIM BU İŞLERE LOOOOĞ!!!

Dünya kadınlar (bayanlar) günü yazıma amanın ne kadar çok a-mail geldi.Bayanlar haklı olarak teşekkür ediyorlar. Şu bayan, hanım, hatun laflarının ne anlama geldiğini, yine efendimiz beyler saptamışlar. Bunun ne olduğunu açık, seçik yazacağım da.Benim asıl söylemek istediğim, beylerin tepkileri.

HUUU!!!!! Beyler!! İçinizde centilmen olan; anasını, karısını, bacısını kutsal sayan var. Bayanlar cins-i latif, dövülmez sevilir diyen.Bayanlar; doğurgandır anadır, saygıdeğerdir diyen. Her bayan birer bireydir, oda bizle yan yanadır diyen beyler. Sizleri düşüncelerinizden dolayı şappadanak, şuppadanak yanaklarınızdan öperim.

Gelelim madalyonun ters yüzüneeee… Bazı errrkkek okuyucularım, neler diyorlar, bi bakalım. Bayan,hatun, neymiş? ne demekmiş? Onlara kadın yada karı demek lazımmış. Erkekleri azdıran karılarmış. Tecavüzde suç karılarınmış, zira cıbıl cıbıl gezip erkeği tahrik ediyormuş. Dayak yiyen kadın, hak ediyormuş. Akıllı kadın dayak yemezmiş. Bazı karılar, dayak yemeyi severmiş de erkek onu dövdükçe, okşama gibi gelirmiş.

Töre cinayetlerinde de karılar doğru durmadığı için haklı olarak cezası kesiliyormuş. Anası, babası velinimetmiş. Niye sözünden çıkılıyormuş? Sevmek neymiş? Eskiden severek evlenmek mi varmış? Kaderindeki erkek ne ise onunla ömrünü bitirmeliymiş. Kızgın karılar ( aynen bu tabirle, valla ben yazmıyorum)Kocalarından başkasına bakarlarsa O…… U olup gebermeyi hak ediyorlarmış.

Kuma içinde normal diyorlar.Bir karı, erkekle evliyken ömrü boyunca senede veya ayda kaç kere karılık görevi yapabilirmiş. Nasıl yetebilirmiş( yazan errrkkeek kendini aygır filan görüyor) bir kadın seksüel anlamda asla bir erkeğe yetemezmiş. Onun için kuma gayet normalmiş. Hem aynı karı bıkkınlık verirmiş, değişiklik errrkeeki gençleştirirmiş.

Bir errrkkeek de hem karısını hem sevgilisini tanıştırmış. İkisi de birbirini sevmiş, pek de güzel anlaşmışlar.Tam iki karıyı aynı evde oturtmaya karar vermişken ikisi de errrkkeki terk etmişler. Ba! Ba! Ba! Ba! Olacak şey mi şimdi buuu!!! Hazret yalnız kaldı. Ne kıymet bilmez karılar varmış. Errrrkkkek ver yansın ediyor iki karıya da.

Ahhh!!! En ilginci de bana diyor ki!”Sen hep erkeklere atıp tutup, kadınlara( bari o kadınlara diyor) arka çıkıyorsun.Sen ömründe babayiğit adam görmemişin. Gel benimle ol, sana hayatın nasıl olduğunu göstereyim” A akılsız arkadaşım sen daha beni tanımamışın.Sizsiz inanın çok mutlu hayatım var. Gerekte duymuyorum sizleri…..

Bütün bu yazdıklarımı inanın popom dan uydurmadım. Resmen bana yazılan mektuplardan alıntılar yaptım. Huyumu bilirsiniz hiç isim, adres vermem.( onu da bilirlermiş de rahatlıkla içlerini dökerlermiş) Bana güvenip yüreklerini açtıklarına binlerce teşekkürler.

Lakin okuduklarıma uzun müddet ekrana baktım kaldım.Acaba bütün bunlar kamera şakası mıydı diye inanmak istemedim. Bayanlar hala karı tabiriyle anılıyor. Böyle düşünen çok insan olduğunu zannetmiyorum diye kendime züğürt tesellisi veriyorum.

8- mart günü bağırdık, çağırdık, dayak yedik, yerlerde sürüklendik, ezildik büzüldük. Gene de büyüklerimiz günümüzü sözüm ona coşkuyla kutladılar. Bitti gitti. Tekrar aslımıza döndük.364 gün neysek o, 1 günde de aynıyız. Kendimizi kandırmayalım. Ezilmeyelim, bilinçlenelim.

Böyle yazı yazmayı planlamamıştım. Mektupları okuyunca çileden çıktım. Onlara cevap vermek yerine size aktarmayı yeğledim. Onları da kendileriyle bırakıyorum.



SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Mart 10, 2005

YAŞAM KALİTEMİZ YÜKSELDİ

Yaşadıkça başımızda durası bilim adamlarımız, yemeyip içmeyip bu sefer kafalarını yaşam kalitesine takmışlar.Tam da AB’ ye girme hamleleri yaparken, bu faydalı bilgileri öğrenelim.Öyle cahil cühela gitmeyelim ki rezil olmayalım.

Efendim! Almanya’da yaşamın kalitesi; komşu ilişkileri,nüfus yoğunluğu cinsiyet. Fransa ise;yaş, sağlık yakın akraba ilişkileri.Hollanda’da medeni hal, nüfus çoğunluğu, komşuluk, cinsiyet. Bunları her milletin ayrı ayrı , uzun uzadıya yaşam kalitesini arttırmak için sıralamışlar. Hemen hepsinde ilk sırada komşuluk ilişkileri geliyor. Sonra sağlık, nüfus, uzun süreli arkadaşlık, cinsiyet, vs. vs. vs. uzayıp gidiyor.

A güzel bilim adamları! Bir de,benim yurdumun canım ve necip halkını incele. Bakalım yaşam kalitemiz nasıl tavanlara vurmuş. Sırayla ele alalım.

1- Nüfus yoğunluğu:70 milyon ( son sayımda sayılmayanlar hariç) halkımızla, küçük memleketleri katlarız.Bi kere nerde çokluk, orda kalite. Hala da çoğalmaktayız ki hızımızı kimse kesemez hey heeyt!! Ne kadar çocuk, o kadar yaşam kalitesi….

2-Komşuluk ilişkileri: İşte bu maddeyi AB memleketlerinde tek geçerim. En çok kullandığımız ata sözü “ komşu komşunun külüne muhtaçtır” Elin Avrupalısı ne bilsin komşuda kül ne? Neden istemeliyim? Kül ne işe yarar? Peeee!!!! Komşuluk ilişkisi bize özeldir. Büyük kentleri bi kalem geçelim. Adam yan dairede kim oturuyor? Kim kimin nesi? Kim kime, dum duma.haberi bile yok. Kırsal kesimde hamd olsun o kadar yozlaşma yok. Komşuyu, mahalleyi hatta köyümüzü veya kasabamızı bire bir biliriz. Öyle biliriz ki! Her birimiz kendi hayatımızı yaşamak yerine, komşularımızın hayatını yaşarız. Giren, çıkan, evlenen, ölen, kocaya kaçan. Ne aldı? Nereye gitti? Ne giydi? Bol bol konuşuruz, dedikodu yaparız. Dedikoduyu öyle abartırız ki uğruna cinayetler bile çıkar.

Fakat iyi ve kötü günde o harika paylaşım, iş bölümü,yardımlaşma anlatılamaz. Avrupalı yemek daveti bilmez, bilse de gelen mutlaka bişey getirir. Bizde ise gebertene kadar yedirir, içiririz.

3-Sağlık: İşte şansımız bir kere daha yüzümüze güldü. SSK, bağkur, devlet hastanelerinde birleşti. Sıra kalmadı, doktorlar hasta olmadığı için sıkılıyor. Evleri dolaşıp “ille gelin, derdinize derman olalım.İlaçlarınızı ayağınıza getirelim. Tahlil, film neyim ne varsa emredin. Anında şip şak çekelim” Acile gelenler nerdeyse bando mızıkayla karşılanacak, yerlere kırmızı halı serilecek. Elin bilim adamları bunları görse, bizde bile yok bu kadar yaşam kalitesi diye, saç baş yolup, Beyinleri kısa devre yapar.

4- Geldik zurnanın zırt dediği yereeee!!!! Cinsellik; Bu konuda bizim elimize kimse su dökemez. Bu güne bu gün ünümüz evropa memleketlerine yayılmış,( rus, nataşa, moldovya, vs.vs. millet hatunları) TÜRK insanıyız. Sezonda turisti memnun etme bizde, kaçırıp tecavüz etme bizde, bol çocuk yapıp (3-4 karı 20- 30 çocuk) Allah rızkını vermezse devlet baksın demek bizde. Hiç sevmediğimiz şarkı ne bilir misiniz? “Elimde kaldı yazık; çiçeklerimle, mendil ”Kondüsyon ve aklımız, fikrimiz daima faal durumda.

Bu bilim adamları aslında bize özel inceleme yapmalıydılar. Bakın bakalım yaşam kalitesi nasıl yükselmiş de dünyanın haberi yok. Buradan onlara çağrı yapıyorum. Yıllarınızı boşa harcamayın, gelin yaşam kalitemizin yüksekliği sizin akıl tavanınıza nasıl zıplıyor. Kısa devre yapan beyinlerinize yedek beyin sakatatçıda çok , ve istediğiniz renk huniler de bedavadan hediyemizdir. Saygılarımızla.



SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Mart 09, 2005

İÇİMDEKİ BEN

İçimdeki yalnızlığıma sevdalanmam babamla başlar. Babam gitmişti.. Çocukluğum; hep dönecek, bir gün mutlaka gelecek diye beklemekle geçti. Babamı görünce çocuk kafamda mutluydum. Annemin ilgisi yoğundu da kendi yalnızlığım, ne oldu?

Büyüdüm! Yalnızlığımda; babamı değil de, babasızlığı sevmeye başladım. Kız çocuğunda baba figürü tartışılmaz. Derler ya kızlar hayatlarına giren erkeklerde babalarını ararlar.Erkekler de analarını arar.Şu meşhur oedipus kompleksi . Eğer doğruysa, ondan sevdalandım, bu kadar erkeklere değil de yalnızlığıma.

Gençlikte kendimi hiç sorgulamadım ama mutlaka bu yüzden yürütemedim ilişkilerimi. İki yıl aşk (o zamanlar öyle zannediyordum) yaşayarak, ailemin itirazlarına rağmen evlendim İçimdeki, özlem mi? Dürtü mü? Adını koyamıyorum, ses tonu, kadını centilmence taşımak, ilgi, şefkat beni hep cezp etti. Aşık olmak başka evlilik başka olduğunu, evlenince ayırt edebildim. Dış ve iç etkenlerden kızım 8 aylıkken ayrıldım. 23 yaşında, kız çocuğumla gene yalnız kalmıştım.

Sonra hayatımda sevdiğim ama sevginin ne olduğunu dibine kadar yaşadığım, arkadaşım oldu. Kocaman dolu dolu altı yıl geçti. Bu arada onu iş güç sahibi yaptım. Arabamı haşat etmesine ses çıkarmadım. O sevdiğim! hayatını düzene sokunca, altı seneyi altı dakikaya sığdırdı. Benim sevgimi, maddiyatımı kullanıp selpak mendil gibi attırıverdi.yine yalnızdım.

Bunlar yıllar evveldi.Sonunda kaçtım! Sinemada bir el tarafından okşanmadan, rahat rahat filmi izlemeyi tercih ettim. Yolda boynumu sıkan koldansa, elimi kolumu sallayarak yürümeyi tercih ettim. Yemekte gözlerime bakılmaktansa istediğim gibi yemeyi istedim.

Hayatıma girecek erkeklerin olmayanını sevdim. Kimi anladı, kimi anlamak istemedi.Saatte bir arayıp “nerdesin?” demeyen, beş dakikada bir telefon beklemeyen,Sadece ona sunduğuyla yetinen, hangi erkek hayır diyebilir ki? Dedi. O dedi!! En çokta ona kızdım zaten! Bana yaklaşmaya çalışanların hepsini sildim de bir onu silemedim öfkemden. Seneler sonra bana yalnızlığımı sevdirdiği için affettim zaten.

Erkeklere armağanımın ağırlığı büyüktü.Bunu bana o öğretti. Olan’ı herkes severdi. Ama “olmayan” herkesin harcı değildi. Yokluğunu sevdiğim 6 yılımı çalmıştı. Dile kolay evlilik gibi.6 yılda “benim olduğu zamanlarda, o geldikçe, ben beklentisiz olduğum” süre ilişki sürdü.Bu ilişkide almak da gerkmez mi? Ki bu benim hiç bilmediğim bir şeydi.

Gerçekten insan bir kere alıştı mı? Yalnızlığa….Sittin sene istemiyor kimseyi. Geçen akşam barda “eve erken gideyim” diyince arkadaşım “ otur evde kocan mı var bekliyor?” dedi.ben “ kimse yok ama beni “ben “bekliyor evde” dedim.

Yalnızlığımı seviyorum. Yatağımda ayağıma deyen ayak yok. Nasıl kokulu yemek yesem de yüzünü buruşturacak adam yok.Devamlı yolda belde arkadaşlarımın arasında bağırırım “dulluğun gözünü seveyim!!”

Benim ilişkilerimi yürütemem belli, yalnızlığıma aşık olmam belli, alışkanlık ötesi “baba sevgisi” O sevgiyi dışarıda aramam ve yürütemem. Nerde olursam olayım evdeki “ben’e” koşmam hep o sevgiden. Sayıları gün geçtikçe artan, bekar hayat sürenlerin bence ortak kaderi bu. Benimki belli de milyonları “Ben’lere” koşturan ne ki?......



SEVGİYLE KALIN

Salı, Mart 08, 2005

BOŞ BAKIŞLAR EKRANA

Öyle anlar oluyor bazen ne yazayım diye boş boş ekrana bakıyorum. Hürriyet yazarı Ayşe Arman doğurdu ya! Kızı Alya ( güzel isim beğendim, kulağa hoş geliyor.) Beraber yazı yazıyormuş, habere gidiyormuş, ikili hayat kurmuş kendine.

Bu yaştan sonra doğuramıyacağıma göre börtü, böcek, kuşla, muşla idare edeceğim. Oğlum ibiş (göbek adı çatlak) PC nin önünde, klavyenin üstünde, tepemde, ben de ikili yaşama başladım.

Bu hafta sonu Adana, İskenderun yapacaktım. Hayaller bilem kurmuştum, ertelemek zorunda kaldım. Nisan 15de Adana’da düğün var, mecbur gideceğim.Kısa aralıkla gidip gelmeyi gözüm yemedi. Kebap diyarına atın beni, toplamayın.Şunun şurasında, 1.5 ay var. Bekle kebaplar geliyorum.

İskenderun da yapacağım. Teyzemlere, kuzenime ziyaret edeceeeem!!! Gelsin OOhhşş!!! Yemekler… millet açlıktan ben tokluktan gideceğim. Seyahat özledim ayol yoksa yeme, içme neyime, bilirsiniz hiç sevmem.

Komşum Emine, Arifle Urfa’ya gittiler. Bende gidecektim de! Hele sıra gecesi!!! Ah! Ah! Ah! Nasıl severim. bide < Pala remzi> daha neler, ne türküler. Bi de çiy küfte, bol yeşillik, etler, ye babam ye…Bide rakı olursa! Peeeh, peeeh!

İşte sırf rakı yüzünden gitmedim. Sahte rakı içip, oralarda ölmek de var. Neme lazım hele rakıların adı temize çıksın, millet içmeye başlasın, şöööööle 6 ay bekleyim ölen, mölen yoksa yavaştan, yavaştan başlarım.

Şimdi hanım arkadaşım, İstanbul’dan telefon etti. Yüzüne botoks yaptırmış, göz altı torbalarını aldırmış, gıdısını çektirmiş, 2.5 saat ameliyat sürmüş. Şimdi yüzü harika olmuş muş ben görünce tanıyamazmışım. Belki 45 dakika anlattı. Milletin parası, pulu çok olunca, neresine ne yapacağını şaşırıyor. Doktor” yüzün iyice otursun, göğüsleri düzeltelim” demiş. Şimdi ona hazırlanıyormuş.

Hey Allahım!! Koca gece gündüz demeden ırgatlar gibi çalışıyor. Hatunda ne yapacağını şaşmış durumda. Doktor da bulmuş, yağlı kapı. Ha baba de baba, bizim hatuna gaz veriyor. Bu gidişle, rektefe olmayan yeri kalmayacak. Koca da çıtını çıkarmayıp, kuzu kuzu paraları bayılıyor.

Ben kıskanmayım da kimler kıskansın?? Açık, seçik söylüyorum. Kıs-ka-nı-yo-ruuuuum. Rektefe olmayı değil.kocayı kıskanıyorum. Ameliyattan oldum olası, tırsarım. Nasıl cesaret ederler? Narkoz, dikiş, ağrı, sızı. Yaşını da estetik yaptıracak halin yok ya! Ben safra kese ameliyatından sonra kocaman fıtığım var. Yıllardır operasyondan korktuğum için kaçıyorum. Bunlar nasıl zırt,pırt bi yerlerini kestirip, biçtiriyorlar.

Öyle koca veya sevgili nerde bizde!!! Hoş olsa da adamcağızın parası yetmez, benim sağımı, solumu topla, büz, pile yap, pens at, üst üste bindir…Ohooo!! Çok uğraşması lazım. Çıkan derileri THK na bağışla özel şilt bile verirler bana.

Her kırışığımın, deformemin anıları var diye, kendime züğürt tesellisi yapıyorum. Bakmayın bana kendimi beğeniyor ve seviyorum.Öyle kocamın parasını da çar çur etmem. İlgililere duyrulur.



SEVGİYLE KALIN

YURDUMUN BAYANLARI!! GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN

8- Mart dünya bayanlar (artık kadınlar denmiyormuş, kaba ve ayıpmış) günü kutlanıyor. Biz hangi günden eksik kaldık ki bu günden kalalım. Kutlamaya dünden başladık İstanbul Beyoğlu’nda bayanlar günü toplantısını polis göz yaşartıcı spreyle dağıttı. Bayanlarımız gününe spreyle başladı.

Sokaklarda gezerken önüme gelen bayanlara kadınlar günü ne demek diye sordum. Öyle değişik tepkiler aldım ki… Bir hanım “elbet hakkımı bilirim, kocam bana istedikçe hakkımı verir” “ hangi hakkını?” “evin nafakası, benim masraflarımı, çocukların harçlığını” “Peki senin söz hakkın var mı?” “Olmamı! Hep ben konuşurum” Hakkının ne olduğunu kendince biliyordu.

Bir başka bayan ( kadın, bayan, bende karıştırdım.) Evlere işe gidiyormuş. “Ah! Ah ! kardeşim ne hakkı. Ben çalışmasam eve para getiren yok. 2 çocuk okuyor, ev kira, erim bıraktı gitti.Haftanın 6 günü temizliğe gidiyorum. Hanımların içinde iyi olanları var, bana ara sıra hariçten para veriyorlar. Hak, hukuk bilmem. Allah bedenime kuvvet versin de çalışıp, evimi geçindereyim.”

Hanımın tekine sordum. El cevap:” Biz Ağrı’dan yazın geldik. Oralarda açtık, 5 çocuk, herifim, ben. Bebeleri kaynanama bıraktık. Herifim inşaatta, ben de yazın bulaşıkçılık yaptım. Şimdi iş arıyorum, bebeler para bekliyor, kaynanam ( eğer para yollamazsanız, aha bebelere bakmıyorum) diyor. Abla!! Ne olur bana iş bul.” Hakkım ne? Ne diyon abla, ne hakkı? Karnım doysun yeter.

Ben sokakta konuşurken, hanımlardan birkaçı yanıma geldi. “konuşmalarınızı duyduk, TV den misiniz?” Dediler. “evet ama şimdi ÇÖKERTME GAZETESİ için konuşuyorum, gazeteye yazacağım” Gerçekten görmenizi isterdim başıma toplaştılar. Her kafadan bir ses çıkıyor, “teker teker konuşun!” İçlerinde sosyal durumu iyi olan. Büyük şehirden gelip yerleşmiş, Kadın haklarını bilen ve savunanlarda vardı. Hatta işi abartıp Feministim diyenler vardı. Ayrıca feministliği sorunca “erkek düşmanlığı” algılıyorlar ki bu ayrı yazı konusu.

Bodrum’lu bayanlar daha haklarını bilmeseler bile anlatınca öğrenip uygulamaya başlayacaklarını söylediler. Yeni fikirlere açıklar. Sokak mitingi gibi oldu. İyi ki polis bizi de spreyle dağıtmadı. Hoş o kadar abartmadık işi.

Hanımların bazıları ise Beni soru yağmuruna tuttular: Doğudaki kadınlara ne diyormuşum. Dayak yiyenlere, tacize uğrayanlara, töre cinayetlerinde öldürülenlere, üstüne kuma gelenlere, kadın olduğunun farkına bile varmayanlara ne diyormuşum.?

Bütün bunları sadece ben değil; aklı başında, düşünen beyni olan her fert zaten biliyor. Yurdum kadınlarının çoğu böyle yaşıyor. Büyük şehirlerde ki ekonomik özgürlüğü olan, okumuş, bir avuç kadınımız zaten hakkını söke söke alıyor, alamazsa ilişkilerini bitiriyor. (evlilik dahil)

Şu bir gerçek ki daha hak, hukuk, guguk, konularını bayanlarımızın anlayıp, özümsemesi için değil 40 fırın ekmek binlerce fırının tümünü (kürek, ocak, tezgah dahil) yeseler, belki bir arpa boyu yol alırlar.

Ne olursa olsun! Bayan olmamız bizim özelliğimiz. Sevilmesi, eli öpülesi, sarıp sarmalınası, nazik ve en önemlisi ANA yız . Her başarılı erkeğin arkasında bizler varız.

BAYANLAAAAAR!!!!! GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN….



SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Mart 07, 2005

NEŞEMİZİ BULALIM DERKEN

Gazetelere, televizyona bakıyorum; kazalar, cinayetler, intiharlar, kavga, dövüş den geçilmiyor.Okumak, seyretmek içimi karartıyor. Bizim sahtecilikte üstümüze yoktur. Aklınıza ne gelirse marka olan malların sahteleri,; vitrinlerde hatta pazarlarda kapış kapış gidiyor.

Hadi üst, baş, aksesuvar bir şey değil de yiyeceklere ne demeli. Şimdi de rakı belasını sardılar başımıza. Necip milletimiz akşamcılığıyla ünlüdür. Milli içkimiz rakıdır. Yunanlıların uzo ve mastika rakılarını bile bizden aldıkları için için için kızarız. Adamlar o içkilerin sahtesini yapıp kendi milletini sapır, sapır öldürmeyi akıl edemiyorlar.

Kederden, neşeden, akşamları, rakı içilir. Balık denir, akla rakı gelir, Birbirimize hadi iki tek atalım deriz, akla rakı gelir. Rakının yeri, günü, zamanı yoktur. Çok çeşitli içkiler olmasına rağmen bizim için rakı baş tacıdır.

Rakı üzerine ansiklopedi yazacak kadar bilgiler vardır. Rakı içmenin adabı, rakı mezeleri, bardağa koyma şekli bile bir tören gibidir.Rakının asaletine yaraşır sofra ve mezesi olmalı, Beni de okuyan akşamcı sanır. Gençken sıkı içerdim. Eskiden kartal’dım ( uçan kuş demek) şimdiyse kartaldım.( taze değil kart demek) arada sırada gelen, giden olcak da içecem. O da 3-4 kadeh en fazla.

Rakının sahtesini de yaptılar. Hem de Türkiye genelinde yayıldılar. Şu anda haberleri dinliyorum, 23 kişi ölmüş, onlarca insan da hastahanelerde. Bu vicdanı olmayanlar sadece para kazanma uğruna kaç kişinin kanına girdiler. İnsan hayatı bu kadar ucuz onlar için, rakı satan, içen onlarca insan kayba uğradı.zavallı tekel istediği kadar hakiki rakı yapsın, kimseyi inandıramıyor. Mahallemin bakkalı tekelden almasına rağmen rakılar elinde kaldı.

Korkudan çoğu insan içmiyor da müptelası olanları pek kazımıyor. Biz aidis olan hanımla yatıp, bize bişey olmaz diyenlerdeniz. Peeeh!! Sahte rakı neymiş diyenler az değil. Onun için patır patır ölüyorlar.

Neşemizi bulmak için rakımız vardı, onunda içine ettiler.Bre! insafsızlar!! Ne istersiniz milletin rakısından??? Keşke her ürettiğiniz rakıdan önce bol bol içip siz gebereydiniz de, Hem sizlerden biz kurtulurduk hem de masum halkımız kurtulurdu. Özellikle ailenize sevdiklerinize bolca içireydiniz de onların ölümünü yakından yaşasaydınız…

Bütün bu sahte rakıları yapanlar!!! Sizde acıma, merhamet,vicdan, ne bileyim ben, iyi duygularınız olmadığı için, yakınlarınızın ölümü size hiç etki etmez.Çünkü insan kalıbına girmiş, yaratıklarsınız. Size hayvan bile demiyorum. En yırtıcı hayvan bile insanlar zarar vermezse saldırmaz veya karnını doyurmak için orman kanununu uygularlar. Sizlere hayvan demek onlara hakaret olur.

Yiyecek, içecek maddelerinin sahtesini yapıp insan sağlığını hiçe sayanlar!!!! Para uğruna bu kadar mı yaratıklaşırsınız.Yapın, salın piyasaya fakat siz yaptıklarınızı yemeyin. Bırakın halk yesin, siz cebinizi doldurun. Ailenizle sevdiklerinizle rahat yaşayın ve halkın enayiliğiyle alay edin, dalga geçin.

Sizlere diyecek çok lafım var da! Onu bile anlamazsınız!! Sizleri Allah’a havale ediyorum. Tez zamanda cezanızı kat kat verecek. Buna bütün halkımızın duaları ile inanıyorum.



SEVGİYLE KALIN

Pazar, Mart 06, 2005

EVDEKİ YENİ ÇILGIN

Asude evimde ki sessizlikten yılmış, kuş almıştım. Meral gittikten sonra sessizliğe ihtiyacım vardı. Minicik kuş ne yapar ki dedim. Kazın ayağı öyle değilmiş.nasıl hiper aktif anlatamam.

Kafesin altını üstüne getiriyor. Kum kabını yere döktü, başına giyip yerde geziyor, kafesin tepesine çıkıp tek ayak sallanıp pat aşağı düşüyor. Yemliğin arasından geçmeye çalıştı, yapamadı tersden girdi ve geçti. Adını ibiş koymuştum.derhal vaz geçtim. Çatlak koydum. Bu isim ona çok yakıştı.

Kafesini bu gün ilk defa açtım, odada uçtu. Daha elime gelmiyor, bayağı gezdi. Yakaladım ve kafese koydum. Şimdi de korktu mu acaba? Hiç hareket etmiyor, benim aceleciliğim yüzünden hayvanı öldürmeyeyim. Aman şimdi düzeldi de bende rahatladım.

Ne zamandır sizden gelen e-maillere cevap veremiyordum.Bazılarınız yazılarımı yanlış anlayıp, ver yansın ediyorsunuz. Yok ben insanları bırakıp, hayvanlarla uğraşıyormuşum.En kıymet verdiğim, hayvanlarmış. Bakın canlarım! Bir kere önce insan gelir, hayvan sevmek başka. Herkes hayvan sevemez ki! Kimseyi de mecbur edemezsin ille sev diye. Sadece hayvan değil; tabiatı, denizi, doğayı, güzel olan hepsini seviyorum. Sizleri sevmesem burada ve televizyonda işim ne ki.

Kumbahçeden yazan okurum! Lay lay lom yazma ciddi meseleler yaz diyor. A canım efendim!!Ciddi yazan kocaman kocaman laflar eden o kadar çok köşe yazarımız var ki. Her türlü konuları, politikadan tutun ne varsa, çekiştire büzüştüre yazıyorlar. Amacım lay lay lom (senin tabirinle) yazıp, arada zaten gereken mesajları veriyorum. Anlayan anlıyor zaten. Sen hiç merak etme, canım kardeşim. Laflarım şakayla karışık cuk oturuyor.

En çok da iş bulmamı isteyen,” seni millet tanıyor, gır gırsın, aman bana senin gibi bir iş bul ( ne demekse benim gibi. Saygılı mı? Yoksa gır gır ya kolay sanıyor) Güzel kardeşim gel benim yerime her gün yazı yaz,. fakat okunacak kalitede yaz. Bakalım kolay mı? İşçi bulma kurumu değilim ki, o kadar iş isteyen var ki,.

Bazıları kiralık ev bul, satılık ev bul! Bunları gır gırına yazdığınızı kabul ediyorum. Emlakcı dolu etraf, onları dolanın. Ben bile hala kirada oturuyorum. Evim bile yok. Bu kapıdan ekmek yiyemezsem emlakcılık yapmaya başlarım. O zaman bol bol yazarsınız.

Ah! Ah! Ah! En ilginci de ben yalnızım diye yazıyorum ya! Sağ olsun artık evli, bekar bilmiyorum. Arkadaş olalım, yalnızlığını benimle paylaş. Kuşla, köpekle, böcekle, uğraşma gel bana. Sen de hayatını yaşa bizde seni yaşatalım. Daha neler neler…

İki gözüm adamcıklar! 30 yıldır buradayım. O zamanlar genç ve de tazeydim de aramadım. Şimdi mi arayacağım. Haa! Şöyle olursa buyurun gelin. Tiripilekis ev, şöööle en az 35 metro yat, volvo araba (aşağısı kurtarmaz) ve de şüferi olcek.Parayı da çuvalınan depili olcek, ben yeycem, o veecek, heç hesap neyim sormecek gari.beni de sorgu sual etmecek. İşte yıllardır aradığım bu…Eğer bunların hepisini karşılecek babayeğit varısa bekleyom gari. Geliveeee.

Beni haylaz oğlumla baş başa bırakın.Dışarı çıkardım kolamın içine girdi, tadını beğenmedi. Lakin yoğurt banyosu yaptı. Tutamadım , her yer yoğurt oldu. İşim var bununla.



SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Mart 05, 2005

NİHAYET GİTTİLER

Gittiler!! İnanmıyorum gerçekten gittiler.Çatır arkadaşım, Meral ve Ömer’den bahsediyorum. Meral beni tıpkı topaç gibi, evire çevire, tepe sersemi yaptı. Gece geç saatte yine kapı çaldı. AAA!!! Ömer ‘de geldi. Sevgilisine sürpriz yapmış mış. Kardeşim niye makul saatlerde gelmezsiniz de hep gecenin bir yarısında, komşuların ve benim yüreğini hoplatırsınız.

Neyse ki uzun yıllar aynı evde oturuyorum da millet çok iyi tanıyor. Delidir ne yapsa yeridir diyorlar. Ömer; aklı başında, işi gücü iyi konumda,sevgi dolu, adam gibi adam.Bizim çatlak Meral’e bunca yıl nasıl aynı sevgiyle tahammül ediyor. (Kıskançlıktan geberdim. Hiç bizi böylesi gelip bulmaz. Ah! Öyle sevgilim olsa, ahir ömrümde bende gün görsem.) Bu duygularımı onlara belli etmedim ama, ciddi haset ettim. (Kalbim kötü değil mi?)

Bizim kız sevinçten dellendi. Kumrular misali, mıç mıç. Bu sefer üçümüz yollara düştük. Şirince’ye gittik. Selçuk yakınında harika yer. Fırsat bulunca gelirim. Şarapları meşhur, bizde hiç sevmeyiz içmeyi(!) şarabı içmedik, yıkandık. Bir gece kaldık. Bu mevsimde kalabalık da yoktu. Bir sürü lüzumsuz hediyelik eşyalar aldık, yedik, içtik. Şarapların hepsi meyvelerden yapılıyor. Kavun, çilek, karadut, ahududu, daha neler. Hepsinden abarttık da en çok ahududuyla, böğürtlenliği sevdim.

Şirinceliler! Gerçekten şirin insanlar. Kaldığımız otelin sahipleri deli, divane oldular. Leman hanım ve eşi Kazım beye bu ilgilerinden, yaptıkları yemek, köy kahvaltıları, özel ekmek için sonsuz teşekkürler. Sizleri tanıdığıma memnunum, bodruma bekliyorum.

Arabanın bagajını şarap yükledik, sırada Meryem ana var. Şirince’de sıkı kahvaltı sonrası, adresler, telefonlar alınıp verildi. Yola çıktık. Selçuk o kadar yakın ki pırt diye geldik.Meral tutturdu çöp şiş diye! Yiyemeyiz, tokuz dedik de!!! Bir çöktük çöplerin başına sanki ezelden açmışız. Ye Allah ye!! Tam çatlamak üzereyken, yola çıkabildik.

Meryem ana’ya kadar da arabada of, küf, pof, çeşitli seslerle geviş getirmeye çalıştık.Oldum olası Meryem ana yolunu severim. Manzara harikadır, döne döne dağa çıkarsın.Birde ben ne zaman Meryem anaya mum dikip dileklerimi dile getirsem, hep dileğim kabul edildi.Her ziyaretimde, kendi bildiğim duaları okurum. Bilirim ki Tanrı tek, peygamberler farklı. Orada, Meryem ana olarak değil de tanrıyla konuştuğuma inanıyorum.

Yetmiş iki millet oraya geliyor. Çeşitli dinden, milletten, insanlar akın akın geliyorlar.Kim ne derse desin ben orda dileklerimin olduğuna inanıyorum. Kış olmasına rağmen bayağı kalabalıktı. Kapıda mumları aldık, abartma huyum olduğundan, avuçla aldım. İçerde mumları kendim ve sevdiklerim için yaktım. Sevdiklerime telefon ettim, “şimdi mum dikiyorum, siz dileğinizi oradan yollayın “ Hepsine sürpriz oldu nasıl sevindiler. Meral’den ziyade Ömer bayıldı bu geziye. Bizimki sevgilisi yanında ya yer, mekan önemli değil, lay lay lom geziyor.

Dönüşte Aydın ortaklarda molaaaaa!!!! Bilin bakalım niye?? Yemek ayol yemek…Gene çöp şişlere yumulduk, Trabzon ekmeği de aldık ( kocaman, 2-3 kilo gelir herhalde) Koma halinde evimize kavuştuk. Gece pestil gibi yattık.

Sabah bir uyandım! Bizimkiler bavulları arabaya yerleştirmişler, Uyanmasam! utanmadan habersiz gideceklermiş.İçimden göbek atmak geldi ama bütün riyakarlığımla “Ayyy ne güzel vakit geçiriyorduk, nereye ayol?” Ömer’in işleri varmış da yoksa kalırlarmış. Ömer’i gelip bizim deliyi alıp götüreceği için öpmek geldi, içimden.

Gittiler!!Gerçekten gittiler.. Evimde kuşumla beraber, sakin yaşamıma dönüyorum. Biliyor musunuz tam 3 kilo almışım. Derhal sıkı rejim.. Taş kaynatacam taş. Yemek haram bana.



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Mart 04, 2005

MÜJDE ARTIK EVİMDE ERKEĞİM VAR

Ne zamandır, evde yalnızdım. Annemin ölümü, ardından köpeğimin ölümü. Evde esas şimdi yalnızlığın ne olduğunu bildim.

Köpeğim öleli, 1.5 ay oldu. Dün bana cep telefonuma mesaj geldi. Aptalın biri, köpeğim için, sözüm ona baş sağlığı diliyor.Ruhunun şeytana satıldığının en güzel örneklerinden birini yazmış. Kalbinin çirkinliğini, kelimelere dökmeye çalışmış.Ama beyninin balatasını sıyırdığı için, kafası boş dönüyor. Kendisi birde doktor. Emekli oldu da hastalar ve insanlık elinden kurtuldu.

Beni o değil feriştahı gelse üzüp, kızdıramaz. Ben o devreleri atlatalı yıllar oldu. Onlar ve tayfaları, kedi uzanamadığı ciğere mundar hesabındalar. Şimdilik o doktorun ismi bende saklı. Fakat üstüme gelirlerse, gazete ve TV de rezil ederim. Sakın benle dans etmesinler. Başları döner, kıç üstü otururlar. Bu son ihtarım, akıllarını ( eğer varsa tabii) başlarına alsınlar. Zaten savcılıkta kayıtları var, eski mesajlardan dolayı. Bir elime alırsam, Allah ya onlara, ya bana.

Neyse! Hadsizlerin arada sırada tımar edip, hadlerini bildirmek lazım ki! Meydan onların sanmasınlar.

Gelelim erkeğime! Evde televizyon, gazete, sessizlik. Bana göre değil. Çenem işlemeli, hayatımda devamlı aksiyon olmalı, monotonluk sıkar. Bizim Meral’ de gidince iyice sessizleşeceğim. ( daha da gitmeye niyeti yok) Tekrar köpek almayı düşünmedim. Doğurmuş gibi evlat yerine koyuyorum.Ölünce de deli danalar gibi böğürüyorum.

Meral’le gezerken, bir dükkana girdik. Hemen bende ampul yandı. KUŞ almalıydım. Evet, evet!! En iyisi kuş.

Yallah! Kuşçu dükkanına!.. Neler lazımsa: kafes, oyuncak, yemleri, ishal ilacına kadar hepsini aldım. Nasıl seviniyorum, Ben kuş olup, oradan oraya sekiyorum. En önemlisi de kuşu seçmek…Kafeste onca kuştan hankısı acep benim olacak ki.Şimdiye kadar devamlı dişi hayvan besledim.Nedense erkek bana cazip gelmemişti.

Kızımın da İstanbul’da muhabbet kuşu var. Meğer onların erkekleri konuşurmuş. Erkeklerin burun önü masmavi oluyor, dişilerinki beyaz. Kızım da erkek diye aldı, 3 yaşına geldi. Burnunun önü yarısı mavi, yarısı beyaz. Herhal eşcinsel kuş dedik. Kuşçu doğruladı( bodrumdaki). Biz eşcinsellerden kaçarken kuş da eşcinsel çıktı.

Kuşların içinde bakarken! Bir tanesi elime kondu. Tüyleri mavi beyaz, nasıl güzel bir muhabbet kuşu. Sordum erkekmiş. İşte bu benim olmalı, kendi beni seçti dedim. Birlikte eve geldik. Kafesini baş köşeye koydum. Bütün çeyizlerini de yerleştirdim.

Şimdi evine, bana alışmasını bekleyeceğim. Zaten sevgi, şefkat, ilgi, manyağı olduğum için, kuşuma da bunları bol bol vereceğim. Konuştururum onu hem de nasıl.

Kuşumun ismi İBİŞ. Ben çok küçükken annemler beni ibiş diye severlermiş. Yani şeker bir çocukmuşum.( şimdi hala öyleyim ya!!) Anacımın anısına İBİŞ dedim kuşuma.

Hamd olsun yıllardan sonra evimin içinde çok sevdiğim erkeğim var. İnşallah uzun yılları beraber yaşarız.

Hoş geldin evime! Bana arkadaş, sevgi, dostluk vereceksin. Hayatımın yegane erkeki İbiş’im canım benim, hoş geldin.



SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Mart 03, 2005

ZORAKİ GEZGİNLİK

Ankara’ dan Meral bende kalıyor ya! Evi unuttuk. Sabah kahvaltısı bir yerde,Öğle yemeği bir yerde. Yemek saat 3 de bir başlıyor, “ Hava güzel keyif yapalım, hava kötü zaman geçirelim, devamlı iki tek atalım, şekerim! Tatildeyim.”

Gırtlak olunca içine düşerim.Arabayla gez Allah gez. Meğer kışın ne çok açık yerler varmış. Bütün koyları dolaştık, ye iç, bizim kız her gittiği yerde maraza çıkardı. Yok tazemi? Bütün deniz ürünleri bir arada niye yok? Otların isimleri neler? Balıklar iyi pişsin! İlk rakı su konur mezeler çabuk gelmeli, vs. vs. vs. öylede şirin ki kimse de kızamıyor.

İki hatun, seferi vaziyetinde koşturduk. Benim proteinden kolestrol 3000 filan, karaciğer iflas bayrağını çekmiş de yeteeeeer!! Diye bağrınıyor. Uyduk Meral’e, gidiyoruz bilmem nerelere.

Bodrum dar geldi, Milas pazarına da gittik. Aslında bana da değişiklik oldu. Araba olmadığı için, oralara gidemiyordum.Aman pazar ne güzelmiş,bir sürü lüzumsuz öte beri aldık. Bu ara da beni tv den tanıyan çıktı. Gelip öpenler, dertlerini dile getirip onları da söyle diyenler, alışverişte tanıyıp bedava vermeye kalkanlar, hediye edenler, hiç bu kadar seyredildiğini tahmin etmiyordum. Nasıl sevindim, gururlandım. Canım,Milas’lılarım benim!

Bir insan; ister çöpçü, ister cumhurbaşkanı olsun, işini severek yapıyorsa mutlaka karşılığını alıyor. Sizler bana güç veriyorsunuz, hep iyiyi, doğruyu yapmaya çalışıyorum. Meral benim yaptıklarımı duyunca dumur oldu. Hele gazetede onun ipini pazara çıkarınca önce çıldırdı. Bağırdı, arkadaşlığını bitireceğini ve benden korkunç intikam alacağını söyledi. Tekrar, tekrar okudu.Yumuşadı, fenada olmamış, beğendim filanla karışık barıştık. Bakışlarından beni kıskandığı belli oluyordu.Milas’ da ki izzet ikramdan sonra iyice çıldırdı. Bas, bas bağrınıyor! “Seneler sonra hatuna bak ya!!! Ne cevherler varmış da bizden saklamış.”

Tam 45 dakika beni cepten Ömer ‘e anlattı, yazıyı oraya e-mail attı. “oku da beni ve seni nasıl rezil etti, şahit ol “ “Kızım benle iyi geçin, medya elimde haaaa!” hemen yelkenler suya indi.( nasıl tehdit ama, hep dostlarıma işe yarıyor. Heeeeh heeee!! Ben de az değilim.)

Pazarda bedavaları kabul etmedim, parasız olmaz dedim. O zaman iyi indirim yaptılar, sağ olsunlar. Hediyeleri ben almadım, kabul etmedim. Bütün Milas’ın altını üstüne getirdik. Yola çıktık geliyoruz, Meral arabayı kullanırken pis pis gülüyor. Hiç seslenmedim! Nasıl olsa birazdan kendi bülbül olur, oldu da. Bakar mısınız benim pişkin arkadaşıma! Arkamdan sen dolaş,” o utanır almaz, ben kardeşiyim, verin hediyeleri bana.” Topla verilenleri…. Şok dan şoka girdim. “hemen geri dönüyoruz, vereceğiz bunları!” “Yaaa!! Sen almasan ben götürürüm, ne güzeller kıyamadım, sen de yine yaz beni rezil et!Zaten adım çıktı rezile, beni tanımıyorlar ki! Ankara’dan nerde bulacaklar”

Ne diyim ben! Başımın belası… Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Acaba ne günü gidecek? Bu yazıyı okur da gider mi acaba? Allah’tan ümit kesilmez. Hayırlısıyla saç baş olmadan yollayayım. İkinci bir emre kadar evime bütün ziyaretler durdurulmuştur. İlgililere duyurulur.



SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Mart 02, 2005

MİSAFİRİM GELDİ

Bir bu eksikti. Bela geliyorum demez, geldi. Hem de ne gelme. Evde gece yatmaya hazırlanıyorum,gece 2.30. Kapı yıkılıyor!! Bir aklım varmış çıkıvereyazdı.”Kim ooo????” “Aç! Ben geldiiiiim!!! “Ankara’dan çocukluk arkadaşım Meral!!!!Bu arada mahalle komşularımda uyandı, top yekün karşıladık.

Dün öğleden sonra, buna kalabalık gelmişler (zaten hiç gitmiyorlar ki! Tam çatır,deli, dolu ama çok matraktır.)İşinde patronuna “ Ben Bodrum’a gidiyorum!sıkıldım kafamı dağıtıp gelirim. Hadi eyvallah!” Buna “hayır” deyip de işinden atacak patron nerdeee? Zira senelerdir şirketin bel kemiği.

Bağırıyor! “Arabayı kötü park ettim, birisi düzeltsin.” Gecenin o vaktinde. Düşünün artık. Beni 10 dakikada tepe sersemi yaptı. Derhal odasını kendi tayin etti, bavulunu açıp o vakitte yerleşmeye çalışıyor. “Dur kızım bunun yarını da var” Ne dese! “Yarın beni kapı önüne koyarsın, neme lazım.Ben şimdiden yerleşeyim.”

Pijamasını giydi, “Hadi çay yap da içelim, sana anlatacaklarım var, önemli” Ölüyorum uykusuzluktan, hastalığım geçmemiş, bu farkında bile değil.( Benden 7-8 yaş küçük, ful enerji) Kaçar, göçer yok. Oturduk dinleyeceğiz. Bunun yıllardır bir uzatmalısı var. İkisi de bekar, lakin evlilik onlara göre değilmiş. Bizimki erkeğe hizmet edemezmiş, böyle gece gezmeleri, beraber hoş vakit geçirme, sonra herkez evine, mesuliyet yok, lay lay lom hayat.

Bu ilişkiyi ben yaşasam adam beni iki günde kapı dışarı eder. Bundaki şans işte, adam yıllardır gıkını bile çıkarmıyor.Ne adamlar var Ah! Ah! Bizimki hiç evlenmedi. Tek erkekle ömrünü bitirmeye kararlı.

“ Dur unuttum” diye içeri koşturdu. Ömer’in (arkadaşı olur kendileri) kocaman resmini benim televizyonun üstüne koydu.” Kızım odana koysana ben niye adamın resmine bakıp durayım” “AAAAA!!!! Sen bakma ben bakarım,özleyince öpcem onu”

Şimdi bizimki adama kızmış. Sebebi de geçen akşam yemeğe gitmişler. Gecenin sonunda Ömer bizim kızı evine kahve içmeye davet etmiş, Meral olmaz demiş. Niye, nasıl, neden derken tartışmışlar. Bizim deli çok bozulmuşmuş da morali bozukmuş da ille şehri terk etmesi gerekirmiş de. Sen atla arabaya yola çık. Ömer’ haber verme, Yolda aklı başına gelmiş “Ben nereye gidiyorum ki!! “ bakmış yolu yarılamış amaaaaan! boş ver, değişiklik olur. Tabi ki Ömer’e hırsı da geçmiş. Affetmiş onu. Delidir, ne yapsa yeridir.

Dakka bir, gol bir. Şimdiden ne planlar yapıyor? Nereye gidermişiz, neler yermişiz, açık nereler varmış? Hiç evde yemek yapmayalım, dışarı atalım kendimizi, Bodrum’un altını üstüne getirelim.Ben zaten ev kuşuymuşum, miskinmişim, kış uykusuna yatmışım, silkelenmem lazımmış, daha neler, neler. Motor takmış gibi devamlı o konuştu, ben dinledim.

Kaç gün kalacak bilmiyorum ama beni yoğurup hamur gibi yapmadan gitse diye umuyorum.Dibinde kurt varmış gibi kıpır, kıpır.

Daha benim nelerle meşgul olduğumu bilmiyor. Evde hımbıl, tembel oturuyorum zannediyor. Ben çenemi açmadım bile, Bu yazılarla intikamım korkunç olacak.Yarın gazetede okuyunca, ınınınnn!!!!! Şoklara girecek…Yüzünü çok merak ediyorum.Ne renk ve şekil olacak.Allah encamımı hayır eylesin! Bakalım bu kızla ne yapacağım.



SEVGİYLE KALIN

Salı, Mart 01, 2005

ANILARDAKİ BODRUM

Hastalıktan ve evde oturmaktan sıkılıp, kendimi deniz kıyısına attım. Hava puslu, hafiften yağmur yağıyor. Kapalı mekanın deniz kenarına geçtim, kahvemi söyledim. Kum bahçeden baktım. Karşımda heybetiyle kale,(zamanında Rodos Şövalyeleri kim bilir ne aşklar, ne hırslar yaşamışlardır.) Uzağında bardakçı koyu…

Eskiden yol yoktu, motorlarla gidilirdi. Rahmetli Zeki Müren o koyla bütündü. Kimler gelip, gitmedi ki oraya!! Şimdi bazıları rahmetli, bazıları artık gelmez oldular. Salaş, bakir bir yerdi. İlk disko Apple (epıl) dı. Gece her kez en şık kıyafetini giyer gelirdi.

Azmakbaşında köprünün altında tek çay bahçesi ve kıytırık tek TV . Gözen yazlık sinemaya az gitmedim. Halikarnasa kadar yol bile topraktı, bar mar ne arasın Bodrum demek iki bakkal, bir furundu.

Karşıdaki kara ada Erol’un( Dergah, Demgah,) Yerinde duvarlar Neyzen Tevfik, Cevat Şakir resimleri ve şiirleri yazılıydı. Sizde içinizden gelirse Duvarlara yazabilirdiniz.Erol keman ve ney çalardı. Güzellik çamuru bile daha temizdi. Günlük geziye çıkan tekneler mutlaka kara adaya uğrarlardı.

Bağla, Kargı,Karaincir Bitez’e kara yolu yoktu. Teknelerle gidilirdi. Bakir ve doğa güzelliği bozulmamıştı.Bağlanın havuz başında bir su akardı!!! Biz bidonlarla eve getirirdik.

Torba bile sonradan torba oldu kimse gitmezdi. Tek tük bar vardı.Veli, Mavi, birde barlar sokağında Seyfi bar paşa her akşam orada oturur, insanlarla yüzlerce resim çektirirdi.Yanında Gambit, karşısında Kavalye, Yanı Hadigari. Belki unuttuğum birkaç bar daha olabilir ama o kadardı.

Şimdiki Vittoryanın yeri garajdı.Arkası açık jiplerle Gümbete giderdik. Gümbette sadece Sami motel,Baba kamping vardı. Yollar toz içindeydi. Kimse orada gece geçirmeyi düşünmezdi bile. Bütün hareket barlar sokağındaydı.

Şimdiki gibi 5 yıldızlı oteller, tatil köyleri, yazlık evler nerde???? Ev pansiyonları, Baraz otel, Gözegir, birkaç tane daha. Ama orada kalanlara “vay be!! İyi paralılar” denirdi. Büyük restaurantlar nerdeee 2-3 taneydi. Ev yemekleri yapanlar, ucuz yerler tutulurdu.

Bodrum’un içi bembeyaz iki katlı evler, bol yeşillikler içindeydi. Dağlar yemyeşil ormandı.Misler gibi havası vardı.Sokaklar!! limon,mandalin,zeytin kokardı. Begonvil çiçeği buraya yakıştığı kadar hiçbir yere yakışmıyor, Bodrum mavisi ile begonvil ayrılmaz bütünlük.

Daracık sokaklarda yaşayan insanlar, birbirini tanırdı.Halikarnas tarafı Giritli mahallesi, Türk kuyusu tarafı Bodrumlular mahallesiydi. Böyle birkaç mahalleydi o zamanlar. Ben yazın gelince (17sene aynı pansiyonda kaldım) 20 dakikada kim evlenmiş, kim doğurmuş, kim ölmüş, anlatırlardı. Kapılarımızda kilit yoktu.

Öyle renkli insanlar yaşadı ki! Bir papatya denilen emin kaptan, bir ulu manitu hugk, plaka Muhittin, Mustafa emmi,Şalvar ağa, film çeviren Niyazi, teknecilerden Barka selim, Coşkun ( han restoranda beyaz giyer, harika sirtaki oynardı)Plaka Muhittin aklı kıttı ama bütün plakaları ezbere bilirdi. Bana aşıktı. Teraziyle insan tartar, millet acır para verirdi.Akşam paraları bana getirir “Aha al baken sağa para, seni satın alcen gözel kız, gel benile”derdi.Bir gün Z.Müren takıldı “beni kaça alırsın Hüsamettin?” baktı, baktı! “A ah! Seni almam gari, sen ehtiyarsın, napem seniiii”

Eyvah yine yerim bitti. Aslında öyle çok anılar var ki 30 yıl (daha üste yıl koymuyorum, yaşım meydana çıkıyor) dile kolay. Bir kahve içimi, denize dalmam, neleri hatırlattı. Yine bu anılara döneceğim. Daha ne renkli anılar var………



SEVGİYLE KALIN