İSTANBUL’DA BİR ŞARKI TUTTURMUŞUM
Size yazmıştım yürüyorum dostlarım diye. Bu şehrin tadını çıkarmaktayım. Geçen gün Moda burnuna gittim. Güneşin batışını seyrettim, kulaklarımda sanki Barış Manço: DAĞLAR, DAĞLAR, GÜL PEMBE, KOL DÜĞMELERİ……. Yanı başıma oturmuş da şarkılarını söylüyordu. Denizden TAKALAR GEÇİYOR ALLI YEŞİLLİ Ecevit’in şarkısı geldi rüzgarın esintileriyle.
Baktım çisil çisil yağmur yağıyor. Üsküdar’da buldum kendimi. Gelip geçen erkeklere setre pantolon, hanımlara rengarenk satenden çarşaflar giydirdim. Yüzlerini tüllü peçelerle örttüm, ellerine uçları fırfırlı zarif şemsiyeler,dantelli mendiller verdim. Piyasa vakti sahilde yürüttüm. ÜSKÜDAR’A GİDERİKEN ALDIDA BİR YAĞMUR.
Derken efendim! AAAAA!!!! Eski Göksu’dayım sandalların içinde yine aynı kostümlerle hanımlar ellerini nazlı nazlı suya daldırıyorlar. Fesli şık beyler de kürek çekerek bir şarkı terennüm ediyorlar.GİDELİM GÖKSUYA BİR ALEMİ AB EYLEYİM diğer sandallardan da sesler yükseldi. Küreklerden çıkan su sesleri de şarkıya eşlik ediyordu. Sadece benim duyabildiğim muhteşem bir koro oluşmuştu.
Kalamış’a uzandım. Eski Kalamış nerede kalmıştı. Cengiz Topel sokakta teyzemin evi vardı. Deniz evimizin hemen önünde başlardı. Çocukluğumda mayoyla evden çıkar, kıçtan takma motoru olan sandalıma biner, Moda açığına giderdim. Denizde salın üstünde sosisli sandviçle ayran satarlardı. Kadınlar plajı nasıl kalabalık olurdu. Sandalımın içine hiçbir zaman çalamadığım kuzenimin gitarını hava olsun, gençler bana baksın diye koyardım. O Kalamış ki bir yanı Moda, bir yanı Fenerbahçe’ydi .Güneş denize batardı. İşte Yahya Kemal SEYRET Kİ KIZIL HAVALARI YİNE AKŞAM OLMAKTA diye aşka gelmiş. Şiirlerini döktürmekte. Ne kadar denizi doldursalar da o eski Kalamış’ı belleklerden silemiyorlar. Kulağımda yine tanıdık bir ses var .A! A!!!! Bu, bu Münir Nurettin Selçuk. O güzelim sesiyle taş plak kıvamında BİR TATLI HUZUR ALMAYA GELDİM KALAMIŞ’TAN, KANDİLLİ YÜZERKEN UYKULARDA, İSTİNYE KÖRFEZİNDE BU AKŞAM şarkılarını usul usul söyledi.
Baktım karşıdan adalar beni çağırıyor. Hepsini sırayla gezdim. Kınalı, Burgaz, Büyükada. Heybelide takıldım kaldım. Kış mevsiminde tenhaydı. Sadece ada yerlisi sahile inmiş, yazdan kalma son güneşten yararlanmak için yürüyor, kafelerde oturuyordu. Onlarla yarenlik ettik. Eski yeni adayı konuştuk. Babacan Osman amca ve eşiyle akşam yemeği yedik. Osman amcanın evinde gramafon ve taş plakları varmış. Aldı beni evine götürdü. Nasıl gururla plaklarını gösterdi, bazılarını dinletti. KÜÇÜKSU’DA GÖRDÜM SENİ, BOĞAZİÇİ ŞEN GÖNÜLLER YATAĞI. Plaklar dönerken sesimizin yettiği kadar söyledik. Eşinin bakır cezveyle yaptığı köpüklü kahve kolay unutamayacağım bir tat bıraktı.Veda zamanı gelmişti. Tatlı yaşlı çiftle gene buluşmak için adres ,telefonlar verildi. Son vapura zor yetiştim. Güverteye oturdum. Gökyüzünde dolunay, denizde yakamozlar vardı.Yine kulağıma sesler geliyordu. Bu sefer kalabalıktılar İstanbul’a gönül veren,aşık olan insanlar hep beraber harika fasıl yapıyorlardı. BİZ HEYBELİ’DE HER GECE MEHTABA ÇIKARDIK.SANDALLARIMIZ NEŞE DOLAR ZEVKE DALARDIK.
SEVGİYLE KALIN
Baktım çisil çisil yağmur yağıyor. Üsküdar’da buldum kendimi. Gelip geçen erkeklere setre pantolon, hanımlara rengarenk satenden çarşaflar giydirdim. Yüzlerini tüllü peçelerle örttüm, ellerine uçları fırfırlı zarif şemsiyeler,dantelli mendiller verdim. Piyasa vakti sahilde yürüttüm. ÜSKÜDAR’A GİDERİKEN ALDIDA BİR YAĞMUR.
Derken efendim! AAAAA!!!! Eski Göksu’dayım sandalların içinde yine aynı kostümlerle hanımlar ellerini nazlı nazlı suya daldırıyorlar. Fesli şık beyler de kürek çekerek bir şarkı terennüm ediyorlar.GİDELİM GÖKSUYA BİR ALEMİ AB EYLEYİM diğer sandallardan da sesler yükseldi. Küreklerden çıkan su sesleri de şarkıya eşlik ediyordu. Sadece benim duyabildiğim muhteşem bir koro oluşmuştu.
Kalamış’a uzandım. Eski Kalamış nerede kalmıştı. Cengiz Topel sokakta teyzemin evi vardı. Deniz evimizin hemen önünde başlardı. Çocukluğumda mayoyla evden çıkar, kıçtan takma motoru olan sandalıma biner, Moda açığına giderdim. Denizde salın üstünde sosisli sandviçle ayran satarlardı. Kadınlar plajı nasıl kalabalık olurdu. Sandalımın içine hiçbir zaman çalamadığım kuzenimin gitarını hava olsun, gençler bana baksın diye koyardım. O Kalamış ki bir yanı Moda, bir yanı Fenerbahçe’ydi .Güneş denize batardı. İşte Yahya Kemal SEYRET Kİ KIZIL HAVALARI YİNE AKŞAM OLMAKTA diye aşka gelmiş. Şiirlerini döktürmekte. Ne kadar denizi doldursalar da o eski Kalamış’ı belleklerden silemiyorlar. Kulağımda yine tanıdık bir ses var .A! A!!!! Bu, bu Münir Nurettin Selçuk. O güzelim sesiyle taş plak kıvamında BİR TATLI HUZUR ALMAYA GELDİM KALAMIŞ’TAN, KANDİLLİ YÜZERKEN UYKULARDA, İSTİNYE KÖRFEZİNDE BU AKŞAM şarkılarını usul usul söyledi.
Baktım karşıdan adalar beni çağırıyor. Hepsini sırayla gezdim. Kınalı, Burgaz, Büyükada. Heybelide takıldım kaldım. Kış mevsiminde tenhaydı. Sadece ada yerlisi sahile inmiş, yazdan kalma son güneşten yararlanmak için yürüyor, kafelerde oturuyordu. Onlarla yarenlik ettik. Eski yeni adayı konuştuk. Babacan Osman amca ve eşiyle akşam yemeği yedik. Osman amcanın evinde gramafon ve taş plakları varmış. Aldı beni evine götürdü. Nasıl gururla plaklarını gösterdi, bazılarını dinletti. KÜÇÜKSU’DA GÖRDÜM SENİ, BOĞAZİÇİ ŞEN GÖNÜLLER YATAĞI. Plaklar dönerken sesimizin yettiği kadar söyledik. Eşinin bakır cezveyle yaptığı köpüklü kahve kolay unutamayacağım bir tat bıraktı.Veda zamanı gelmişti. Tatlı yaşlı çiftle gene buluşmak için adres ,telefonlar verildi. Son vapura zor yetiştim. Güverteye oturdum. Gökyüzünde dolunay, denizde yakamozlar vardı.Yine kulağıma sesler geliyordu. Bu sefer kalabalıktılar İstanbul’a gönül veren,aşık olan insanlar hep beraber harika fasıl yapıyorlardı. BİZ HEYBELİ’DE HER GECE MEHTABA ÇIKARDIK.SANDALLARIMIZ NEŞE DOLAR ZEVKE DALARDIK.
SEVGİYLE KALIN