Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Çarşamba, Kasım 24, 2004

BÜTÜN ÖĞRETMENLERİME

Ankara’da kardan mahsur kaldım. Senelerdir başkentte yaşadım, karlara alışıktım ama Bodrum’da oturunca unutmuşum. Nasıl hoşuma gitti karlarda yürümek, lapa lapa yağan karların üstünde yuvarlandım. İnanır mısınız çocuklarla beraber kardan adam yaptık, kartopu oynadık. Ankara’da geceleri tiyatrolara gittim. İpini kırmışlar gibi gece gündüz gezdim.

Eski çalıştığım Çankaya ilkokuluna gittim. Devre arkadaşlarımın hemen hepsi emekli olmuşlar, yeni arkadaşlarla tanıştım. Okul müdüründen rica ettim sınıflara derslere girdim. Sanki emekli olmamış da öğretmenliğe devam ediyormuşum gibi nasıl zevk duydum. Bu meslekte tıpkı bisiklete binmek gibi asla unutulmuyor, kaldığın yerden başlıyorsun. Kendimi bir kere daha kutladım. Çok sevdiğim mesleğimi doyasıya yaptığım için Bir kere daha dünyaya gelsem yine öğretmen olurdum. Hele ilkokul öğretmenliği daha kutsaldır. (lisedeki meslektaşlarım bana gücenmeyin) bizler sizlere hazırlayıp yolluyoruz. İlkokuldaki çocuk ana sevgisinden ilk defa öğretmen sevgisine geçer. Dikkat edin ne kadar büyüyüp yıllar geçse de ilkokul öğretmenlerinin isimlerini unutmazlar. Bu meslek çocuk sevgisiyle, şefkat ve özveriyle gönülden yapılır.

Ankara’da otururken özel günlerde defalarca Anıtkabir’e giderdim. Bu defa da öğretmenler için gittim. Ben her gittiğimde ATATÜRK’ÜN mozolesinin önünde uzun uzun durur, Atamla konuşurum. Biz aileden köklerimizden gelme Ankara’lı ve Atatürk’cüyüz. Annem 1938 yılında lise mezunu olup 36 yıl devlet dairesinde memurluk yaptı. Annemin teyzesinin yazlık bağ olarak kullandıkları( Çankaya )evin olduğu yeri Atatürk şimdiki köşk olan araziyle beraber satın almış. Anneannem, büyük teyzelerim, ve annemden defalarca Atatürk’ü dinlemiştim.

Bu gün yine Anıt kabirdeyim. Atamın yanına aslanlı yoldan yürürken halktan insanlar, bilhassa dışardan gelenler akın akın geliyorlardı. Mutlaka bilirsiniz Anıtkabirin girişinden itibaren bir saygı ve sevgi rüzgarı sizi çevreler isteseniz de başka türlü hareket edemezsiniz. O ATA bizi sarar sarmalar zeki gözleriyle bizi takip eder.

ATATÜRK’ün mozolesine geldim. İçimden geldiği gibi konuşmaya başladım. “Atam!. Sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Eğer sen olmasaydın biz kadınlar şimdi evlerde belki de kafes arkalarında yaşamaya mahkumduk. Şu anda laik Türkiye’de yaşıyorsak, erkek kadın gözetmeden her mesleğe girip çalışabiliyorsak, senin sayendedir. Eksik etekten BİREY’e dönüştük. Ayaklarımız üstünde durabilmek medeniyetin her türlü imkanlarından haberdar olup hep ileriye, daha iyiye, doğruya gitmek senin sayende oldu. Doğurduğumuz evlatlarımızı senin verdiğin imkanlarla bilinçli büyütüp sağlıklı, güvenilir nesiller yetiştirmek senin sayendedir. İyi ki ben ve kadınlarımız okuyup, meslek sahibi olduk. Tekrar tekrar teşekkür ederim. Bütün ÖĞRETMENLER adına saygı ve sevgiler. Nur içinde yat CANIM ATAM!.....”

Öğretmenler gününüz kutlu olsun.



SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Kasım 22, 2004

DOSTLUK NEDİR NASILDIR BİLEN VAR MI?

Geçmişle, gelecek arasında gel-git yaşamak bazen insanda hezeyanlara sebep oluyor. İstanbul’daki eski dostların çocukları büyümüşler, kimi evlenmiş, kimi çalışıyor. Çoğunu tanımakta zorlandım. Sadece bende değişiklikler oldu zannederdim. Dostlarım da fiziki değişmişler. İstanbul’dan dün Ankara’ya iki, üç günlük kaçamak yaptım. Şimdi size başkentten yani has memleketimden yazıyorum.

Uzun zamandır buraya da gelmemiştim. Ne kadar değişmiş, hiç bilmediğim semtler oluşmuş. Şurası da gerçek ki İstanbul’dan sonra Ankara çok derli toplu geldi. Tamam orada da kalabalık, trafik var ama daha düzenli. Zaten Ankara oldum olası devlet erkanı, hükümet orada olduğundan daima her konuda duyarlıdır. Ankara halkı her an yollardan devlet büyüklerinin geçişlerine alışıktır. Nitekim geldiğimin ilk günü arabadayken yolu kestiler, Başbakan geçiyordu. Seyre durduk sonra dayımlara gittim.

Dayımlarda hoş beşten sonra bir telefon trafiği başladı ki!...Aynı gün duyan dostlarımın çoğu eve doluşmuştu bile. Düşünün en son Ankara’ya 1999’da gitmişim.

Dayım asker emeklisi olduğu için ordu evinde yer ayırttı. Akşama ne kadar eş dost varsa toplamaya çalıştı. Çoluk çocuk yemeğe gittiğimizde yaklaşık 30 kişi olmuştuk. Dayımın kızı Ankara radyosunda ses sanatçısıdır. Askerlerden kurulu sazlar vardı. Özlem sahneye çıktı. Belki 2 saate yakın Türk müziğinin klasiklerden başladı, günümüzün şarkılarıyla muhteşem bir konser verdi.

O kadar zamandır görmediğim dostlarım aynı İstanbul’dakiler gibi bebeler büyümüş arkadaşlarım babaanne, anneanne olmuş. Öyle anlar vardır ki uzun zaman göremesen bile karşılaştığın zaman ayrılıkla geçen zamanı yok sayıyorsun, kaldığın yerden devam ediyorsun. Benim eski dostlarım en aşağı 20-30 seneye dayanır.

Yemekte güldüğümüz kadar aramızdan ayrılanlara da ağladık, sevgiyle yad ettik. Birbirimize geçmişte yaşadıklarımız haylazlıklar, çapkınlıklar,iyi günde, kötü günde paylaşmalarımızı anlattık. Masada herkes birden konuşuyor, bardaklar inip inip kalkıyordu. Her beş dakikada bir sarılıp öpüşmeler koptuk yani anlayacağınız gibi.

Bir kere daha inandım ki!.. hayatta en değerli ve güzel olan şey DOSTLUK. DOSTLUK emek ister, özveri ister, zamanla pekişir. Arkadaş, tanıdık çoktur, dost az ama özdür.

Ben bir zamanlar birine “Her şeyin bir bedeli mutlaka vardır, dostluk hariç. Kutuplardan, ekvatora kadar bütün dünya milletlerinin parasını bir havuzda topla. Tek satın alamayacağın şey DOSTLUK’tur. Bu duygu da sana yabancı, bilemezsin” demiştim . Anlamadı, iyi de oldu ben çok kazançlı çıktım.

Şimdi yaşam koşulları mı, kaybolan değerler mi adını koyamıyorum. İkili ve çoklu ilişkilerde bir samimiyetsizlik, kullanılma, arkadan ‘canın çıksın’ görünce ‘canım,canım’ Bana itici geliyor. Zaten duygularımı yüzümde belli eden insanım. Şaşırıyorum ,ilişkileri çözemiyorum. Neden samimi, güzel, dürüst duygularımızı yitirdik. Ne oldu bizlere? İlişkiler bu kadar ucuz mu?

Biliyorum sevgili okurlarım! Sizler benimle yazılarımla dostsunuz.Beni okumanız bile bana gurur veriyor.

Hepinizin dostu olabilmek için elimden geleni yapacağıma sevgi sözü!!!!........



SEVGİYLE KALIN

Cumartesi, Kasım 20, 2004

İSTANBUL GECELERİ

Bodrum’da yıllarca oturunca, turizm mevsimin de bile müzikli bir yere gitmeyi hiç düşünmüyordum. Gençken abartarak sabahlara kadar gez, eğlen, delicesine acısını çıkarıyorduk. Hani bir şarkı vardır. DALGALANDIRIM DA DURULDUM ben onu biraz değiştirip söylüyorum.”dalgalandım da duruldum, koştum barlarda yoruldum. Binlerce eğlence gördüm de Aaaaaaahh!....yaşlanınca duruldum. (Bunu lütfen şarkı gibi okuyun)

Şimdilerde yazın gündüz deniz, güneş; gecedeyse Aliko’nun kahvesinde dostlarımla oturup, çay arası sohbet beni mutlu ediyor. Kışınsa köpeğimle yürüyüş, eş dost ziyareti, kitap okuma ,TV’de dizilerim. En önemlisi koro çalışmalarım var. Köşe yazılarım ve fitness çalışmalarım var. Artık başımda kaldırmıyor gürültülü yerleri.

Bak yine Bodrum’u anlatır oldum. Özledim ben özledim! Birkaç güne kadar geliyorum. Şimdi İstanbul’dayım ya! Ne kadar çok dostum varmış. İnsan içinde yaşayınca bilemiyormuş. Uzun aralıklarla gelince millet yarış ediyor, hep davet, yemek benim rejim güme gitti. O kadar yemekler, gezmeler (burada yürüme de yok hep arabayla) yandığımın resmidir.

Ne kadar ayak direttiysem de beni İstanbul gecelerine götürdüler. Eğlendim mi,cenge mi çıktım? Buyurun okuyun.

Bostancı’dan akşam 5’de evden arabayla çıktık. Köprüden karşıya geçeceğiz ama geçemiyoruz. Yollar mahşer gibi 2 teker dön dur, 3 teker dön dur. Akmerkez dedikleri sosyete alışveriş merkezine gelebildik. Baktım saat 7 olmuş. Biz bodrum’da 2 saatte Muğla’ya varmıştık neredeyse. Güç bela arkadaşlarla buluşabildik. Zannetmeyin orada oturup bir kahve içeceğiz. Yer bulamadık ki!... Haydi boğaza balık yemeğe dediler. Açlıktan midem arkama yapışmış vaziyette kurbanlık koyun gibi kendimi feda ettim, gecenin finalini bekliyorum.

Bu şehr-i İstanbul’da hiç evde oturan yok galiba. Millet sokaklarda.Allah’tan rezervasyon yaptırmışlar. 9’da yemeye oturabildik. Yediklerimle sizleri imrendirmek istemiyorum. Ama lüfer balığına tıka basa doydum diyebilirim.

Saat 12’yi geçe önce Etiler barları dediler. Aman tanrım!..... ne kalabalık girmek korkunç bir dert, çıkmak ayrı dert . Saat 3:50 sıra taksim Beyoğlu dediler. Haydaaaaaaaaa!!!!

Bin arabalara langır lungur çık Taksime. Arabaları uzağa parket, yürü Allah yürü!! Arkadaşların barı varmış oraya gittik. Eğlence denilince zannederim her yerde aynı. Çok kalabalık, gürültülü müzik ,giyinmemiş (kumaş olarak babalarının eski mendillerinden) hafif örtünmeye çalışmış kızlar masaların üstü,yanı nereyi bulursa tepiniyor.Bizim gruba garip garip bakıyorlardı. Bizler (kızım, damadım hariç) M…..epozlu hatunlar ve saçlarına ak düşmüş beyler olarak, onlara göre çağ dışı oluyorduk. Bakışlardan sanki “Ne işiniz var bu saatte ilaçlarınızı için uyuyun, bırakın buralarda gençler eylensin”Der gibiydiler.

Bizde inadına alkol mü desem kızgınlık mı desem, son gittiğimiz barda cozuttuk. Bu sefer onlar bize şaşırıp kaldılar.AH! AH! AHHHH!!! meğer ne kadar dökülecek kurtlarımız varmış da haberimiz yokmuş.

Artık saate bakmıyordum. Oradan çıktık dooooğru çorbacıya inanır mısınız? Orada bile boş masa yoktu. Sabah olmuş normal insanlar uyanacak işine gücüne gidecek, biz daha çorbacıdayız. Masadakilerin gözüne gözüne bakıyoruz. Kalksalar da biz otursak diye .İşte bir masa boşalırken iki aile aynı anda masaya hücum ettik.HEEEEEYYYYTT!!!!galip biz geldik. Nasıl yıldırım servis anlatamam, daha çorbanın ortasındayız, bu sefer başkaları gözünü bize dikmiş ‘yeter kalksanıza’ der gibi bakıyorlar. Tıkandım, yiyemedim zaten.

Eve dönüşte trafik yok zannetmeyin, SABAH BEŞ BUÇUK KÖPRÜ TIKALI inanamadım, arabada uyuyup kaldığım için saat kaçta eve çıkıp yattığımı hatırlamıyorum.

Bu EĞLENCEDEN sonra 2-3 gün benden hayır beklemeyin UYUYACAĞIIIM!!!!!...



SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Kasım 18, 2004

KİMSEYE KALMAZ

Geçen gün gazeteleri karıştırıyordum. Vatan gazetesi yazarlarından Okay Gönensin yazmış. Çok hoşuma gitti, sizinle paylaşmak istedim.



Bir dostu, Harun El Reşid’e nadide bir gül fidanı gönderir.O da bahçıvanını çağırıp fidanın önemli olduğunu, iyi bakmasını söyler. Bahçıvan fidana gözü gibi bakar. Nihayet fidan tam tomurcuk vermişken korkunç bir olay olur. Kuşun biri goncayı paramparça etmiştir. Bahçıvan korkudan ne yapacağını bilemez. Sonunda hükümdara doğruyu söyleyip, cezasına da razı olacaktır.



Harun El Reşit bahçıvanı dinler ve şöyle der: “Ne yapabilirsin ki,senin hiçbir suçun yok. Suç o kuşun. Ama dünya ona da kalmayacaktır, o da belasını bulacaktır.”



Bahçıvan ceza görmediği için çok mutludur. Aradan birkaç gün geçer. Bahçıvan goncayı paralayan kuşu görür. Ancak bu kez kuş bir yılanın eline düşmüştür.Bahçıvan yılanın kuşu yalayıp yutmasını izler. Dayanamaz koşup huzura çıkar,olayı anlatır. Harun El Reşit “Gördün mü ? bu dünya o kuşa da kalmadı, belasını buldu. Yılanda bulur bir gün belasını” der.

Bu olaydan kısa bir süre sonra ,Harun El Reşit sarayın bahçesinde gezmekte, bahçıvan da ona bilgi vermektedir. Birden çiçeklerin arasından bir yılan çıkar.Bahçıvan “İşte o yılan!” Diye bağırır. Yılanda hükümdara doğru gitmekteyken ,bahçıvan elindeki kürekle yılanı ikiye

böler, öldürür.

Harun El Reşit yılanın hangi yılan olduğunu anlamıştır, bahçıvana döner:” İşte bu dünya o yılana da kalmadı,belasını buldu”



Aradan aylar yıllar geçmiştir. Bahçıvanın bir hatası yüzünden, hükümdarın en sevdiği çiçekler ölür. Harun El Reşit küplere biner, hemen bahçıvanın kafasının vurulmasını emreder.



Askerler götürürlerken bahçıvanın aklına son çare gelir,”Ne olur izin verin, hükümdara bir tek söz söyleyeceğim,göreceksiniz beni affedecek” diye yalvarır. Askerler “ya affetmezse “derler,”Ne fark eder ,yine kafamı kesersiniz.” Der.



Askerler bahçıvanı bahçedeki hükümdarın yanına götürürler. Bahçıvan Harun El Reşit’e gülü, kuşu ve yılanı hatırlatır.”Bu dünya hiçbirine kalmadı hükümdarım” der.



Hikayeye göre Harun El Reşit bahçıvanın ne demek istediğini anlamış ve onu affetmiştir.



Bu hikayeden de anlaşılacağı gibi benzer durumlarla mutlaka karşılaşmışızdır. Önce kendimize sonra etrafımıza bakalım: Ne gülü, ne kuşu , ne de yılanı hatırlar mıyız,yoksa başımızı çevirip gider miyiz?



Aslında her eve bir tane Harun El Reşit olmalı…



SEVGİYLE KALIN

Salı, Kasım 16, 2004

İSTANBUL’DA BİR ŞARKI TUTTURMUŞUM

Size yazmıştım yürüyorum dostlarım diye. Bu şehrin tadını çıkarmaktayım. Geçen gün Moda burnuna gittim. Güneşin batışını seyrettim, kulaklarımda sanki Barış Manço: DAĞLAR, DAĞLAR, GÜL PEMBE, KOL DÜĞMELERİ……. Yanı başıma oturmuş da şarkılarını söylüyordu. Denizden TAKALAR GEÇİYOR ALLI YEŞİLLİ Ecevit’in şarkısı geldi rüzgarın esintileriyle.

Baktım çisil çisil yağmur yağıyor. Üsküdar’da buldum kendimi. Gelip geçen erkeklere setre pantolon, hanımlara rengarenk satenden çarşaflar giydirdim. Yüzlerini tüllü peçelerle örttüm, ellerine uçları fırfırlı zarif şemsiyeler,dantelli mendiller verdim. Piyasa vakti sahilde yürüttüm. ÜSKÜDAR’A GİDERİKEN ALDIDA BİR YAĞMUR.

Derken efendim! AAAAA!!!! Eski Göksu’dayım sandalların içinde yine aynı kostümlerle hanımlar ellerini nazlı nazlı suya daldırıyorlar. Fesli şık beyler de kürek çekerek bir şarkı terennüm ediyorlar.GİDELİM GÖKSUYA BİR ALEMİ AB EYLEYİM diğer sandallardan da sesler yükseldi. Küreklerden çıkan su sesleri de şarkıya eşlik ediyordu. Sadece benim duyabildiğim muhteşem bir koro oluşmuştu.

Kalamış’a uzandım. Eski Kalamış nerede kalmıştı. Cengiz Topel sokakta teyzemin evi vardı. Deniz evimizin hemen önünde başlardı. Çocukluğumda mayoyla evden çıkar, kıçtan takma motoru olan sandalıma biner, Moda açığına giderdim. Denizde salın üstünde sosisli sandviçle ayran satarlardı. Kadınlar plajı nasıl kalabalık olurdu. Sandalımın içine hiçbir zaman çalamadığım kuzenimin gitarını hava olsun, gençler bana baksın diye koyardım. O Kalamış ki bir yanı Moda, bir yanı Fenerbahçe’ydi .Güneş denize batardı. İşte Yahya Kemal SEYRET Kİ KIZIL HAVALARI YİNE AKŞAM OLMAKTA diye aşka gelmiş. Şiirlerini döktürmekte. Ne kadar denizi doldursalar da o eski Kalamış’ı belleklerden silemiyorlar. Kulağımda yine tanıdık bir ses var .A! A!!!! Bu, bu Münir Nurettin Selçuk. O güzelim sesiyle taş plak kıvamında BİR TATLI HUZUR ALMAYA GELDİM KALAMIŞ’TAN, KANDİLLİ YÜZERKEN UYKULARDA, İSTİNYE KÖRFEZİNDE BU AKŞAM şarkılarını usul usul söyledi.

Baktım karşıdan adalar beni çağırıyor. Hepsini sırayla gezdim. Kınalı, Burgaz, Büyükada. Heybelide takıldım kaldım. Kış mevsiminde tenhaydı. Sadece ada yerlisi sahile inmiş, yazdan kalma son güneşten yararlanmak için yürüyor, kafelerde oturuyordu. Onlarla yarenlik ettik. Eski yeni adayı konuştuk. Babacan Osman amca ve eşiyle akşam yemeği yedik. Osman amcanın evinde gramafon ve taş plakları varmış. Aldı beni evine götürdü. Nasıl gururla plaklarını gösterdi, bazılarını dinletti. KÜÇÜKSU’DA GÖRDÜM SENİ, BOĞAZİÇİ ŞEN GÖNÜLLER YATAĞI. Plaklar dönerken sesimizin yettiği kadar söyledik. Eşinin bakır cezveyle yaptığı köpüklü kahve kolay unutamayacağım bir tat bıraktı.Veda zamanı gelmişti. Tatlı yaşlı çiftle gene buluşmak için adres ,telefonlar verildi. Son vapura zor yetiştim. Güverteye oturdum. Gökyüzünde dolunay, denizde yakamozlar vardı.Yine kulağıma sesler geliyordu. Bu sefer kalabalıktılar İstanbul’a gönül veren,aşık olan insanlar hep beraber harika fasıl yapıyorlardı. BİZ HEYBELİ’DE HER GECE MEHTABA ÇIKARDIK.SANDALLARIMIZ NEŞE DOLAR ZEVKE DALARDIK.



SEVGİYLE KALIN

Pazar, Kasım 14, 2004

ŞU TAKSİLER BİR ALEM

İstanbul’da arabanla trafiğe çıksan bir mesele .Gideceğin yere 1-2 saatte varabiliyorsun. Park etmek büyük sorun. Sinir katsayımız BİNLE filan çarpılıyor.. Bir park yeri bulup arabayı tıkıştırıyorsun. Yürü Allah yürü!...Yağmur, çamur, araban nerde gideceğin yer nerde? Sonra ailecek karar verdik. TAKSİYLE seyahat edeceğiz.

TAKSİ !.... Hemen elini kaldırınca duruveren bir araç değil. Sen onları değil,onlar seni gideceğin yere göre seçecekler.Yok öyle zırt diye binivermek. Önce soruyor “Abla nereye?” “Nişantaşı’na” “Yok, ben dolapdere’ye gidiyorum,istersen seni oraya götüreyim” Ayol ne işim var dolapderede? Nerdeyse İYİ HAL KAĞIDI, SABIKA KAYDI isteyecek. Hadi bütün bunları aşarak binebildin. İşte o zaman film başlıyor.

Bir gün taksiye bindim.Şoför barut kesilmiş nokta koymadan konuşuyor:”Abla sana gelene kadar 3 müşteri aldım. 3-4 Milyonluk yere gidiyor, 20 milyon uzatıyor. Bozuğum yok, bayram günü yol kalabalık, trafik yoğun, ne yapayım mecburen “get len işine senlen mi uğraşayım. Hadi yürü get!”Diye para almıyorum. Böyle adamlar türemiş, tuttururlarsa bedava gidiyorlar.

Bir başka şoför, gençten bir çocuk .”Taksim’e “ gidiyoruz. Ben hep öne otururum. Arkaya binemem. Şoför başladı GAAARRK!... GUUURRRK!... geğirmeye .Bir sustum iki sustum,”Evladım! Niye suratıma doğru geğirip duruyorsun?” “Bak abla midem bulanıyor, şimdi kusarım şuraya . Sus ve otur” Ben eyvah şimdi üstüme kusacak diye “Aman oğlum kenara çek de ineyim”

Koskoca İstanbul’da binlerce taksi var. Bana komikler mi denk geldi bilemiyorum.

Bir başka taksiye tam bineceğim şoför”bagajınız varsa almam ona göre” demez mi? Şaşırdım.”yok kardeşim. BAGAJ takıntınız mı var?” “Ah!.. be abla!... Geçen gün 2 müşteri 4-5 büyük ambalajlı kutuları bagaja koydular.Oraya uğra, buraya uğra ,devamlı inip biniyorlar.Yine bir yerde durdurdular “bize 40 milyon ver paket alacağız, şirkete gidince hepsini patron verir” Eh , bagajları arkada ya parayı verdim.İkisi taşıyalım diye indiler. Gidiş o gidiş. Bekle, bekle! Taksimetre yazmış 29 milyon, 40 da verdim.Ümidimi kesip bagajdaki kutulara baktım ki hepsinin içinde çöp var. Zamanıma mı yanarsın benzine mi? Yoksa dolandırıldığına mı? Nasıl yandım. Burası İstanbul yüz bin çeşit insan var. Kusura bakma bagaj görünce kıllanıyorum.”

Bir de uyanık şoförler varmış.Sen 20 milyon veriyorsun.(Özellikle iş çıkışı ve yoğun saatlerde) evvelden 1 milyonu elinde hazır tutuyor, el çabukluğuyla 20’liği iç edip 1 milyon verdin diye müşteriye cazgırlık ederek taksi parasını tahsil ediyormuş.

Bazı taksicilerde arabayı kasisten kaçırır gibi slalom yaptırıp fazla para alıyormuş.En ilginci bir taksiye hanım müşteri binmiş, kocasının arabasını takip ettirmiş. Meğer kocasından şüpheleniyormuş. Kocası annesinin evine gidince rahatlayarak şoföre bol bahşiş vermiş.

Yazdıklarımın bazılarını şoför arkadaşlar anlattı. Bu şehri İstanbul’da şoförü dertli, yolcusu dertli. Hepsi sinir küpü olmuşlar. Özellikle taksiciler her türlü sorunlarla birer gezen stres abidesi. Bazen gülüyor, bazen de hak veriyorsun.

BODRUM’DAKİ SEVGİLİ TAKSİCİ ARKADAŞLARIM!....Sadece turizm mevsiminde 2-3 ay belli yolların tıkanmasına söyleniyorsunuz.En azından hepiniz duraklara bağlı çalıştığınız için İstanbul’daki yaşanan olaylar, şükürler olsun sizlere ulaşmadı. Şanslısınız Bodrum’umuzda daha güvenle çalışıyorsunuz. Hapçısı, gaspçısı, rezili veziri ile İstanbul koskoca risk taşıyor .Mutlaka sizlerinde bir çok sorunları vardır.Bana e-mail adresime yazarsanız, köşemde yer veririm.

Başta ÜÇ KUYULAR taksi olmak üzere Bodrum’daki bütün taksici arkadaşlarıma kazasız, bol kazançlı günler dilerim.



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Kasım 12, 2004

İYİ BAYRAMLAR

İstanbul’dayım. Bayram tatilimi geçirmek için geldim. Bodrum’da yaşadığıma bin kere şükrediyorum. Cennetteyiz cennette. Büyük şehir bir felaket ( sanki çok uzun yıllar büyük şehirde yaşamamışım gibi).

Havası kirli, puslu, insan seli, trafik keşmekeşi hepimizin bildiği tipik bir İstanbul. Son zamanlarda burası korku şehrine dönmüş. Gazete başlıklarına baktım. Cebini vermeyen adamın gözleri oyulmuş. Kapkaççılar bir genci telefonu uğruna trenden atmış. Parası için adamın boğazını kesmişler. Tinerciler sanayi sitesini basmış, gaspçılar taksiciyi bıçaklamış. Bütün bunlar yazılanlar ve duyulabilenler, her gün bu şehirde onlarca suç işleniyor.

Nasıl içiniz karardı değil mi? Güzeller güzeli İstanbul’umu ne hale getirmişler.Güzelim boğaz çöplük olmuş. Kızımın evinden dışarı çıkmaya korkuyorum. Kızım minicik askılı bir çanta verdi. İçime onu çapraz takıyorum, üzerime montumu giyiyorum. Arabamızın kapılarını kilitlemek çözüm olmuyormuş, camı patlatıyorlarmış. Bütün bunlara içim acıdı. Ne olursa olsun geldiğime memnunum.

İSTANBUL!... Aslında sen ne büyülü bir şehirsin. Gündüz pasaklı bir kadın, geceleri de aşiftesin. Büyülüsün büyülü.

Kadıköy’den vapura bindim. İstanbul simidi meşhurdur. Aldım havanın puslu olmasına aldırmadan vapurun yan kısmına oturdum. Bir de çay söyledim. Eh!... Değmeyin keyfime. Aklıma Orhan Veli’nin şu dizeleri geldi.

İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı

Önce hafiften bir rüzgar esiyor

Yavaş yavaş sallanıyor yapraklar ağaçlarda

Uzaklarda çok uzaklarda

Sucuların hiç durmayan çıngırakları

İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı

*

İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı

Serin serin Kapalı Çarşı

Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa

Güvercin dolu avlular

Çekiç sesleri geliyor doklardan

Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları

İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.

Şiir böyle sürüp gidiyor. Dalıp gitmişim. Vapurdan inip Ortaköy’e gittim. Orası bana minik bir Bodrum gibi gelmiştir. Sokak aralarında gençler tezgah açmışlar. Minik kafeler, kumpirciler, insanlar cıvıl cıvıl kalabalık. Deniz kenarına oturdum. Şehrin güzelliğine baktım! Baktım. İçimden Allah’a dua etmek geldi. “Yurdumun ve dünyanın her taşını depremden koru, fakat İstanbul’u biraz daha torpilli koru tanrım.”

Söz Orhan Veli’den açılmışken yazımı onun bir başka şiiriyle kapatayım.

Kargalar, sakın anneme söylemeyin

Bu gün toplar atılırken bayrama gideceğim.

Söylemezseniz size macun alırım,

Simit alırım, horoz şekeri alırım.

Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar.

Bütün zıp zıplarımı size veririm.

Kargalar, ne olur bayrama gittiğimi

Anneme söylemeyin.

Canım okurlarım, bayramınızı kutlar sağlık, mutluluk, huzur dolu bir sürü bayramlar dilerim.

SEVGİYLE KALIN

Perşembe, Kasım 11, 2004

LAFLARLA GAFLAR

Güzel yurdumun güzel insanları tam bir alem. Boş bulunup öyle gaflar yapıyoruz ki, en başta ben. Yine kendimi ortaya atacağım. Yaptıklarıma şaşarsınız.

Bir gün emlakçı bir arkadaşımın yazıhanesine gittim. Dükkandaki şahısla şöyle bir diyalog geçti. “ Oğlum Ahmet bey burada mı?” Genç “ ablacığım ben onun oğlu değil kızıyım, babam birazdan gelir.” Bu durumda özür diler insan değil mi? Benden tepki şu; “ A, kızım tıpkı erkeğe benziyorsun, azıcık giyin süslen” demez miyim. Ayol bana ne , ne karışırım.

Yine bir gün kızımın komşusuna çaya davetliyiz. Evin beyi bütün kartonpiyerleri, tavan göbeğini ve kolonları sarı kabartmalı yaldızla boyatmış. Bize övünerek “ bu evin dekoru bana ait, nasıl güzel olmuş mu?” diye sordu. Benden cevap.” Oh! Oh! Şahane olmuş. Tıpkı Dolmabahçe sarayının kabul salonuna dönmüş.” Kızım gülemiyor, sadece patlamamak için ama anneeee!... diyebildi.

İstanbul’da kızıma araba alacağız. Bir bayanın arabasına bakıyoruz. Hanımla sohbet ederken konu Bodrum’dan açıldı. Kadıncağız “ 3 yıl Bodrum’da yaşadım. Eşim orada vefat etti, ben de onun anısına Bodrum’a dayanamadım. İstanbul’a geri döndüm.” Ben arabayı almak fikrindeyim ya, yarım kulak dinledim herhalde. Benden el cevap. “ Aman ne iyi etmişsiniz buraya gelmekle. Gözünüz aydın, eşiniz için tebrik ederim.” Oha filan oldunuz değil mi? Hepsinin üstüne tuz biber oldu. Neticede hanım arabayı bize satmadı. Haklı değil mi?

Yıl 1999, İstanbul’a gitmek için THY acentasına gittim. Annemin 65 yaş indiriminden faydalanması için nüfus cüzdanını ilgili bayana verdim. Eski cüzdan olduğu için doğum tarihi bölümünde 1338 yazıyordu. İlgili bayan indirim işlemini yaparken 1999’dan 1338’i çıkardı ve bana “hanımefendi , anneniz 661 yaşında çıkıyor” dedi. Ben de “annem daha genç, 1252 yaşında anneannem var, 1780 yaşında dedem var. Ben ise sadece 250 yaşında bir tazeyim” dedim. Kızcağız dumur olmuştu. Gülüşmelerden sonra 1338’in neye tekabül ettiğini anlatıp işlemimizi bitirebildik.

Evimin bahçesine mazı ağacı almak istedim. Botanik bahçesinden önce sipariş verdim. Sonra düşündüm, ertelemeye karar verdim. Botanikte çalışan bayana telefon ettim. “ Kızım ben muhtemelen bilahare alacağım.” dedim. Kızdan el cevap: “ Muhtemel ve bilahare adında çiçeklerimiz yoktur, sonra gelebilir.” Telefon elimden düştü.

Sevgili okurlarım, bütün bu anlattıklarım bire bir yaşadıklarımdan küçük alıntılar. Mutlaka sizlerin de yaşadığınız böyle olaylar vardır. Neyse, nerede kalmıştık?

Benim çok değer verdiğim Prof. Psikolog doktor arkadaşımın muayenehanesine köyden bir çift gelir. Erkek karısını muayene ettirir.Doktor kocaya sorar; “ Hanımının nesi var?” Koca; “ Aman doktor bey benim hatun kazma diyor, dam diyor, inek diyor, ördek diyor, ne dediği hiç anlaşılmıyor. Tıpkı Profesör gibi konuşuyor. Ben anlamıyorum.”

Yine aynı prof doktora bir başka çift gelir, doktor kadını muayene ederken yanlışlıkla gaz kaçırır. Bakar ki hastasından tepki yok, “Aferin onlara yüzüme vurmadılar” diye düşünür. En sonunda muayene biter. Adam 50 milyon masaya koyar. Doktor, “ benim vizitem 40 milyon, niye 50 verdin?” deyince adam “ olsun doktor bey 10 milyon bahşiş verdim. Sizi yorduk. Os….tana kadar uğraştık, helal et” der.



SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Kasım 10, 2004

ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ

Haberlerde duydum, aklı evvel bir tamirci arabasına ilginç bir alarm sistemi kurmuş. Alarmını kurup gönül rahatlığıyla yatıyorsun. Hırsızlar arabaya yaklaşınca alarm konuşmaya başlıyor. “ Gelmeyin fena olur, Gelme dedim sanaaa!...” Eğer hırsız kapıyı açmaya çalışırsa ateş ediyor. Essahtan ateş etmiyor tabii. Efekt olarak ateş ediliyor gibi ses çıkarıyor. Hırsız da kaçıyor. Ne iyi değil mi?

Ben bu konuşan arabayı çok sevdim. Bir zamanlar kara şimşek dizisinin akıllı arabası gibi. Şimdi bu konuşan arabayı bizim şartlarımıza uyarladım, bakalım neler diyecek.

“Şoför sahibim önümde bir çok derin çukurlar var, dikkat et! Hiçbir uyarı levhası da koymamışlar. Yolları kazmışlar, trafik arapsaçı, sinirlenmeden bekle. Klakson çalıp durma başım şişiyor. Yaya geçidi var, yavaşla, yayalara yol versene. AMAN HAA! Bak yine kırmızıda geçtin. Dikkat etsene sürat yapma kaza olacak, kaportam bozulacak. Bak! bak! bak! içki mi içtin sen? Bari beni kullanma taksiye bin kardeşim. Ben canımı fabrikada buldum sokakta değil. Daaaaa!... Diiiii!... Daaaa!...Diiiii!. Sağa geç çabuk sağa, belli ki ya ambulans ya itfaiye geçiyor. Yol verseneee!...

Ah!.. Şoförüm ah. Bak yine yaptın. Sigara tablasını yola boşalttın, yediklerini camdan dışarı attın. Beni park edince o kirlettiğin yollarda sen yürüyeceksin ben değil.

Kolunu sonuna kadar dışarı çıkarma, sinyalim var benim. Beni yapan fabrika her türlü aksamımı yaptı. Onları yerinde ve doğru kullan.

Hey! Hem senin hem arabadakilerin emniyet kemeri takılı değil. Biz arabalar sizin güvenliğinizi düşünüyoruz da sizler kendi hayatınızı düşünüp, bunlara önem vermiyorsunuz.

Sevgili şoförüm aslında beni bu kadar geveze programlamamışlardı. Sizlerin yaptıkları ve yolların durumu beni program dışı çileden çıkarıyor. Her şeye karışır oldum. Sistemim alt üst oldu.

Dur!... Dur!... Kızma bana yaaa. Haksız mıyım? Yavaşla bak küsüşürüz. Aman dikkat KÜÜÜÜT! CRASH!.. İşte kaza oldu. Allah’tan senin fazla bir yaran yok. Geçmiş olsun. Benim kaportam ağır yaralandı. Yazık oldu ilişkimize. “ELVEDA!... ELVE…. EL (ÖLDÜM)”

Böyle bir arabanız olsun ister misiniz? O ki, insanların yaptığı bir makine. Biz insanlara tanrı akıl vermiş bunu bilgilerle donatmışız. En akıllı yaratık biziz. Bu kadar geveze bir arabayı konuşturmamak elimizde. Hem özel alarma avuç dolusu para vermeyiz, hem de kesemizle aile bütçesine katkımız olur.

Sevgili okurlarım, umarım hiç konuşmayan vasıtalarla yolculuk yaparsınız.



SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Kasım 08, 2004

MÜBAREK GÜNDE TÖVBE TÖVBE

Evimdeki köpeğim için yurt dışından bana hediye tıraş makinesi geldi.Sevgili dostum dünyanın parasını vermiş sağ olsun. Bir sevindim! Yaz aylarında elimde tıraş makinesi, sokak aralarında “ itinayla köpek tıraş edilir.Haydeee!! kırpıcı abla geldiiiiii!!!” diye müşteri ararım.

İlk önce kendi köpeğimde deneyeyim de el alışkanlığı olsun istedim.Zavallı kızımı bahçede masanın üstüne çıkardım.Başladım tıraşa! O ne? Ben kim tıraş etmek kim?Makine tüyleri ara sıra tıraş ediyor, araları olduğu gibi duruyor.Gülmekten tıraşı bıraktım. Kızım da tüm şaşkınlığıyla yüzüme bakıyor, annemin kafa kayışı koptu beyni boş dönüyor, diye düşündüğüne eminim. Hani eski eğitim sisteminde okulda bazı öğretmenler, öğrencilerin saçları uzun diye gelişigüzel keserlerdi ya! benim kızımda aynen öyle oldu.

Allah’tan köpeklerin aynaya bakıp süslenmek gibi alışkanlıkları yok. O halinde kendini görse, bana sonsuza kadar küser. Küsmekten geçip hayatından vaz geçerdi.

Her işi erbabına bırakmak lazımmış. Tıraş beceri istiyormuş.Makineyi evde battala çıkardım duruyor.halbuki ne hayaller kurmuştum. Yazın bütün Bodrum’un koyları ve köyleri dahil gece gündüz dolaşıp köpek tıraş edecek, köşeyi dönecektim.Heyhaaat!! kısmet başka bahara kaldı.önümüzdeki yaza kadar çeşitli fikirler düşüneceğim.Düğün mevsiminde gelinin ve efradının yüze sürülen simleri el vantilatörüne tutup grupların yüzünü toptan simlerle parlatabilirim. Hem grup indirimi hem de zamandan kazanma. Bunun gibi çeşitli fikirler üzerinde çalışmam lazım.

Köpeğimi tıraşa götürdüm.Dönüşte yürüyerek eve geliyoruz. Bir anne iki çocuk. İkisi de kız. Biri 7-8 yaşında, diğeri 3-4 yaşlarında.İkisi de ağlıyor. Annenin suratı kıpkırmızı olmuş bir ona vuruyor, bir ötekine. Ama okkalı vuruyor.Dayanamadım karıştım.” Yazık değil mi, el kadar çocukları niye dövüyorsun? Kadın önce bana ters ters baktı. Ben çocukları arkaladım. Kendimi hazırladım, anneye kızacağım. Kadın soluk soluğa “Bak kardeşim mübarek günde pazardan ihtiyaçlarımı almaya geldim.Kocam boğazımıza bile yetmeyecek para verdi.Bunlar da yoldaki sergiden oyuncak istiyorlar. Nasıl alırım? Oruçta başıma vurmuş zaten, sinirlendim ve dövdüm” Ben çocuklara döndüm.” Çocuklar hangi oyuncağı istediniz, gösterin bakalım.” Onlara oyuncakları alıp verdim.

O çocukların dayak yeme pahasına da olsa gözlerinin parlaması kadar, annenin utangaçlığı da beni acıttı. Teşekkür edip gittiler.

Bir duvarın üstüne oturup düşündüm.Suç çocuklarını döven annede miydi? Yoksa oyuncağa yetmeyen parasında mı?

ANNELER!! Ve çocukları! Kimi çaresizlikten döver, kimi kolejlerde okutur şımartır, kimi cami avlusuna bırakır, kimi zevkine öldüresiye döver.Sevgili Sıla bebek gibi.Ne şirin çocuk değil mi?..

Sebebi ne olursa olsun, çocuklara eziyet etmek affedilecek gibi değil. Çocuk doğurmak önemli değil, sevgiyle büyütmek emek vermek önemli.

CANIM ANNELERİM! Çocuklarınızı bağrınıza basın, hele bu kutsal günlerde daha bir hoşgörülü olun. SEVEREK BÜYÜTÜN.

Sevgili okurlarım!.. Müjdeeee!!! Artık benimde e-mail adresim var. Ayrıcana da EN GÜZEL resmimi de koydum. Tenkit veya takdirlerinizi, ilgilerinizi bekliyorum. Bu yazma işine iyice ısındım.sizler ne dersiniz?



SEVGİYLE KALIN

Cuma, Kasım 05, 2004

YAZARLIK NAZARLIK KADINLIK

Köşe yazarlarına şimdi çok hak veriyorum. Onlar sık sık dile getirirler ya “ en zor olan bu gün ne yazayım? Boş boş saatlerce bilgisayarın ekranına bakarız” diye. Bende aynı modaydım.Boş ekran önümde, ne yazayım diye kafa patlatıyorum. Yazarlık zor zenaatmiş ne diyelim ki.

Böyle kös kös düşünüyorum ya.. Evdeki televizyonda bütün kanallar İbrahim Tatlıses- Asena gerilimini enine boyuna irdeliyorlar. Habersizlikten haber yapıyorlar. Hepimiz biliyoruz ki kadın- erkek ilişkilerinde eşitiz diye bağırıp duruyoruz. Kariyer sahibi kadınlar, okur yazar tayfası, sivil toplum örgütleri, feministler, daha daha kimler derler ki! “biz kadınlar hakkımızı almalıyız.Erkek egemenliğine girmeyelim, bizler onların tapulu malları değiliz,yaşamı beraber sırtlayalım, zorlukları beraber aşalım.”

Tamam! Bende hemfikirim. Kadınlar her türlü zorluğun üstünden gelmeli, hakkını ne şartlarda olursa olsun aramalı. Tek başına çocuk yetiştiren bekar anneler. Yalnız yaşayan kadınlar hem cemiyetle hem de hayatlarıyla baş etmek zorundalar. Peki bunlar kimler? Bir avuç insanlar.

Güzel yurdumun, güzel kadınlarının büyük çoğunluğu bunların farkında bile değiller.Tarlada evde çalışanlar, bir adama dördüncü kadın gidip kabullenenler,Dayak yiyenler, nüfus kağıdı olmadığı için T.C vatandaşı olmayanlar, taciz ve tehdit altında olan kadınlarımıza ne yapabiliyoruz? Konu medyatik olunca kıyamet kopuyor.( Ayrıca onların kavgasında kim haklı, kim haksız, beni hiç ilgilendirmiyor.) Doğuda binlerce İbrahimler, binlerce Asenalar var.Hangisini bilip arka çıkıyoruz. Gazetelerin 3.üncü sayfasında okuyup, düşünmüyoruz bile.

Bakar mısınız? Bir TV. Magazininden nerelere geldik.Umut edelim ki gelecek kuşaklar daha duyarlı ve bilinçli olsun. Eğitimle hep iyiye doğru yol alalım.

Nazara inanır mısınız? Çoğunuz evet diyorsunuz. Bende inanırım. Öyle komik itikatları olan arkadaşlarım var ki… Bir tanesi evden çıkarken kapıyı kitledikten sonra 3 kere öpüyor, üflüyor. Başkasına “nasılsın” diyorum, iyiyip deyip kendini üfleyip tükürüyor. Başka bir arkadaşım da dilek ağacı gibi her tarafına mavi boncuk takıyor. Yolda belde onları elleyip, okuyup insanların üstüne çaktırmadan üflüyor.

Anlayacağınız insan oğlu bir alem. Çeşit, çeşitiz. Ben de az hırlı değilimdir. Her gün eve dönünce, nazar duası okurum. Eğer uzaktan kumanda aleti birtakım elektronik aletleri çalıştırıyorsa insanlar arasında da bir iletişim var demektir.

İşte nazarlıklar, okumalar bizlerin düşüncesinde kötülükten korunup, iyilik bulmak çabası. Hepsi bu …

Canım okurlarım! Aklınızdan geçen tüm iyilikler sizinle olsun.



SEVGİYLE KALIN

Çarşamba, Kasım 03, 2004

DENİZİM GELDİ

Merhabalar…

Aklımı seveyim ne iyi etmişimde buraya yerleşmişim. Burada yaşadığımız için ne kadar şanslı insanlarız değil mi?

Şu meşhur sarı yazın güzelliğine bakar mısınız? Her gün denizdeyim. Vah vah… Ramazanda damı? Demeyin. Her şeyin yeri ayrı. Benim dualarımı derlediğim bir dua defterim var.Her gün onları okumadan ki, ayrıca üç aylar girdiğinden beri, bayrama kadar tesbihlerim var.onları yerine getirmeden evden çıkmam.Oruç tutamıyorum çünkü şeker hastasıyım.Tanrıya inancım çok çok fazladır.Ama denizimden de kalamam. Zaten kış geliyor,ne kadar günlerimiz kaldı ki!!

Uykuyu severim sabah geç uyanırım. Şu aralar bir koşu bandı merakı sardı beni sormayın.Her sabah 1 saat yürüyüp 4 kilometre yol yapıyorum. Eh bu arada kalori de harcıyorum tabii..Rejimde yapıyorum , mecburen zoraki yani diyabet yüzünden. Evde duş, sonra dualarım..Haydi denize.. Ben susuz yaşayamam. En sinirli olduğum zamanlarda ya suyla oynarım yada duşun altına girerim beni rahatlatıyor.

Güzellerim!! Biliyorsunuz insanların günü gününe uymaz. Bende bu günlerde havalara takmış durumdayım. Ayol günlük gibi oluyor. Ne güzel! Size içimden geçen ne varsa yazıyorum.Eskiden bir hayli kiloluydum. Hiç yürüyemiyordum. Taksilere talim ediyordum. Şimdi 1 yılda 25 kilo verdim. Yürüyorum dostlar, YÜRÜYEBİLİYORUM. İnanır mısınız ? Bodrum’un ara sokaklarını yeniden keşfediyorum. O güzelim daracık sokaklarını, evlerini hele begonviller…. Buraya yakıştığı kadar hiçbir yere yakışmıyor. Ne güzeller ya Rabbim..

Yorulunca kaldırıma oturup, esnafla laflıyorum. Eğer dürüst, candan ve samimi iseniz Bodrum insanı sizi sarıyor, sarmalıyor, bağrına basıyor, ne güzel dostluklar kuruluyor anlatamam.

Bakın sevgili okurlarım evimde bilgisayar yok.bu yüzden w w w …..com.. tr. Diye adres veremiyorum.Yazılarımı eski usul kalemle yazıyorum.Beni çökertme gazetesinden ararsanız onlar bana ulaştırır. Neymiş efendim? Bilgim olurmuş. Aferin bana. Ben öyle kocaman kocaman laflar edip ahkam kesemem. Politika yooook..zevahiri kızdırmak yooook…Hayat pahalı, yaşam zorlukları ve bir sürü tatsız problemler zaten hepimizin başında.

Amaaa.. sizden gelecek istekler, konular, başım gözüm üstüne.Elimden geldiğince derinlemesine ve ciddiyetle ilgilenirim.

Bu gün şimdilik bu yazımı da bitirmiş bulunuyorum. Elim yoruldu. (şaka şaka) artık gidiyorum. Bilin bakalım nereye?? DENİZEEEE!!!



SEVGİYLE KALIN

Pazartesi, Kasım 01, 2004

SEVGİ’YLE

Merhabalaaar!!!

Sevgili ve canım okurlarım!..

Sizin gazeteniz ÇÖKERTME'de yazmaya başlıyorum.

Bugün ilk yazım.

Ben kim miyim??

Sizlerden biriyim. Ankara’lıyım. Doğum tarihimi asla söylemem. Zira yaşım meydana çıkar. Hava albayı bir baba, PTT de memur olan bir annenin tek kızıyım.(şimdi ikisi de hayatta değil. Nur içinde yatsınlar.) Çok sevdiğim meslek olan öğretmenliği Ankara ve Antalya’da 28 yıl yaptım. Mesleğimin 8 yılını eğitilebilir alt özel sınıf öğretmenliği, 3 yılını da öğretmenlere rehberlik yaptım. Haa!! Bu arada eski Ankara halk evleri bünyesindeki halk danslarında, çeşitli yörelerin oyunlarını oynadım.Çalıştığım ilk okulda 5 yıl halk oyunu çalıştırıp, Ankara birincisi oldum. Yine halk evlerinin içinde yer alan D.K.D. ( düşün konuş dinle) kursuna 2 yıl devam edip başarıyla bitirdim.

Bu kurs bana çok hayırlı geldi. Oradan kendime eş bulup evlendim. Eşimde sanatla uğraşan ressam, şair, güfte yazarı. Bir kızım oldu. ( şu an evli ve İstanbul’da yaşıyor) Hem eş hem mesleğim bana yetmedi. Kişilik olarak hareketli, sosyal ve biraz da uçlarda yaşarım.

Ankara’da sanat sevenler derneği, Türk anneler derneği, subay aileleri dayanışma derneğinde gönüllü olarak uzun yıllar çalıştım.

Tatillerimi BODRUM’ da 3 ay kalarak geçirdim. Bu tatiller 30 yıl evvel başladı. 1993 yılında emekli olunca; anacığım ve köpeğimle buraya yerleştim. Canım anamı da yakın zamanda kaybettim. Şimdi köpeğim ve ben yaşayıp gidiyoruz.

BODRUM?? …. Bodrum’ la aramda ismini asla koyamadığım bir tılsım var. Otuz yılda kimler geldi, kimler gaçti..Kimisi sevdi evlendi gitti.Kimisi de bu dünyadan gitti.

Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni sevgi ablanız olarak kabul edin.Zaten bodrum’da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım.Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. var mısınız beraber keyiflenmeye?..

Eyvah!.. En önemlisini unutuyordum. Bir gazeteye yazmaya ilk ÇÖKERTME’yle başladım. İlk deneyimim oluyor. İçimden ne geliyorsa onları yazmak istiyorum. Çok amatörüm..

Kendime hayırlı, uğurlu olsun diyorum. Sizleri kocaman kucaklayıp, öpüyorum.



SEVGİYLE KALIN