LARANJİT, FARANJİT SONU JİT’LE BİTEN HASTALIKLAR BİLE DURDURAMADI
Bu kadar gezersem sonum aksırık, tıksırık oldu. Valla ayağı yanmış enik bile, yarasını iyi etmek için bazen yuvasında oturur. Bense çantamda tuvalet kağıtları, (selpak mendiller kesmiyor) boğaz pastilleri, ilaçlar, öksürük şurubu doldurulmuş vaziyette hala sokaklardayım. Artık günüm azaldı. Evime köyüme döneceğim. Onun için ne kadar gezsem kar.
Mesela Kenter Tiyatrosunda Zuhal Olcay ve Tilbe Saran’ın oynadığı “nathalie” oyununa gittim. İki yetenekli sanatçıdan şiir gibi bir oyun seyrettim. Olay iki kadın arasında geçiyormuş gibi ama aslında sahnede hiç görmediğimiz bir erkek üzerine kurulmuş. Zaman zaman oyunun içinde kendinizden çok şeyler buluyorsunuz. Ben zaten eskilere yolculuğa bayılırım. Oyun aldı götürdü! Nerelere diye sormayın? O benim özelim…
Bir tek etrafımı rahatsız ettim. Burnum foorrrk! Hapşuuu! Kööh! Kööh! Aynı sırada oturan amcalar ve teyzeler “A kızım bu kadar tıksırırken ne işin var buralarda? Evinde yat dinlen iyi olunca gelirsin” demeye getirir gibi baktılar emmmee! Wat fayda? Benim günüm yok günüüüm! “etrafa verdiğim gürültüden doğan rahatsızlık için özür dilerim. Jit’li kendi özerk kuruluş olan yazarınız hasta sevgoş.”
Aslında ben biliyorum. Karrafoorda ( şunun ismini de bir türlü doğru ezber edemem.) terledim veee analarımızın bize küçücükten beri bellettiği “terliyken su içme, hasta olursun” demek ki ne kadar haklılarmış. İşte kareföörde (bu seferde değişik versiyonu oldu) çok sıkı terledim. Kasadan çıkınca ilk kafeden buz gibi soğuk suyu tepeme diktim. Aha! Al sana faranjit, laranjit, burun akmajit, öksürükjit, ateşjit…. Daha düşünsem ne jitler bulurum. Hepsi haldur huldur geldi yakama yapıştı. Bir de ev çok sıcak. Kaloriferin nimetlerini unutmuşum. Cam açıyorum. Soyunuyorum, aha! Al sana bir hastalık davetiyesi daha…
Durumum her ne şartlarda olursa olsun, yapılan programın dışına çıkmayacağım. Sanki sevgili büyüklerimiz devlet protokolunun icaplarını hastayım diyipte iptal ediyor mu? Ben neden edecekmişim kine yeni gelin gibiyim. Hem ağlarım hem giderim. Ben de hem öksürür hem gezerim.
İstanbul’a gelince netten tanıdığım dostlarımla da beraber olduk. Tülay hanım evinde ağırladı. Aman ne ziyafetti! Kankalarım çoğaldı burada. Amma! Bir dost dediğim vardı ki. Konuştuğu zaman mangalda kül bırakmıyordu. Şöyle gerçek dostum, böyle hakikatliyim, vır vır da vır vır. Sonunda bir garip Orhan veli pozunda, gariplikleri başladı. İsimlendiremediğim kendince davranışlara girdi. En önemlisi de “bu dostluk nasıl olsa bir gün bitecekti. Ha 3 gün evvel, ha 5 gün sonra. Yaşama bakışımız ayrı”, işte zurnanın zırt dediği yer burası. Bu dostluğu eninde sonunda yanlış amaçlara yönlendirebileceğini düşündü. Kendince bahaneler buldu. Aslında bilmedi ki! Gerçek dostluk; kişilikle ilgili olmaz, iyi günde kötü günde paylaşılacak duygular olmalı. Ama bir yerde doğru söylemiş. Ben hayatı seven, insanları seven, iyimserlik, yani pozitif ne varsa ondan olan insanım. O ise tam tersi. Kendinle kavgasını bitirememiş, ne olmak istediğine karar vermeyen, devamlı gamlı baykuş vaziyetinde giden insan. 2 yıldır süren arkadaşlıkta acaba mı dedim. Emmeee! Iııhh! Olmuyor. Babamın bir lafı vardı. Böyle umarsız insanlar için kullanırdı. “bırak sarhoşu yıkıldığı yere kadar gitsin” ne doğru laf…
Artık beni kimse üzemez. Sadece bir an düşünüp, vaahh! Derim o kadar….her insan kendinden sorumludur. Koskoca adamlarız. Bizi yönetemezler yaaa!!
Hadi ben kaldığım yerden devam edeyim. Dostluk kavramını bilenler bana yetiyor da artıyor bile… ha bir eksiiik! Ha bir fazla!
SEVGİYLE KALIN
Mesela Kenter Tiyatrosunda Zuhal Olcay ve Tilbe Saran’ın oynadığı “nathalie” oyununa gittim. İki yetenekli sanatçıdan şiir gibi bir oyun seyrettim. Olay iki kadın arasında geçiyormuş gibi ama aslında sahnede hiç görmediğimiz bir erkek üzerine kurulmuş. Zaman zaman oyunun içinde kendinizden çok şeyler buluyorsunuz. Ben zaten eskilere yolculuğa bayılırım. Oyun aldı götürdü! Nerelere diye sormayın? O benim özelim…
Bir tek etrafımı rahatsız ettim. Burnum foorrrk! Hapşuuu! Kööh! Kööh! Aynı sırada oturan amcalar ve teyzeler “A kızım bu kadar tıksırırken ne işin var buralarda? Evinde yat dinlen iyi olunca gelirsin” demeye getirir gibi baktılar emmmee! Wat fayda? Benim günüm yok günüüüm! “etrafa verdiğim gürültüden doğan rahatsızlık için özür dilerim. Jit’li kendi özerk kuruluş olan yazarınız hasta sevgoş.”
Aslında ben biliyorum. Karrafoorda ( şunun ismini de bir türlü doğru ezber edemem.) terledim veee analarımızın bize küçücükten beri bellettiği “terliyken su içme, hasta olursun” demek ki ne kadar haklılarmış. İşte kareföörde (bu seferde değişik versiyonu oldu) çok sıkı terledim. Kasadan çıkınca ilk kafeden buz gibi soğuk suyu tepeme diktim. Aha! Al sana faranjit, laranjit, burun akmajit, öksürükjit, ateşjit…. Daha düşünsem ne jitler bulurum. Hepsi haldur huldur geldi yakama yapıştı. Bir de ev çok sıcak. Kaloriferin nimetlerini unutmuşum. Cam açıyorum. Soyunuyorum, aha! Al sana bir hastalık davetiyesi daha…
Durumum her ne şartlarda olursa olsun, yapılan programın dışına çıkmayacağım. Sanki sevgili büyüklerimiz devlet protokolunun icaplarını hastayım diyipte iptal ediyor mu? Ben neden edecekmişim kine yeni gelin gibiyim. Hem ağlarım hem giderim. Ben de hem öksürür hem gezerim.
İstanbul’a gelince netten tanıdığım dostlarımla da beraber olduk. Tülay hanım evinde ağırladı. Aman ne ziyafetti! Kankalarım çoğaldı burada. Amma! Bir dost dediğim vardı ki. Konuştuğu zaman mangalda kül bırakmıyordu. Şöyle gerçek dostum, böyle hakikatliyim, vır vır da vır vır. Sonunda bir garip Orhan veli pozunda, gariplikleri başladı. İsimlendiremediğim kendince davranışlara girdi. En önemlisi de “bu dostluk nasıl olsa bir gün bitecekti. Ha 3 gün evvel, ha 5 gün sonra. Yaşama bakışımız ayrı”, işte zurnanın zırt dediği yer burası. Bu dostluğu eninde sonunda yanlış amaçlara yönlendirebileceğini düşündü. Kendince bahaneler buldu. Aslında bilmedi ki! Gerçek dostluk; kişilikle ilgili olmaz, iyi günde kötü günde paylaşılacak duygular olmalı. Ama bir yerde doğru söylemiş. Ben hayatı seven, insanları seven, iyimserlik, yani pozitif ne varsa ondan olan insanım. O ise tam tersi. Kendinle kavgasını bitirememiş, ne olmak istediğine karar vermeyen, devamlı gamlı baykuş vaziyetinde giden insan. 2 yıldır süren arkadaşlıkta acaba mı dedim. Emmeee! Iııhh! Olmuyor. Babamın bir lafı vardı. Böyle umarsız insanlar için kullanırdı. “bırak sarhoşu yıkıldığı yere kadar gitsin” ne doğru laf…
Artık beni kimse üzemez. Sadece bir an düşünüp, vaahh! Derim o kadar….her insan kendinden sorumludur. Koskoca adamlarız. Bizi yönetemezler yaaa!!
Hadi ben kaldığım yerden devam edeyim. Dostluk kavramını bilenler bana yetiyor da artıyor bile… ha bir eksiiik! Ha bir fazla!
SEVGİYLE KALIN