Canlarım, sizlerle beraber olmak öyle önemli ki benim için. Beni Sevgi ablanız olarak kabul edin. Zaten Bodrum da beni öyle tanır. İyi ve kötü zamanlarınızda yanınızda olayım. Dertleşelim, ama çoğunlukla gülelim. Öyle ihtiyacımız var ki gülmeye. Sorunlarımızı unutup, keyif almaya bakalım. Haydi.. Var mısınız beraber keyiflenmeye ?

Bodrumun Sevgisi

Pazartesi, Haziran 05, 2006

DÜNDEN DEVAM EDELİM

Dünkü yazımı okumayanlara ÜNLÜ yazarınız hatırlatma yapar. Dedikoduları yazıyordum. Gündüzlerinden başlamıştım. Geçen Pazar arkadaşımla tekneyle çıktık. 2 hatun marinadan 1 çıkışımız var kiii! Peeeeeh! Sürat motorunun burun kısmına beni oturttu. Neymiş tekne kalkmasınmış… tam yol verince, popom zınk, zoing, dank, dınk nasıl vuruyor. Kuyruk sokumum ensemden çıktı sandım. İç organlarımda ne kadar fazlalık varsa ( taş, kum, böbreklerim, “çocuğum” onu salladım. Fıtığım) hepsi döküldü. Pirüpak oldum. Neyse kara adaya gittik. Sabahın 9’u güneş tepemizde. Balık tutmaya başladık. Nasıl keyif alıyoruz. Rüzgar da okşuyor. Eh arada denize girip çıkıyoruz. Burada 1 saplama yapmalıyım. Teknenin merdiveni kıçta ben çıkana kadar teknenin içi su alıyor. (fiber ya, bana dayanamıyor) haydi bakalım çıkınca suyu boşalt. Yeniden kuruyorum. Ama en önemlisi arkadaş giyeceklerini teknenin kıç dolabına koymuş. Biz lay lay lom vaziyetinde, son derece keyifli vakit geçirdik. Saat 17 de marinaya dönerken giyinmeliyiz. Allaaaaaah! Kızın bütün çantası, kotu, bluzu sırımsıklak. (mahsus öyle yazdım, yoksa sırılsıklam demesini de biliriz) havlularla örtündük. Marinadan kimseler görmeden arabaya binip evlere geldik. Ertesi gününü hiç söylemiyorum. HAŞLAK olmuşuz. Ayrıca haşlak kelimesini ben uydurdum. Şimdi nasıl soyuluyoruz? Aynen tavuk (gözü) gibi olduk.

Aslında daha var da azıcık sonraya malzeme kalsın. Şimdi gecelere geldik. Valla kızım bana “sen koroya, sonunda meyhane eğlencesi ve çalgı çengi için gidiyorsun.” diyor. Yazlıkçı arkadaşlar da geldi. Ortalık hepten şenlendi. Bu hafta en azılısını yaşadık. Cuma gecesi çalışma saat 11.30 da bitti. Rakıya çeyrek var diye, önce deniz kıyısında balıkçıya gittik. Gece 1.30 da kovalandık. Ordan başka deniz kıyısına gittik. Sazlarla meşke bir başladık. Sabah güneş doğdu. Eve gelip, mayolar alındı. Tekneyle denize çıkıldı. Cumartesi gündüzü deniz uyku (artık denizde gürültüde ne kadar uyunursa) yemekle geçti. Akşamı tekrar koro çalışması yapıldı. Veeee! Haydi bakalım yeniden fasıl başlayacak. Bu sefer arkadaşın evinin bahçesinde toplaştık. Gece 1’den sonra mangallar yandı. 2.30 da meşke başladık. Yav! Bu güneş de hemen doğuyor… işte yine sabah oldu. Kuşlar etrafta bizim sazlara eşlik ettiler. En sonunda Pazar sabahı 7’de “kuuuuuş sesleriiiii ovalara yayılııııır” şarkısıyla engin ve de zengin programımızı tamamladık. Eve sürünerek geldiğimi sanıyorsanız peeeeh! Bendeki enerjiiiiii!

Geçen hafta da İstanbul’dan bir grup arkadaşım vardı. Onlarla buranın ne kadar açılmış yeni mekanları, barları varsa hepsini teftiş ettik. Yine küba bar tıklım tıkıştı. Yaz geldi ya! etraf cıvıl cıvıl oldu. ben kalabalığı seviyorum. İnsanların içinde mıç mıç olmayı, bıcır bıcır çenemi çalıştırmayı seviyorum. Ev tam geceleri yattığım bir sığınak şekline dönüştü. İşlerimi de yardımcı kadınım devraldı. Sağolsun beni topluyor. Şimdi bunu okuyan bana talip bile olmaz. Yine evde mi kaldım ne? Koca kışın monotonluğundan çıkmak yaradı. Daha 1 hareketliyim.

Demin İzmir’den çok sevdiğim arkadaşım aradı. Telefonda ona anlattım. Zaten devamlı netten görüşürüz. Bana dedi ki: “senin soyadını değiştirdim. Sevgi DURACELL koydum. Çoook uzun dayanan enerji deposu gibisin. Ben seni dinlerken, okurken yoruluyorum. Hızına yetişemiyorum. Pess!” bu isim çok hoşuma gitti. Hemen benimsedim vee yazdım. Fena da durmadı. Sevgi duracell…

Aslında bana maşallah deyin. Ama sanıyor musunuz ki? Hiç dert, gam kasavet, sorun yok? Ohooooooo! Burada size anlatsam Kudüs’teki ağlama duvarı gibi kapıma gelir de hüngür şakır ağlarsınız… emmeeee! Nişleceeen! Eğer ağlamak, negatif düşünmek, karalar bağlamak çözüm olsaydı. Parayla ağlamacı tutar, 1 avaz ağlatırdım. Sorunları toptan hallederdim. Rahmetli anacığımın 1 lafını hiç unutmam. “ne kadar uğraşıp, kıçını yırtsan, başına çar diye geçirsen, iş olacağına varır. Aç mezarı yoktur. Tanrı sana mutlaka bir şeyler nasip etmiştir. Her şeyin vakti saati vardır. Sabret. İsyan etme.” Haaa! Bu arada ÇAR demek eskiden kadınların başına örttükleri çarşafın baş kısmı. Yine ukala yazarınız burada ahkam kesti. Ne kadar doğru laftır. Bütün hayatım boyunca öyle telkinle büyüdüm. Asla negatif düşünmem. Pozitif olduğun kadar iyilik buluyorsun. Her sabah aynaya bakın. Kendinizi sevin. Özelsiniz bunu kabul edin. Sevgi gözleriyle baktığınız müddetçe, sevgi bulursunuz…

İşte böyleee! Canımcıklarım. Ben de her insan gibi, sorunlar yaşıyorum. Ama burada ki yaşamımdan son derece memnunum. İşte deniz, güneş, gezme, saz, söz, arkadaşlar, gırgır, şamata, sürünüp giderim. Zor hayatım var zooooooor!

SEVGİYLE KALIN