HEYHEYEEET DE HEYHEEYT! NE KONSERDİ AMA?
Sonunda yine başardık. Koromuz ve konserimiz hakkında hiç mütevazı olamayacağım. Her geçen sene ve verdiğimiz konserler, çıtamızı 1 kat daha yükseltiyor. Bizi seyreden dinleyen aziiiiz ve muhterem dinleyicilerimizin bize ilettiği en önemli mesaj; böyle klasik dediğimiz Türk musikisini en doğru icra eden amatör koro olarak bizi mest ediyorsunuz.
3.5 ayın çalışması sonucu ortaya konan konserin büyük ödülü; ayakta alkıştı. 2 kere bis yapıldı. İlk tebrik eden ve ayağa fırlıyan, Bodrum kaymakamı ve belediye başkanımızdı. Bütün salonu ayakta görmek, ısrarlı alkışlarla sahneden inememek iki kere tekrar yapmak bize verilen en büyük ödüldü.
Sanatçılar sahne tozunu yutunca insan kolaylıkla kopamıyor derlerdi. Gerçekten doğruymuş. O çalışmanın karşılığını beğeni alkışlarıyla almak kadar keyif verici 1 şey yokmuş. ( ettim kendimi diva. Uçtum yine dalgalanıyoom beeeen!)
Sazlarımızın hepsi Ege üniversitesi devlet konservatuarından pırıl pırıl gençler. Öyle böyle keyifli konser olmadı. Hocamızın elleri resmen bizi tek tek notalara göre hatasız yönetti. Meğer sazı ve sesi yönetmek ne kadar önemliymiş. Hep sanki yönetilmezse bilinmemi? Çalınıp duru! Derdim. Kazın ayağı öyle değilmiş.
Konserimiz 2 bölümden oluştu. İlk bölümde 10 eseri, ikinci bölümde 10 eseri seslendirdik. Konser günü beni tanıyan ne kadar insan varsa sabahtan itibaren teşvik için motive için, konser sonu da tebrik için telefonları indirdiler. Böyle özel günlerde anılmak bir başka güzel yaaaa!
Konser sonu bitezde 4 yıldızlı AMBROSİA otele saat 12 de gittik. Sabah 06 ya kadar aynı sazlarla bu sefer kendi keyfimiz için çaldık söyledik. Açık büfede dişime göre yiyecek bulamadım. (dişim ne ister? O saatten sonra ne biliiiim! Ot ağırlıklıydı.) peynir çeşitlerinden tabak, ekmek ve de ÇAY. 3 bardak çayla peynirleri göçürdüm. Karnım doyunca rakıya başladık. Balık servisi olana kadar karınlar ve kafalar cillop gibi olmuştu. Zaten musikiyle öylesine coşmuştuk ki! Kimse ne yadiğinin farkında bile değildi.
Hepimiz gecenin yorgunluğunu oynayarak, çığrınarak bi güzel atmaya çalıştık. Sabah 06 dan sonra gidenler gitti. Biz 1 grup otelde kalmaya karar vermiştik. Odalarımız hazırmış. Lobide de kave ve fallar faslı oldu. en komik yanı; o kafayla fala bakan anlatamıyor, baktıranda anlamıyor. Ööööle! Trene bakar gibi bakıp dinliyor.
Odama geldim ki! Tam havuz yanında, dibimde deniz. Rüzgar varmış hiç bilmedik. Hani sıcakta oturan ağa, soğuktan koyunları kırılıp ölüyormuş da çoban haber verdikçe “hadi leen” diyomuş. Esasında böyle dememiştir. Ağa terbiyeli olup, bu kısmını ben uydurdum. İşte o hesap dışarıda kıyamet kopuyor. Bizim haberimiz yok.
Eğer eve içkili gelirsem, saat kaç olursa olsun mutlaka PC yi açarım. Bakiiiim kimler varmış? Maillerim ne kadar gelmiş. Okuma gibi şansım hiç olmaz. Zeroşluktan yazıları göremem. Emme mutlaka açarım. Hele birinde tam eğilip, PC kasasını kaparken orda halıda uyumuş kalmıştım. Sabaha karşı buz kesmiş vaziyette yatağıma gitmiştim.
Dönelim otel odasına. (iyiki tek başıma kaldım da salaklığımı kimse görmedi.) yatağın ayak ucunda küçük TV var. ben yatağa otur. TV nin altındaki masaya PC klavyesi gibi vura vura yazı yazmaya çalış. Altta Pc açmak için düğme ara. Nasıl uğraş verdim? Sonra kafama göre “bu PC bozuk çalışmıyor” diye karar verdim ve yattım.
Sabah 11 de telefonla zorla uyandırıldım. Duşa girdim. Anaaaa! Saçlarıma kuaför bir sprey sıkmış ki. Su işlemiyor 2 şişe balzamla anca açıldı. Öyle kazık gibiymiş. Gece yatınca hepsi dikilmiş vaziyetteydi. Aynada kendimi görünce çığlıklandım.
Kahvaltı açık büfe. Bende tabağıma bişeyler aldım. Arkadaşların masasına oturdum. Tabağıma bakan gülüyor. Ülen noooluyoo! Hafiftende kızıyorum. Suratımdan anladılar. 9 numaralı bakışlarımı fışkırtmıştım.( en haşin bakışım 9 numara. 10 oldumu? Resmen dalıyorum. Artık Allah ne verdiyse.) “bize kızacağına tabağına bak” bi baktım… her boydan çatal, kaşık, bıçak doldurmuşum. Aralara da peynir, zeytin, yumurta filan yerleştirmişim. Şimdi utanayım mı? güleyim mi? 2-3 saniye düşündüm. Bütün pişkinliğimle ki doğru. O saate uyandırılmaya hele rakılı halimle alışık değilim. Demek ki daha ayılmamışım bile. Zira garsonlar tuhaf tuhaf yüzüme bakıyorlardı. Bütün çatal ve aksamını geri dökünce tabağım bayağı boş kaldı.
Akşam 18 e kadar lobi keyfi yapıldı. Yeniden kahveler içildi. Bu sefer ayık kafayla dinlendi. Benim falım çık enteresandı. Uzaktan kan bağın olmayan bir erkeğin ölüm haberini alacaksın. Çok üzülecek, gözyaşı dökeceksin dendi. Aman öyle şeyler söyleme, sinirim bozuluyor. Demiştim ki! İzmir’den çok eski tanıdığım dünyalar iyisi ASLAN ağabeyim vefat etmiş. Onu kızı haber verdi. Kalakaldım. Gerçekten üzüldüm, ağladım. Beni hastayım diye cenazeye yollamadılar. Allah cennetine kabul etsin. Nur içinde yatsın.
İşte garip dünya bu. Doğum, ölüm hepimiz için. 13- şubatta benim doğum günüm. Yaşımı söylemem. Siz 35 ile 45 arasında dolaşın.( amma ufaldım. Nerdeyse kızımla yaşıt olcam yuuuh bana.)
Benim yaşımı kutlayın anacıklarım. O gece bana sürprizler varmış. Hele bir görelim bakalım. Sizlere anlatırım. Bakalım arkadaşlar, bana layık şöööööle! Caf caflı hazırlanmışlar mı? not vercem…
Sevgililer gününe de the Marmara da geceye davetliyim. O güne kadar kiralık sevgili bulursam gitcem.
SEVGİYLE KALIN
3.5 ayın çalışması sonucu ortaya konan konserin büyük ödülü; ayakta alkıştı. 2 kere bis yapıldı. İlk tebrik eden ve ayağa fırlıyan, Bodrum kaymakamı ve belediye başkanımızdı. Bütün salonu ayakta görmek, ısrarlı alkışlarla sahneden inememek iki kere tekrar yapmak bize verilen en büyük ödüldü.
Sanatçılar sahne tozunu yutunca insan kolaylıkla kopamıyor derlerdi. Gerçekten doğruymuş. O çalışmanın karşılığını beğeni alkışlarıyla almak kadar keyif verici 1 şey yokmuş. ( ettim kendimi diva. Uçtum yine dalgalanıyoom beeeen!)
Sazlarımızın hepsi Ege üniversitesi devlet konservatuarından pırıl pırıl gençler. Öyle böyle keyifli konser olmadı. Hocamızın elleri resmen bizi tek tek notalara göre hatasız yönetti. Meğer sazı ve sesi yönetmek ne kadar önemliymiş. Hep sanki yönetilmezse bilinmemi? Çalınıp duru! Derdim. Kazın ayağı öyle değilmiş.
Konserimiz 2 bölümden oluştu. İlk bölümde 10 eseri, ikinci bölümde 10 eseri seslendirdik. Konser günü beni tanıyan ne kadar insan varsa sabahtan itibaren teşvik için motive için, konser sonu da tebrik için telefonları indirdiler. Böyle özel günlerde anılmak bir başka güzel yaaaa!
Konser sonu bitezde 4 yıldızlı AMBROSİA otele saat 12 de gittik. Sabah 06 ya kadar aynı sazlarla bu sefer kendi keyfimiz için çaldık söyledik. Açık büfede dişime göre yiyecek bulamadım. (dişim ne ister? O saatten sonra ne biliiiim! Ot ağırlıklıydı.) peynir çeşitlerinden tabak, ekmek ve de ÇAY. 3 bardak çayla peynirleri göçürdüm. Karnım doyunca rakıya başladık. Balık servisi olana kadar karınlar ve kafalar cillop gibi olmuştu. Zaten musikiyle öylesine coşmuştuk ki! Kimse ne yadiğinin farkında bile değildi.
Hepimiz gecenin yorgunluğunu oynayarak, çığrınarak bi güzel atmaya çalıştık. Sabah 06 dan sonra gidenler gitti. Biz 1 grup otelde kalmaya karar vermiştik. Odalarımız hazırmış. Lobide de kave ve fallar faslı oldu. en komik yanı; o kafayla fala bakan anlatamıyor, baktıranda anlamıyor. Ööööle! Trene bakar gibi bakıp dinliyor.
Odama geldim ki! Tam havuz yanında, dibimde deniz. Rüzgar varmış hiç bilmedik. Hani sıcakta oturan ağa, soğuktan koyunları kırılıp ölüyormuş da çoban haber verdikçe “hadi leen” diyomuş. Esasında böyle dememiştir. Ağa terbiyeli olup, bu kısmını ben uydurdum. İşte o hesap dışarıda kıyamet kopuyor. Bizim haberimiz yok.
Eğer eve içkili gelirsem, saat kaç olursa olsun mutlaka PC yi açarım. Bakiiiim kimler varmış? Maillerim ne kadar gelmiş. Okuma gibi şansım hiç olmaz. Zeroşluktan yazıları göremem. Emme mutlaka açarım. Hele birinde tam eğilip, PC kasasını kaparken orda halıda uyumuş kalmıştım. Sabaha karşı buz kesmiş vaziyette yatağıma gitmiştim.
Dönelim otel odasına. (iyiki tek başıma kaldım da salaklığımı kimse görmedi.) yatağın ayak ucunda küçük TV var. ben yatağa otur. TV nin altındaki masaya PC klavyesi gibi vura vura yazı yazmaya çalış. Altta Pc açmak için düğme ara. Nasıl uğraş verdim? Sonra kafama göre “bu PC bozuk çalışmıyor” diye karar verdim ve yattım.
Sabah 11 de telefonla zorla uyandırıldım. Duşa girdim. Anaaaa! Saçlarıma kuaför bir sprey sıkmış ki. Su işlemiyor 2 şişe balzamla anca açıldı. Öyle kazık gibiymiş. Gece yatınca hepsi dikilmiş vaziyetteydi. Aynada kendimi görünce çığlıklandım.
Kahvaltı açık büfe. Bende tabağıma bişeyler aldım. Arkadaşların masasına oturdum. Tabağıma bakan gülüyor. Ülen noooluyoo! Hafiftende kızıyorum. Suratımdan anladılar. 9 numaralı bakışlarımı fışkırtmıştım.( en haşin bakışım 9 numara. 10 oldumu? Resmen dalıyorum. Artık Allah ne verdiyse.) “bize kızacağına tabağına bak” bi baktım… her boydan çatal, kaşık, bıçak doldurmuşum. Aralara da peynir, zeytin, yumurta filan yerleştirmişim. Şimdi utanayım mı? güleyim mi? 2-3 saniye düşündüm. Bütün pişkinliğimle ki doğru. O saate uyandırılmaya hele rakılı halimle alışık değilim. Demek ki daha ayılmamışım bile. Zira garsonlar tuhaf tuhaf yüzüme bakıyorlardı. Bütün çatal ve aksamını geri dökünce tabağım bayağı boş kaldı.
Akşam 18 e kadar lobi keyfi yapıldı. Yeniden kahveler içildi. Bu sefer ayık kafayla dinlendi. Benim falım çık enteresandı. Uzaktan kan bağın olmayan bir erkeğin ölüm haberini alacaksın. Çok üzülecek, gözyaşı dökeceksin dendi. Aman öyle şeyler söyleme, sinirim bozuluyor. Demiştim ki! İzmir’den çok eski tanıdığım dünyalar iyisi ASLAN ağabeyim vefat etmiş. Onu kızı haber verdi. Kalakaldım. Gerçekten üzüldüm, ağladım. Beni hastayım diye cenazeye yollamadılar. Allah cennetine kabul etsin. Nur içinde yatsın.
İşte garip dünya bu. Doğum, ölüm hepimiz için. 13- şubatta benim doğum günüm. Yaşımı söylemem. Siz 35 ile 45 arasında dolaşın.( amma ufaldım. Nerdeyse kızımla yaşıt olcam yuuuh bana.)
Benim yaşımı kutlayın anacıklarım. O gece bana sürprizler varmış. Hele bir görelim bakalım. Sizlere anlatırım. Bakalım arkadaşlar, bana layık şöööööle! Caf caflı hazırlanmışlar mı? not vercem…
Sevgililer gününe de the Marmara da geceye davetliyim. O güne kadar kiralık sevgili bulursam gitcem.
SEVGİYLE KALIN